Yeni “çözüm süreci” kapıda mı?
Son birkaç hafta içerisinde yaşanan gelişmeler Kürt meselesinde bazı gelişmeler yaşanacağına dair bazı emareleri beraberinde getirdi. Bu bağlamda Suriye’de yaşanacak olası gelişmeler ve 23 Haziran seçimleri vesilesiyle ortaya çıkan tabloya göz atmak gerekiyor.
Kamil Tekerek
2 Mayıs tarihinde Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüştüğüne dair 6 Mayıs tarihinde yapılan açıklama ve aynı gün İstanbul seçimlerinin iptal edilmesi tesadüf mü, değil mi tartışmasının ötesinde ülkemizde yeni bir siyasi düzlemi beraberinde getirdi. 16 Mayıs tarihinde Adalet Bakanı Abdülhamit Gül tarafından Öcalan’ın avukat görüşünün serbestleştiğini açıklaması da bu düzlemi güçlendiren bir gelişme olarak öne çıktı. Bununla birlikte Suriye’de yaşanması olası gelişmeler, Kuzey Suriye’de güvenli bölge tartışmalarının yeniden gündeme de gelmesi ile birlikte Kürt sorunu üzerinden bir dizi gelişmenin yaşanma ihtimaline dair belirteçler artmış durumda.
Konu ile ilgili bazı değerlendirmeleri aşağıdaki ilgili maddeler çevresinde toparlamamız mümkündür.
- Kürt siyasi hareketinin başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’daki politik mücadelesinin ve ideolojik formasyonunun (başkalaşım da denilebilir) oturduğu temel zeminin artık tam anlamıyla Demokratik Cumhuriyet-Demokratik Konfederalizm-Demokratik Özerklik ekseninde şekillendiği açıktır. Bunlar arasında geçişkenlik olduğu gibi, geri çekiliş, yenilgi ya da ileriye doğru hamle yapılan dönemlerde farklı boyutlar ön plana çıkmaktadır. Güncel olarak, Demokratik Cumhuriyet söylemini yükselten Kürt hareketinin ana hattı İkinci Cumhuriyet’e eklemlenme çizgisinde şekillenmektedir.
- Kürt siyasi hareketinin siyaset yapma tarzının karşıtları ya da muhatapları ile çatışma ve uzlaşma ekseninde yürüdüğünü, bunların birbirinden bağımsız odaklar tarafından kontrol edildiğini, “uzlaşmacı kanadın” daha sağcı, “çatışma yanlısı” ekibin ise solcu olduğunun iddia edilmesi abestir. Kürt siyasi hareketinde tek bir liderlik kültü, ulusalcılık tarafından belirlenen ideolojik bir duruş, ulusal demokratik haklar ve devletleşme çizgisi üzerinden belirlenen pragmatik politik bir hat vardır. Dolayısıyla bunun üzerinden ortaya çıkan çatışma ve uzlaşma ikileminin diyalektik bir bütünlüğe işaret ettiğini, bu açıdan siyasetin her dönemde kendine yeni bir zemin bulabildiğini ifade etmek gerekmektedir. Bu duruma örnek vermek gerekirse Kürt siyasi hareketinin Suriye’de emperyalizm ile yaptığı işbirliğini ortaya koymak doğru olacaktır. Bu adım ve beraberinde yaşananlar Kürt hareketinin radikal, uzlaşmacı, güvercin, şahin, çatışmacı vs… hangi tanımda kanadı varsa hepsinin mutlak onayı ve ortaklaşması ile hayata geçmiş, hareketin en solunda olduğu varsayılan kesimler için bile sorun yaratmamıştır. Oysaki hareketin solunda olduğu varsayılan kesimlerde ve hatta Kürt hareketine endeksli hale gelen Türkiye solunda, bu işbirlikçi tutum karşısında büyük bir tepki çıkması beklenirdi. Son beş sene içerisinde böyle bir sonuç çıkmamıştır. Tersine ulusal çıkarlar adına emperyalizm ile yapılan işbirliğinin meşru olduğu ifade edilmektedir. Bununla birlikte, Kürt siyasi hareketinde iki ana çizginin, ulusalcılığın üzerine binen liberalizmin var olduğunu, bunun sentezinin oluştuğunu söylemek mümkün ve doğru olandır. Bu hareket için sosyal demokrat nitelemesi zaten mümkün olmamakla birlikte, devrimci demokrat bir hattan liberal demokrat bir çizginin egemen olduğu bir hatta geçildiğini ifade etmek gerekmektedir.
