Huawei krizi: Konumuz yalnızca cep telefonu mu?

Dünyanın çok kutupluluğa doğru gittiği bir geçiş sürecindeyiz. Bu geçiş süresince ABD’nin çok daha saldırganlaşacağını öngörmek zor değil. Ancak ABD’nin kime karşı ne derece saldırganlaşacağı önümüzdeki yılları belirleyecek ve bu geçiş sürecinin ne kadar sancılı olup olmayacağını bizlere gösterecek.

Huawei krizi: Konumuz yalnızca cep telefonu mu?

Can Aykaş

ABD ve Çin arasında süren ticaret savaşı şiddetini artırarak devam ediyor. Son olarak pazar günü Google’ın Huawei’ye dönük hamlesi gündeme oturdu. Çok kutupluluğa doğru giden dünyada ABD tüm cephelerde atlarını sahaya sürmüş durumda. Çin de benzer şekilde hem askeri hem de ekonomik bir atılım sürecinde. Her iki ülke de kendi uzun vadeli politikalarına dönük hamleler yapmayı sürdürüyor. Çin “Made in China 2025” (Üretim Yeri Çin 2025) ile Çin’i teknolojik anlamda lider bir ülke haline getirmeyi amaçlarken, ABD “America First” (Önce Amerika) ve “Make America Great Again” (Amerika’yı Tekrar Güçlü Yap) ile özellikle ABD’li şirketlerin üretimlerini ABD’ye taşımalarını amaçlıyor.

ABD’NİN ULUSAL GÜVENLİĞİ, ÇİN’İN TEKNOLOJİK BAĞIMSIZLIĞI

Kısaca hatırlatmak gerekirse, geçtiğimiz pazar günü Google, Huawei ile donanım, yazılım ve teknik hizmetler alanında iş yapmayı bıraktığını açıkladı. Kararla birlikte Huawei markalı cep telefonlarına yeni Android güncellemesi yapılamayacak ve Huawei cihazlarından Google, YouTube, Gmail vb. Google servisleri kullanılamayacak. Bu karar ABD Başkanı Donald Trump’ın Amerikan firmalarının “ABD’ye ulusal güvenlik tehdidi teşkil eden” ülkelerden telekomünikasyon ekipmanları almasını engelleyen başkanlık kararnamesine imza atması ve Huawei’yi ticari kara listeye alması sonrasında alındı. Buna ek olarak Huawei CFO’su Meng Wanzhou, Huawei’nin İran yaptırımlarını deldiği iddiası ile Kanada’da tutuklu bulunuyor.

Öncelikle Huawei’nin süreçte ne rol oynadığından kısaca bahsederek başlayalım. Huawei yalnızca cep telefonu üreten bir şirket değil. Telekomünikasyon alanında altyapı kurma süreçlerinde de pazarın en büyüğü durumunda. Bugün başta Avrupa olmak üzere pek çok ülkede 5G için altyapı hizmeti sunuyor. Örneğin 3 Haziran’da İngiltere’de Vodafone, Huawei’nin kurduğu 5G altyapısını kullanarak 5G hizmeti vermeye başlayacak. Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda gibi diğer önemli Avrupa ülkelerinde de benzer çalışmalar sürüyor. Bu ülkeler, Huawei’nin casusluk amaçladığı konusunda en azından şimdilik ABD ile farklı düşünüyor. Bununla birlikte Avustralya ve Yeni Zelanda Huawei’nin 5G’ye dair aktivitelerini yasaklamış durumda. Türkiye’de devam eden 5G altyapı çalışmalarında da Huawei önemli bir konuma sahip.

Dolayısıyla ortada dönen tartışmanın ve yapılan hamlelerin bir pazar kavgası olduğu görüşü de sıkça dile getiriliyor. Huawei’nin telefon pazarında Apple’ı geride bırakarak Samsung’un ardından 2. sıraya yükselmesi, 5G teknolojisinin altyapı hizmetleri konusunda pazarda önemli bir yere sahip olması gibi konular da ABD’nin Huawei’ye dönük saldırılarını artırmasına neden oluyor.

ABD açısından Huawei konusundaki bir diğer sorun ise şirketin kurucusu ve yönetim kurulu başkanı Ren Zhengfei’nin geçmişte Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun 1983’te feshedilen Mühendislik Kolordusu mensubu olması ve Kültür Devrimi’nden bu yana Çin Komünist Partisi üyesi olması. CIA’in iddiasına göre Huawei Çin Ordusu tarafından de facto olarak yönetiliyor. Ancak bu çoğu şirket ve kişi açısından saklanan bir bilgi değil. Çin’de büyük şirket sahiplerinin ve/veya yönetim kurulu üyelerinin önemli bir kısmı ÇKP üyesi. Ayrıca bu şirketlerin ve iş yerlerinin büyük kısmında parti komiteleri bulunuyor. Örneğin geçtiğimiz aylarda Alibaba’nın patronu Jack Ma’nın da ÇKP üyesi olması gündeme oturmuştu.

