Ekonomik kriz “yola devam ediyor”

“Aynı gemideyiz” denilmesine rağmen: Ekonomik kriz “yola devam ediyor”

Ekonomik kriz “yola devam ediyor”

“Şubat Ocak’tan, Mart da Şubat’tan iyi” söylemi ile geçiştirilen ekonomik durumun ardından, yerel seçim gündemi ile Mayıs ayının sonuna geldiğimiz şu günlerde, aylardır süregelen ekonomik krizin yakıcılığı daha da hissedilmeye başladı.

31 Mart yerel seçimleri öncesi, Türkiye ekonomisinde hem faizler hem döviz piyasaları sürekli olamayacak ekonomik el frenleri ile durduruldu. Faizler konusunda finans sektörü ile iktidar arasındaki sessiz anlaşma ile faizlerin yükselmesi engellendi. Yine döviz piyasalarında da yükselişin önüne yurtdışı piyasalarında yapılan hamlelerle geçici olarak önüne geçildi.

31 Mart yerel seçimleri sürecinde dile getirilen “faiz düşecek” söyleminin aksine yerel seçimden bu yana geçen süreçte 2 puanlık artış oldu. Faizlerin yanı sıra döviz piyasalarında da artış olması ekonomik baskılama politikasının geri çekilmek zorunda kalmasının sonucu olarak okunabilir.

ENFLASYONDA KESKİN DÜŞÜŞ OLABİLİR Mİ?

Ekonomi Bakanı Berat Albayrak geçtiğimiz günlerde katıldığı bir televizyon programında “Enflasyon oranlarında keskin düşüşler olabileceği” iddiasında bulundu. Bu iddiaya baktığımızda, özellikle gıda fiyatlarında, hem gıda ithalatının daha da “serbestleşmesi” hem de mevsimsel etkiler ile meyve sebzede hasat sürecine girilmiş olması önceki aylara bakarak gıda fiyatlarının enflasyon oranlarının aylık bazda düşme eğilimi göstermesi ihtimalini gündeme getiriyor.

Baharın ve ithalatın etkisiyle olası bir gıda enflasyonu düşüşünün iktidar tarafından zafer olarak sunulması gündeme gelebilir. Bu “yalancı bahar” sürecinin devamında ise özellikle Türkiye tarımında artan girdi fiyatları, yüksek faiz ve sürdürülebilir olmayan girdi fiyatlarından dolayı sürece yayılmış, süreklileşmiş bir tarımsal kriz ve şimdilik rafa kaldırılmış gibi gözüken tarımı yabancı tekellerin yatırımlarına bırakmak üzerine kurulu “Tarımda milli birlik” söz konusu olabilir.

İHRACAT ARTIŞI NE KADAR GÜVENİLİR BİR VERİ?

Gerek iktidar cephesinde gerekse yazar kesiminde temel vurgulanan noktalardan biri olarak ihracat rakamlarına dikkat çekildiğini görüyoruz. İhracat rakamlarına dikkat çekilmesi ise aslında temel olarak Türkiye ekonomisine gelmekte olan bir felakete işaret olan yorumlanabilir. Şöyle ki, ekonomik verilere baktığımızda üretim kalemi olarak çok büyük ölçüde hammadde bağımlı üretim yapan Türkiye ekonomisinde, son 9 ayda önceki 6 aya bakarak aynı kalmış hatta bazı aylar artmış durumdayken, ithalat ise önceki ayların yüzde 60’ı 70’i seviyelerine gerilemiş durumda.

Bu noktada, tarım dışı işsizlik sürekli artmış ve sanayi üretim endeksi son 6 aydır düşmüş durumdayken, ihracat artışının tek kaynağı olarak firma stokları gözüküyor. Stoklar tükenmemiş ve ihracat devam ederken 16.9 seviyesine dayanan tarım dışı işsizlik stoklar bittiğinde ne noktada olacak ? İşte AKP’nin ve medyasının açıklamadığı tam olarak da budur.

SÜREKLİLEŞMİŞ EKONOMİK DURAĞANLIK

Bir diğer önemli nokta da İmalat Sanayi Üretim Endeksi. Endeks Mart ayı verileri itibari ile 6 aydır ekside seyrediyor. Sanayinin bir diğer önemli göstergelerinden olan İmalat Sanayi Kapasite Kullanım oranları ise 2015’ten bu yana en geri konumunda. Sanayi kapasite kullanım oranı 75 puan düzeyinde bulunurken, geçtiğimiz yıldan bu yana 2 puanlık düşüş gerçekleşmiş durumda.