- Türkiye sermaye devletinin ve AKP iktidarının Kürt sorununda gündeme getireceği “çözüm politikası” ya da ortaya konulacak bir “barış süreci”, Türkiye kapitalizminin ihtiyaçlarından ve Kürt proleteryasının yeni rejime entegre edilmesinden başka bir anlam taşımayacaktır. Yakın geçmişte (son yirmi yıl denilebilir), bundan farklı bir sonuç çıkmamıştır. Burada yapılan temel hata Kürt siyasi hareketini tüm kanatları ve oluşumları ile birlikte bir önceki maddede yapılan şekilde değerlendirmektir. Dolayısıyla çatışma da, kurulan masalar da birbirine eklemlenmenin adı olmakta, bölgesel anlamda ise son tahlilde emperyalizmin belirleyiciliği dışına çıkılmamaktadır. Tersinden, bu değerlendirme Türkiye sermayesi ve temsilcileri için de böyledir. Kürt sorunu kimi zaman milliyetçiliğin yükseltilmesi için bir araç, kimi zaman da demokrasiciliğinin önemli bir kaldıracı olarak görülmekte, hatta bazı zamanlarda çatışma ve çözüm dönemleri iç içe geçmektedir.
- İçinden geçtiğimiz dönemin böylesi bir kesite denk düştüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Çatışma ve çözüm ikiliğinin iç içe geçtiği bu dönemde geçtiğimiz tarihsel kesitlerdeki “çözüm süreçleri”, “açılım dönemleri” gibi ulusal-demokratik hakların ön plana çıkarıldığı ve demokrasicilik oyununun oynandığı dönemlerden ziyade 2015 yılı itibariyle kesintiye uğrayan “açılım dönemi”nden elde ne kaldığına ve nelerin devam etme potansiyelini taşıdığına bakmak gerekir. Hatırlanacağı üzere o dönemin ruhu Kürtlerin “İkinci Cumhuriyet”e eklemlenmesi üzerine kurulmuş, pazarlık masası ise Abdullah Öcalan’ın serbestleşmesi karşılığında PKK’nin silahlı mücadeleyi bırakması, “Eşme ruhu” olarak adlandırılan ve Türkiye sermayesinin Ortadoğu’ya açılma hülyaları ile Kürt devletleşme arayışının iç içe geçtiği bir senteze denk düşmüştü. Ama süreç beklendiği gibi işlemedi.
- Bilindiği üzere son “çözüm süreci”nin kesintiye uğramasının temel sebebi, Türkiye sermaye devleti ile Kürt siyasi hareketi arasında Suriye bahsi üzerinden çıkan anlaşmazlık, bununla beraber Ortadoğu’da Kürt kartının emperyalizmin, özelde de ABD’nin eline geçmesi olarak görülmelidir. Gerek reel politikada yaşananlar gerekse İmralı tutanaklarında Abdullah Öcalan’ın Suriye’de Rojava’yı kırmızı çizgi olarak ifade etmesi yukarıda bahsettiklerimizin temel belirteçleridir. Hatırlanması gereken bir diğer nokta, 2014 sonları itibariyle Suriye’de emperyalizmin at değiştirdiği ve cihatçı örgütler yerine doğrudan PKK’nin Suriye’deki askeri ve siyasi örgütlenmesi olan PYD ve YPG ile işbirliğine gitmesidir. Suriye’ye dönük emperyalist müdahale Kürtler üzerinden derinleşirken, cihatçı örgütlerin hamisi olan Türkiye sermayesi ve AKP iktidarı yarı yolda kalmış, bunun bedeli ise bombalı katliamlar ile Türkiye emekçilerine ödetilmeye çalışılmıştı. Bu yazıdaki amacımız Suriye’de Kürt sorunu bağlamında son beş yıllık süreci irdelemek değil elbette, ancak tüm yaşananları da bu çerçevede değerlendirdiğimiz oranda bugün ülkemizdeki gelişmeleri anlamlandırmak mümkün olacaktır. Dolayısıyla son “çözüm süreci” ve Kürt sorunu, bahsettiğimiz tarihlerden itibaren Türkiye sınırlarını aşmış ve Suriye’de biriken çelişkiler ülkenin içine doğrudan yansımaya başlamıştır.