Çinli şirketlerin yönetim kademesinin parti ve devlet ile olan ilişkileri ve bağları, ABD’yi doğal olarak endişelendiriyor. Bu endişenin ABD açısından birbirine bağlı iki temel dayanağı var. Birincisi Çin’in Made in China 2025 ile teknolojik alanda üstünlüğü ele geçirmesi veya daha da ciddi bir rakip haline gelmesi, ikincisi ise teknolojik altyapı sağlayan Huawei gibi şirketlerin Çin devleti tarafından istihbarat toplama amacıyla kullanılması olduğu söylenebilir. Burada teknolojik üstünlük konusunu yalnızca 5G veya günlük hayatta kullanılan tüketim amaçlı üretim olarak düşünmek ise eksik olacaktır. Çin’in özellikle askeri teknoloji anlamında bağımsız hale gelmesi, ABD açısından hem askeri hem de ABD silah sanayi için ekonomik bir tehdit oluşturacaktır. Huawei patronunun eski bir ordu mensubu olması ve şirketin parti ve devlet ile olan bağları ABD açısından bu şüphenin en önemli iki kaynağı olmayı sürdürüyor. Yakın dönemde Çin’in Android işletim sistemi kullanan diğer telefon üreticilerinden Xiaomi, Lenovo, Oppo gibi markalara da bu tip kısıtlamaların getirilme ihtimali küçük de olsa mevcut. Ancak ilk olarak geçtiğimiz aylarda ZTE ve şimdi Huawei’nin seçilmiş olması, bu iki şirketi diğerlerinden ayıran özelliklerinden kaynaklanıyor.

ÇOK KUTUPLU DÜNYAYA DOĞRU

Huawei ve Google arasındaki mesele de, Çin ve ABD arasında devam eden ticaret savaşı da aslında başka bir bütünün parçalarıdır. Dünya artık ABD’nin tek kutuplu dünyasından çıkışa doğru ilerliyor. Bu çıkışa ilerlerken koltuğunu başkalarıyla paylaşmak istemeyen ABD ise, bugün bir yandan daha önce her iki dünya savaşında kullandığı “America First” sloganı ile dünyanın sorunlarıyla ilgilenmeyip kendi sorunlarına odaklanacağını söylerken, diğer yanda dünyanın neredeyse her köşesine müdahale ve saldırıda bulunmayı sürdürüyor. Bu iki politika çelişkili gibi görünse de aslında ABD’nin özellikle Obama ve Trump dönemlerinde uygulamaya çalıştığı politikalar, ABD’nin direkt müdahale ve saldırılarının minimuma indirilmesi, ancak bu süreçte ayağı yere basan sağlam durabilecek Amerikancı akımları çekildiği bölgelerde iktidara getirerek bölgesel çıkarlarını sağlama almaktı. Ancak bu yapılamadığı gibi ABD her hareketinde her geçen gün daha fazla bataklığa batıyor.

Çin ise “Made in China 2025” adı altında teknolojik bağımsızlık yolunda ilerlemeyi sürdürüyor. Bu süreçte Çin’in aldığı rol ise ABD’yi endişelendiriyor. Şayet Çin, aslında bugün ABD’nin Obama ve Trump dönemlerinde uygulamaya çalıştığı politikayı ABD kadar zahmete girmeden uygulayabiliyor. Çin Afrika’da, Orta Doğu’da, Asya genelinde hiçbir askeri müdahale olmaksızın pazar hakimiyetini ele geçirme yolunda çok önemli adımlar atmayı sürdürüyor. Made in China 2025 ile Çin’in imalat merkezinden teknolojik bir güce dönüşme hedefi, Çin’in ithal teknolojiye bağımlılığını ortadan kaldırmak ve Çin’i dünya pazarında güçlü bir teknolojik aktör yapmak yolunda bugün tam gaz ilerliyor. Bununla beraber geçtiğimiz gün Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in “Uzun Yürüyüş”ün başladığı Yudu’ya yaptığı ziyaret ve burada  “Yeni Uzun Yürüyüş” çağrısı yapmasına da pek çok anlam yüklendi. Son dönemde Xi Jinping’in orduyu güçlendirme politikaları da gündemde önemli yer teşkil ediyor.

Çin’in ABD’ye karşı şimdilik çok sertleşmemesini, Çin’in Trump’ın bir dönem daha devam edememesi ihtimaline karşı ABD’deki 2020’deki seçimleri beklemesine bağlayan pek çok yorum var. Ancak bunun gerçeği yansıttığını söylemek oldukça zor. Şayet Demokratların da ABD’nin Çin’e yönelik tavrı konusunda Trump yönetiminden farklı bir politika izlemeyeceğini bugünden söylemek mümkün. Hatırlanacak olursa, Obama başkanlığının son dönemlerinde ABD’yi Orta Doğu’dan çekip bütün dikkatini Asya-Pasifik’e çevirmeye dönük hamlelerde bulunmuştu. İran ile yapılan nükleer anlaşma da bunun en büyük göstergesi olarak kabul edilmişti. Dolayısıyla Çin açısından ABD’nin yeni başkanının kim olacağının pek de bir önemi yok.

Dünyanın çok kutupluluğa doğru gittiği bir geçiş sürecindeyiz. Bu geçiş süresince ABD’nin çok daha saldırganlaşacağını öngörmek zor değil. Ancak ABD’nin kime karşı ne derece saldırganlaşacağı önümüzdeki yılları belirleyecek ve bu geçiş sürecinin ne kadar sancılı olup olmayacağını bizlere gösterecek.