Kreş sorunu kadının üzerine yıkılamaz
Kadının iş gücü içindeki emeğiyle “ev içi emeği”nin küresel kapitalist sistemden nasıl kurtarılacağı sorununa odaklanmadan da kadınların hiçbir sorununun çözüme kavuşamayacağı bilinmelidir. Bu yalnızca kadınların sorunu değildir; toplumca da paylaşılmalıdır. Ancak kadın dayanışmasının güçlendirilmesi, kadınların kamusal alanda ağırlıklarını koymaları birinci derecede öneme haizdir.
Tülin Tankut
Küreselleşme öncesinde, Batılı ülkelerde kadın hakları konusunda yasal olarak epeyce yol kat edilmişti. SSCB’nin tüm kadınları kapsayan sağlık ve çocuklar için yuva/ kreş hizmetleri bu ülkelere örnek oluyordu. SSCB döneminde kadın, daha anne adayıyken devlet desteği alıyor ve doğumdan sonra da destek sürüyordu. Dolayısıyla çalışan annenin işe giderken gözü arkada kalmıyordu. Devlet anne – baba yokluğunda da çocuğa sahip çıkıyordu.
Günümüzdeyse araştırmalar, hiçbir ülkede kadınlara hak eşitliğinin gerçek anlamda sağlanamadığını gösteriyor. Batılı ülkelerde kadınların kreş / yuva için kurumsal destek bulamama kaygısı, onların anne olmaya temkinli yaklaşmasına yol açıyor. Koşullar artık kadınları, işe girmeyle, anne olma arasında tercih yapmaya zorluyor.
Bize gelince; çalışan annelerin çoğu hâlâ çözümü, çocuğun bakımını akrabalara teslim etmekte buluyor. Buysa sömürünün üzerinin sevgiyle örtülmesidir. Büyükanne projesinin gösterdiği gibi, hükümet de neredeyse gelenekselleşmiş bu uygulamadan yararlanıyor. Bakıcı tutulması da sömürü açısından aynı kapıya çıkmıyor mu?
Eğitimli, meslek sahibi kesimden annenin bakıcı ya da özel kreş ücretini ödemeye gücü yetebilir. Düşük ücretle çalışan anneyse, bu tür ödemeleri yapamayacağı için evi tercih edecektir. Kaldı ki, özel kreşler piyasa koşullarına uygun olarak çalıştığından velilerin şikayetleri hiç bitmez. (Minibüste unutulan çocukları hatırlayalım)
Sosyal güvenlik kurumlarının kadına sağladığı görece güvenceyi, zaten bizde daha çok evlilik kurumu karşılamaktadır. Küreselleşme politikaları dünya genelinde kadın işsizliğini yaygınlaştırırken ev kadınlarının sayısını da artırmıştır. Ama bu konuda bize özgü nedenler göz ardı edilmemelidir. Bizim gibi ucuz emek cenneti ülkelerde çalışma koşulları, Batılı ülkelerdekinden daha ağırdır. Ayrıca ulaşım zorluğu, mahalle baskısı, kadının kamusal alanda korunamaması (sokak ortasında öldürülebiliyor) v.b. çok çeşitli sorunları da düşünürsek, kadınlarımızın ev kadınlığını tercih etmeleri doğaldır. Boşanmaların artmasında da gene küreselleşme politikalarının çok yönlü etkileri vardır.
Öte yandan muhafazakâr kesimde bazı çevrelerce dini referanslara dayanılarak kadın, ancak ihtiyaçtan ötürü çalışabilir; onun dışında çalışamaz, propagandası yapılmaktadır. Ancak, bu tür propagandalarla kadınlardan ve erkeklerden toplumsal cinsiyet rollerine uyum sağlamaları beklendiği sürece çalışan kadının sorunları sona erdirilemez. Sorun yalnızca propagandalar olsa… Cinsiyetçi kapitalist sistemin bir gereği olarak, aileyi geçindirmekten sorumlu tutulan erkekten düşük ücretli, düşük statülü işte çalışması beklenirken; ortaya kreş maliyeti çıkaracağı için kadına eş ve anne rolü dayatılır. (150’den fazla kadın işçi çalıştıran iş yerlerinin kreş / yuva açma zorunluluğu , kağıt üzerinde kalmıyor mu? O sayı hiçbir zaman 150’ye ulaştırılmıyor.)
SSCB’indeki uygulamalardan ders çıkarmak cinsiyet eşitsizliği açısından da önemlidir. Kadınlar sermayenin kölesi olmaktan kurtulmuşlardır. Ancak, uygulamada hiç mi eksiklik yoktu, denilebilir. En basitinden çocuğu kreşe, yuvaya annenin bırakması alışkanlığı sürüyordu. Yüzyılların eseri eril görüşün bir çırpıda dönüşmesi elbette ki beklenemez. Çocuklar doğuştan itibaren kadın ve erkek rollerine hazırlanıyorlar. Kadının eğitim almak, iş yaşamına atılmak, hak aramak gibi kamusal alana çıkma girişimleri, tarih boyunca kamusal alan için bir tehdit olarak görülmüş ve engellenmeye çalışılmıştır.