- Bu noktada filmi hızlı bir şekilde ileri alabiliriz. 2 Mayıs 2019 tarihinde Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla yaptığı görüşmede Suriye’de Türkiye’nin hassasiyetlerinin dikkate alınması yönünde yaptığı çağrı ve “Eşme ruhu” hatırlatması tam da önümüzdeki olası “çözüm süreci”nin dinamiklerine ve Kürt siyasi hareketi açısından bazı kırmızı çizgilerin aşındığına işaret etmektedir. Bu anlamda Kürt sorunu, Suriye’deki gelişmelere ve dolayısıyla emperyalizmin yönelimlerine daha fazla endeksli bir hale gelmiştir. Lafı uzatmadan söyleyelim. Bu tablonun varacağı yer olası bir Amerikan barışıdır ki, Suriye’nin kuzeyinde yürütülen güvenli bölge tartışmasının oturduğu yer tam da burası gibi görünmektedir.
- Hatırlanacağı üzere, Suriye’de Rusya’nın ve İran’ın aldığı pozisyon, Suriye direnişinin yenilmemesi üzerinden ortaya çıkan tablo, bölgede söz sahibi olmayan çalışan tüm güçler için yeni bir dizi parametreyi de beraberinde getirdi. Geçtiğimiz aylarda ABD Başkanı Trump tarafından “Rojava’dan çekiliyoruz” açıklaması yapılsa da, kısa zamanda bunun ABD’nin bölgedeki farklı işbirlikçileri arasında yeni bir denge kurma arayışının sonucu olduğu ortaya çıktı. Güvenli bölge tartışmalarını bir de bu bağlamda ele almak gerekmektedir. Her iki tarafın da farklı gerekçelerle ortaya attığı ve istediği güvenli bölgenin son tahlilde ABD’nin Suriye’yi bölme ve Kuzey Suriye’ye yerleşme planlarının ana parçalarından biri olduğunu görmemek için tam anlamıyla körleşmek gerekiyor. Son günlerde tüm taraflardan hızlanan Suriye diplomasisinin varacağı noktalardan birinin bu olduğunu tahmin etmek zor değil.
- Yukarıda da bahsettiğimiz üzere olası bir “çözüm sürecinin” ana bileşenlerinden bir tanesinin Suriye’deki gelişmeler olacağı açıktır. Son günlerde yaşanan diğer gelişmeler ve seçim gündemi ile yaşanan çakışma Kürt sorunu bağlamında dinamiklerin hızlanacağı bir evreye işaret etmektedir. Bir önceki “çözüm süreci”nin ana öznelerinden biri olarak lanse edilen ve zamanla düzen muhalefetinin ana unsurlarından birine dönüşen HDP seçimler üzerinden yapılan tartışmalarda en önemli odak gibi görünse de, önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmelerin odaklanacağı yer Abdullah Öcalan, Kandil, emperyalizm ve Türkiye sermaye devleti arasındaki ilişkiler bütünüdür. (Geçtiğimiz günlerde Öcalan ile Hakan Fidan’ın, Kuzey Suriye’de ise MİT ile Suriye Demokratik Güçleri yönetiminin görüştüğüne dair ortaya atılan iddiaları dikkate almak gerektiğini not edelim. Bunların gerçekliklerini en azından şimdilik kanıtlama şansımız yok ancak doğru oldukları durumda güncel siyasi gelişmeler ile paralel büyük olaylar olarak görebiliriz.) Dolayısıyla AKP’nin darbesi olduğu açık olan İstanbul seçimlerinin tekrarlanması ve Kürt meselesinde hızlanan dinamiklerin önemli bir çakışma taşıdığını ifade etmek gerekmektedir. Bu çakışma ile birlikte, Öcalan’ın avukatlarıyla