Sanayi kuruluşlarının yeni istihdam yaratamaması ve inşaat maliyet endeksinin TÜİK rakamlarına göre yıllık yüzde 27 seviyelerinde olması işsizlik oranlarını ciddi şekilde etkileyen faktörler. Yükselme eğilimi gösteren faiz oranlarının da etkisiyle inşaat başta olmak üzere birçok sanayi iş kolunda “keskin” düzelmeler olası gözükmemekte.

Mart ayında faizlerin “hararetinin” geri çekilmesiyle eski seviyesine yaklaşan konut satış miktarlarında Mart ayı dışında ise önceki senenin yüzde 75 seviyelerinde olduğu görüyoruz. Konut satışının en çok gerilediği illerden birinin de İstanbul olduğunu düşünürsek yan sektörleri çalıştıracak büyük üreticilerden değil daha çok büyük oranda daha ufak çaplı ve ikinci el satışların olduğunu görebiliriz.

Tarım dışı işsizliğin 16.90 seviyesine geldiği, 2018 yılının üçüncü ve dördüncü çeyreğinde daralma açıklayan Türkiye ekonomisi, dünya ekonomisinin de ABD-Çin ticaret savaşıyla korumacı politikalara döndüğü ve yavaşladığı bu süreçte “hızla bu krizden sıyrılacağı” iddialarına ancak seçim öncesi vaat olarak bakılabilir.

MERKEZ BANKASI: FİYAT İSTİKRARINA DAİR RİSKLER ÖNEMİNİ KORUYOR

Kimi süreçlerde medya eliyle olumlu rüzgar estirilen, şu günlerde ise hem seçim hem Ramazan aracılığı ile daha çok “hatırlatılmamaya” çalışılan ekonomik tablo hakkında Merkez Bankası raporları da hayli ilginç veriler sunuyor. Merkez Bankasının 30 Nisan 2019 tarihli “Enflasyon Raporu 2019 – 2” raporunun içeriğinde ve özetinde geçen şu cümle çok çarpıcı:

“ Zayıf iç talep koşullarının sınırlayıcı etkisine karşın, maliyet baskıları, ertelenmiş yönetilen fiyat artışları, enflasyon beklentilerinin yüksek seyri ve fiyatlama davranışlarına ilişkin belirsizlikler, fiyat istikrarına dair risklerin önemini korunduğuna işaret etmektedir.”

Dikkatli okumak gerekirse, Merkez Bankasının tam olarak söylemek istediği şudur: Ekonomik daralmadan dolayı talep düşük olmasına rağmen döviz fiyatlarının artmasından ötürü girdi maliyetlerinin yükselmesi, piyasanın olumlu gidişatına dair inanç olmaması, enflasyonun genel gidişatının yükselme eğiliminde olacağını gösteriyor.

İki çeyrek art arda küçülme yaşayan ekonomi, yükselen enflasyonla da birleştiğinde, “stagflasyon” diye adlandırdığımız sürece girer. Bu süreçte fiyatlar yükselirken bunun yanında işsizlik oranlarının da yükseldiği çıkışın zorlaştığı, hanehalkı harcamalarının düştüğü, Türkiye’nin son 9 ayına benzeyen bir süreç yaşanır. Merkez Bankasının raporunu farklı yorumlarsak aslında tam da bu noktaya işaret ediyor.

Bu noktada sermaye sınıfı tüm ilgisini kendi iç dönüşümüne ve işçi sınıfı üzerindeki ağırlığını arttırmaya yöneltecek. Yeni Ekonomik Program’da yer alan ve yakın zamanda gündeme gelen kıdem tazminatının fona kaldırılması ve emeklilik fonlarıyla birleştirilmesi isteği, son raddeye gelmiş durumda. Sendikal çevrelerin zayıf tepkisi eşliğinde devam eden bu istek, işsizlik ve ücretlerin dondurulması yaklaşımıyla birlikte ele alınmak zorunda.

İşçi sınıfı sermayenin bu cenderesinden çıkmanın yollarını ararken, ekonomideki görünümün bozulmasıyla birlikte kendiliğinden tepkilerin yükselmesi bekleniyor. Ancak bunların bir etkiye kavuşabilmesi, işçi sınıfının örgütlülüğünü güçlendirmesiyle mümkün.

 

Sosyalist Cumhuriyet gazetesi 122. sayısında yayınlanmıştır.