Mithat Karakaya
Türkiye ekonomisi yıllar süren akıl dışı borçlanma ve tüketim çılgınlığının mantıksal sonucuyla yüzleşmeye başladı. Elbette bir kez daha milyonlarca emekçinin yoksullaşması ve işsiz kalması pahasına ve elbette kâr hırsı dizginlenemeyen patronlarla gerici iktidarın işbirliği sayesinde.
Esas olarak kurgu öncekilerden çok farklı değil. Piyasaları az çok gelişmiş ve emperyalist sistemle kuvvetli bağlar geliştirmeye başlamış bir ülke bir anda parlamaya başlar. Ülke artık dev finans kuruluşlarına ve paralarını koyacak yer arayan zenginlere “yeni bir hikaye” anlatmaktadır. “Hikaye”nin gerçek olmasının bir önemi yoktur. Tek gereken finans devlerinin bu hikayeyi “satın almaya” karar vermesidir. Sonra ekonomiye para akmaya başlar. Herkes o ülkenin şirketlerine, bankalarına ve hazinesine borç vermek için sıraya girer. Borcun büyük kısmı patronların daha da zenginleşmesini sağlamak için kullanılırken bir kısmı da emekçilerin tüketim seviyesinin artmasını sağlar. Böylece bir süreliğine herkes halinden memnun olur: Patronlar daha zengin, emekçiler ise rahat ama aynı zamanda daha borçludur. Ülke ise emperyalist sisteme daha da içinden çıkılmaz şekilde bağımlıdır.
Burjuva iktisat anlayışına göre bu bolluk döneminin iyi değerlendirilmesi mümkündür. Ekonomideki yabancı para bolluğu teknoloji aktarımı ve sermaye birikimi için kullanılabilir ve eğer derdiniz buysa küresel kapitalist merdivenin bir üst basamağına çıkılabilir. Ülke daha nitelikli ürünlerin üretildiği gelişmiş bir ekonomiye, emekçiler de daha fazla hakka ve daha yüksek yaşam standartlarına kavuşur. Tüm bunların yanında gelecek olan demokratikleşme de cabası! Tek sorun bunun bilinen gerçek bir örneğinin olmaması. Çünkü bu “hikayenin” sonunun geleceğini en iyi bilenler o hikayeyi satın alanlardır. Devasa boyuta ulaşan borcun döndürülmesi zorlaşınca anlatılan hikayeden şüphe duyanların sayısı artar ve tüm bu balonun patlaması bir işarete bakar. Bu bazen siyasi bir kriz, bazen politikacıların yaptığı bir gaf, bazen de diplomatik bir gerilim olur; ama şurası kesindir ki o balon her zaman patlar.
Sonrası fırlayan döviz kurları, artan yaşam pahalılığı, korkunç boyutlara ulaşan işsizlik, kişisel iflaslar, cinnetler ve halkın üzerine yığılan başka bir sürü felaket. Türkiye’nin son aylarda yaşadığı da tam olarak bu. Peki bu defa farklı olan nedir?
Bu defaki krizin öncekilerden belki de en büyük farkı emekçilerin her zamankinden daha büyük bir borç yükü altında olmasıdır. Borç her krizde önemli bir rol oynar; aksi halde etkileri çok sınırlı olan ve kısa süren bir şoktan bahsedilebilir. Nitekim yakın geçmişimizdeki krizlere bakıldığında Dış Borç-Ulusal Gelir oranının yükseldiği dönemlerle tam bir örtüşme içinde olduğu gözlemlenebilir (Grafik 1). Bu arada son yıllara ait Borç-Ulusal Gelir oranlarının, ulusal gelirdeki hiçbir bilimsel inandırıcılığı olmayan şişirmelere rağmen yükselmekte olduğunu da not edelim.
Grafik 1. Dış Borç-Ulusal Gelir İlişkisi
Ancak Türkiye’nin yaşadığı önceki ekonomik krizlerde borç ağırlıklı olarak kamunun borcuydu. Benzer konumdaki başka ülkelerin aksine, borç sicili tertemiz olan Türkiye Cumhuriyeti’nin dış borcunu çeviremeyeceği yönündeki “endişeler” birden bire gündemi işgal eder ve ülke kendisini IMF’nin kapısında bulurdu. Yabancı alacaklıların en büyük muhatabı devlet olduğu için IMF ile hükümet arasında bir anlaşma yapılır ve krizin tüm yükü halka fatura edilerek işler normale döndürülürdü. Ancak bu defa dış borcun çok büyük bir kısmı bankalara ve özel şirketlere ait (Grafik 2). Bu yüzden işlerin “normale” dönmesinin daha uzun zaman almasını beklemeliyiz. Üstelik borcun banka ve şirket patronları tarafından alınmış olması da emekçileri rahatlatmayacak. Çünkü borçları alan değilse de kefili devlet; dolayısıyla emekçi halk. Eğer kriz derinleşir ve bu borçların ödenmesinde devletin devreye girmesi söz konusu olursa halkımız bu defa zenginlerin yarattığı bir borç yükünü çok daha dolaysız bir şekilde yüklenmek zorunda kalacak.