yaptığı görüşmeye dair 6 Mayıs tarihinde yapılan deklarasyondan sonra Kürt siyasi hareketi cenahından “tecridin kalkması ve demokratik sürecin başlaması” yönündeki politik söylem iyice yükseldi. Özellikle PKK merkezi ve yanında duran kalemşörler tarafından başta CHP olmak üzere tüm muhalefete “tecridin kaldırılması ve demokrasi cephesi” kurulması yönünde mesajlar güçlü bir şekilde verildi. Yine aynı odaklar tarafından CHP’nin de “aslında Kemalist ve milliyetçi” olduğuna dair “hatırlatmalar” yapıldı. Devamında ise HDP Diyarbakır Milletvekili İmam Taşçıer tarafından “Kürtlerin AKP’ye oy verebileceği” yönünde ihtimallere işaret eden bir açıklama, Selahattin Demirtaş’ın ağabeyi Nurettin Demirtaş tarafından “Eğer AKP tecridin kaldırılması yönünde adım atar ve demokratik süreç başlarsa Kürtler tercihlerini değiştirebilir” vurgusunu içeren bir yazı yayımlandı. Aynı gün içerisinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüşebileceğine dair yaptığı açıklama ise gündemin merkezine oturdu. Son olarak 16 Mayıs 2019 günü Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün, Öcalan’ın avukat görüşünün serbestleştiğini ve dolayısıyla “tecridin kalktığını” açıklaması ise bu siyasi gelişmeler silsilesi içerisindeki önemli bir nokta olarak ortaya çıkmıştır.
- Ele aldığımız gelişmelerin ve özellikle 23 Haziran seçimleri öncesinde bu tablonun ortaya çıkmasının elbette sebepleri var. Bu çakışmanın AKP’nin seçimlere dönük ihtiyaçlarını gidermek, CHP’ye oy veren HDP seçmenini sandıktan uzaklaştırmak ve nötralize etmek gibi bir yan barındırdığı doğru olmakla birlikte, gayri meşru bir şekilde tekrarlanan seçimler Kürt meselesinde oldukça “meşru ve demokratik” kanalların açılabileceğinin habercisi olarak görülebilir. Pervin Buldan’ın 14 Mayıs 2019 tarihinde Meclis’teki grup toplantısında yaptığı konuşmanın sonunda “AKP-MHP faşizmine karşı demokrasi ittifakı kurulması gerektiğini” söyleyen ve doğal uzantısı olarak seçimlerde tercihlerinin İmamoğlu’ndan yana olacağını çağrıştıran bir açıklama yapsa da, konuşmasının başındaki bir vurguya dikkat çekmek gerekiyor. Buldan, “demokratik bir süreç açılırsa normalleşmenin önünü açmak konusunda” istekli olacaklarını şu sözlerle ifade ediyor: “Son derece makul ve hukuki bir talep olan tecridin kaldırılması ve avukat görüşlerinin düzenli biçimde sağlanmasını içeren bu talebin garanti altına alınmasıyla Türkiye’de siyasal ve toplumsal bir rahatlama olacaktır. Demokratik kanalların yeniden açılacağını hepimiz göreceğiz bu gerçekleşirse.”
Bunun benzeri bir dizi değerlendirmeyi ve açıklamayı Kürt siyaseti cephesine baktığımızda bulmak mümkün. Bu değerlendirmelerin pratik sonucunu ise kabaca “eğer AKP seçimlerden önce Abdullah Öcalan ile görüşmelerin önünü açarsa 23 Haziran seçimleri Kürtlerin gündeminden düşecektir” şeklinde yorumlamak çok da yanlış olmayacaktır. Böyle olup olmayacağını ise yakın zamanda göreceğiz.