Toplumsal cinsiyet rollerinin dönüşümü, ancak kesintisiz mücadeleyle gerçekleştirilebilir ki, bugün dünya kadınlarının yapmaya çalıştığı da budur.
Kadının iş gücü içindeki emeğiyle “ev içi emeği”nin küresel kapitalist sistemden nasıl kurtarılacağı sorununa odaklanmadan da kadınların hiçbir sorununun çözüme kavuşamayacağı bilinmelidir. Bu yalnızca kadınların sorunu değildir; toplumca da paylaşılmalıdır. Ancak kadın dayanışmasının güçlendirilmesi, kadınların kamusal alanda ağırlıklarını koymaları birinci derecede öneme haizdir.
Baskıcı kültürel geleneklere sinmiş eril ideolojinin kadınlık algısının, kadınlarca da içselleştirilmiş olmasıysa , dayanışmayı engellemektedir. Halkın inancını sömürenlerin denetlenmemesi, önyargıları benimsemiş muhafazakâr kesimle diyalog kurmayı güçleştirmektedir. Cinsiyetçi yaklaşım, ana akım medya için de söz konusudur: Medyada kadın-erkek eşitsizliğinden kaynaklanan sorunlar, cinsiyetçi toplumun yapısal bir sorunu olarak ortaya konulmaz.
Peki, dayanışmanın önündeki engellerle nasıl baş edilebilir?
Yapılması gereken, kadınlar arası farklılığın üstünün örtülmemesi, kadınlar arası rekabet, uyumsuzluk v.b. olguların nedenlerinin araştırılmasıyla gerçeklerin su yüzüne çıkarılmasıdır. Tabii bu o kadar da kolay bir iş değildir. Her konuda bir yarış atmosferi yaratılmaktadır. (Bebeklere bile emekleme yarışı yaptırılıyor) Oysa sömürü ve ezilmenin pençesindeki kesimin ihtiyacı rekabet değil, dayanışmadır. (Bu konuda da ana akım medyanın – televizyon programları- vebali büyüktür. )
İşçi ve emekçi kadınlar, farklılıklarına karşın, empati kurarak, hakları konusunda anlaşabildikleri noktalarda birleşebilirler. Nitekim “modernleşmiş muhafazakâr kesim”den genç kuşak kadınların, önceki kuşaklardan farklı olarak değişmekte olduklarını görüyoruz.
Unutmayalım ki, bağımlılık ilişkilerini sürdürdükçe biz kadınların sorunlarından kurtulamayacakları açıktır.( Eşinden şiddet gören bir hemcinsimiz boşanıp çalışmak istediğinde iş bulamıyor, dolayısıyla ev kadınlığına geri dönmek zorunda kalıyor.) Yurttaş kimliğini benimsemek bize sınıf ve kadınlık bilinci kazanmanın yolunu açar. Yasal haklarımıza sahip çıkmalıyız, çünkü dayanışma ve örgütlenme için hukuka ihtiyaç var.
Aynı şekilde, sendikal örgütlenmenin güçlendirilmesi için de kadın işçi ve emekçilerin katılımına ihtiyaç var.
Kapitalizm emek karşıtı politikalardan vazgeçecek değildir. Kadın sorunlarına da çözüm üretemediği gördük. Kadın iş yaşamına katılmada kreş engeline takılıyor. Kadın istihdamı politikalarında çocuklu- çocuksuz ayrımı yapılıyor. Dünya genelinde, kreş/yuva, çocuk ve yaşlının bakımı v.b. işlerde kadının yükünü azaltacak hangi hizmetler veriliyor? Bu iş için genel bütçeden ne kadar pay ayrılıyor?
Çağdaş bilimsel araştırmalarsa, annenin çalışmasından bağımsız olarak, çocuğun sağlıklı büyümesi ve yetişmesi için ailenin desteğinin tek başına yetmediğine, okul öncesi eğitimin zorunlu olması gerektiğine dikkat çekiyor. Bizdeyse 0-6 yaş grubu çocuklara yaygın bir şekilde anneleri bakmaktadır. Bakım için kamusal hizmet yaygınlaşmamakta, pederşahi anlayışı içselleştirmiş babalar annelere yardımcı olmamakta, çocuk annenin sorumluluğunda gösterilmektedir.
Ancak görünen o ki, “eti senin kemiği benim” anlayışı artık ömrünü tamamlamıştır. Geleceğin çocuğunun çağdaş olanaklarla yetiştirilmesi için nitelikli, kamu kreş/yuvaların yaygınlaştırılması kaçınılmazdır. Bina seçimi, temizlik, hijyen, beslenme, oyun alanı, oyuncak, doğayla iletişim, ebeveynle etkileşim, uzmanların çalıştırılması v.b. gerekli koşulların yerine getirebilmesi için verilecek mücadelede de anne ve babalar ortak sorumluluk taşımalıdırlar.