Grafik 2. Dış Borç: Kamu-Özel İlişkisi
Ne var ki sorun bunla da sınırlı değil çünkü artık halkın kendisi de hiç olmadığı kadar borçlu. Geride bıraktığımız 17-18 yıl içinde yaşanan tüketim çılgınlığı herkesi kendi standartları ölçüsünde etkiledi. Bireysel tüketim ve konut harcamaları hızla arttı. Fakat tüketim artışı emekçi halk için ancak borçlanarak mümkün olabildi. Bolluk devam ederken hiç kimsenin şikayet etmediği bu durumun yaşanan ilk tökezlemede bireysel iflasları hızla artırmasını beklemeliyiz. Ayrıca işlerin yolunda gittiği dönemlerde perakende ve inşaat gibi sektörleri canlandıran krediler, ağırlaşan borç yükü nedeniyle zor dönemlerde tüketimin daha da sınırlandırılmasına neden olmaktadır (Grafik 3-4).
Grafik 3. Kart Harcamaları (2015-2018)
Grafik 4. Kredi-Gelir Oranı
Üstelik bolluk döneminde herkesin kendince keyfi harcamalar yapmasını mümkün kılan kredi bolluğu, zor zamanlarda ortadan kalktığı için zorunlu ihtiyaçlar için bile kaynak bulmak zorlaşmakta, yoksul bir emekçi için imkânsız hale gelmektedir. Nitekim bireysel kredi ve kart harcamalarının son bir yıl içindeki seyri (Grafik 5) bunu açıkça ortaya koymaktadır. Veriler şunları söylüyor: Krizin yükü bir kez daha bizim omuzlarımıza yüklenmeye çalışılacak. Üstelik bunun önemli bir kısmı eskiden olduğu gibi devletin değil, doğrudan patronların borcu olacak. Tüm bu yükü üstlenmemiz istenirken, sırtımızdaki kendimize ait borç ise her zamankinden daha ağır olacak. Üstelik gerici hükümet patronlar için konkordato ve benzeri icatlarla kendi borçlarından kaçmanın yollarını şimdiden hazırlamışken bizlere kalan icra ve haciz gibi uygulamalar olacak.
Grafik 5. Son bir yıllık Kredi Değişimi
Başka bir deyişle emekçiler krizi, neredeyse zorla içine sürüklendikleri bireysel borç batağının içinde, hayat pahalılığı ve işsizlik baskısı altındayken yaşıyorlar. Ancak tüm bunlardan daha önemlisi, işçi sınıfının bu krizi gerici bir iktidarın daha önce görülmemiş baskısı altında, grev silahı fiilen elinden alınmış halde ve belki de hiç olmadığı kadar örgütsüz karşılıyor olması.
Yukarıda anlatılanlar verilere ve yaşanan gerçeklere dayanıyor. Kurlar, faizler, borçlar, krediler, yasaklanan grevler ve örgütsüz işçi sınıfı. Bunlardan en az birisi değişmezse, olacaklarla ilgili beklentilerin değişmesi için de bir neden olmayacak.
Bu yazı Sınıf Tavrı gazetesinden alınmıştır.
Bu haber en son değiştirildi 31 Ocak 2019 15:39 15:39
Yenidoğan davası, duruşmanın altıncı gününde devam ediyor. Örgüt lideri olmakla suçlanan Dr. Fırat Sarı savunma…
NNA’daki habere göre “Kurtarma ekipleri, düşman savaş uçaklarının bir konut binasını hedef aldığı ve çok…
Türkiye Komünist Hareketi Tunceli İl Örgütü ,Tunceli ve Ovacık belediyelerine kayyum atanması üzerine bir açıklama…
İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre Tunceli Belediye Başkanı Cevdet Konak ve Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül…
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Rusya'nın nükleer olmayan hipersonik ekipmanlarla donatılmış bir balistik füzeyi fırlatarak, Batı'ya…
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Jean-Pierre yaptığı açıklamada ne ABD'nin ne de Ukrayna'nın bölgedeki gerilimi arttırmada…