- Buradan hareketle önümüzdeki süreçte Kürt sorunu bağlamında sermaye devletinin yönelimlerinin daha fazla belirleyici olacağı, CHP’nin Kürt sorunu üzerinden yaşayacağı kilitlenmeyi AKP’nin fırsata çevirmeye çalışacağı bir evreye girmeye başladığımızı bu noktada ifade etmek gerekiyor. Çünkü sadece 23 Haziran seçimleri anlamında değil, HDP’ye atfedilen kilit parti tanımlamasının bir adım sonrasında AKP’ye yarayabileceğini, oy sayılarından bağımsız düşünülse bile siyasal alanda Kürt meselesinin iktidarın elinde oyuncağa dönüşme potansiyelinin yüksek olduğunu görmek gerekmektedir. Bu noktada, Kürt hareketinin merkez odaklarına rağmen HDP’nin “daha solda durabileceği” ve onun örgütsel çalışması ile Kürt oylarının CHP’ye yarayabileceği önermesi ise geçersiz sayılmalıdır. Biraz önce de bahsettik, Kürt meselesine dair kurulması olasılık dahilinde olan yeni platformun merkezinde HDP’nin ve hatta Selahattin Demirtaş’ın durduğu bir düzlemin şekillenmesi çok mümkün değildir. Göstermelik olarak ve toplumun karşısında HDP konuşacak olsa da artık İmralı’nın kapılarının açıldığı gerçeğini görmezden gelmek pek mümkün değil. Kürt sorununda tartışmalar güncel olarak Abdullah Öcalan’a tecridin kaldırılması karşısında, Kürt siyasi hareketinin Suriye’de alacağı pozisyon” ve Türkiye’deki demokratikleşme ve normalleşme sürecine katkısı bağlamında şekillenmektedir.
- Bu yazdıklarımızın ara sonuçları olarak bazı başlıkları ifade ederek yazıyı toparlamak isabet olacaktır.
“Çözüm süreci” denilince herkesin aklına güllük gülistanlık tablolar, anlaşma ve uzlaşma düzlemleri gelse de, bir yandan çatışmaların devam ettiği, diğer yandan masa başı pazarlıkların hızlandığı bir döneme giriliyor olduğuna dair fazlasıyla alamet belirmiştir. Bunu sadece ülke içindeki gelişmelere değil, Ortadoğu ve Suriye’deki gelişmelere bakarak ele almak doğrusudur. Bununla birlikte Türkiye’nin yeni rejim düzleminde var olan ya da yeni çıkış yapmaya çalışan odaklar arasında bu konuya dair mutlak uyum olup olmadığı bilinmemektedir. Bu odakların diğer konularda ne şekilde karşı karşıya geleceğini ya da dönemsel uzlaşmalara girip girmeyeceklerini önümüzdeki haftalarda daha açık bir şekilde göreceğiz. Bahsettiğimiz olayın AKP’nin muhalifleri tarafından seçim öncesinde bölünüp bölünmeyeceği olduğu anlaşılıyor olsa gerek.
Çatışmaların devam ettiği süreçte, her yeni düzlemin kendince bir pazarlık zemini olacaktır. Abdullah Öcalan’ın son mektubunda bahsettiği 2013’e dönme çağrısı ise İkinci Cumhuriyet’e Kürt emekçilerinin ve Kürt siyasetinin eklemlenmesi başlığında önemli tavizlerin verileceğine dair bir mesaj olarak okunabilir. Böylesi bir dönemde PKK’nin ateşkes çağrıları bile pazarlık masasının önemli kozları olarak görülecektir. O evreye kadar daha “tecridin kaldırılması, açlık grevlerinin ve ölüm oruçlarının sonlandırılması, demokratik sürecin başladığına dair sinyallerin ortaya çıkması” gibi bir dizi aşama ve pazarlık kozu olduğunu bilmek gerekir. Geçmişte de benzeri bir süreç yaşandığı, 2012 yılının Eylül ayında PKK’li tutsaklar tarafından “Öcalan’a özgürlük” başlığıyla açlık grevlerinin başlatıldığını, Kasım ayında Öcalan’ın talimatıyla bitirildiğini ve devlet ile Öcalan arasındaki görüşmelerin açlık grevleri sırasında başladığı hatırlanacaktır.
Tüm bu tartışmalar içerisinde 23 Haziran seçimleri önemli bir yerde durmaktadır. Taktik gerekçelerle bile olsa AKP iktidarı Kürt meselesinde ortaya çıkan verili tabloyu İstanbul seçimleri için avantaja çevirmek için elinden geleni yapacaktır. Sürecin kimin lehine işleyeceği, iktidarın tüm bu adımları atabilecek gücünün olup olmadığını ise yakın zamanda göreceğiz. Böylesi bir evrede HDP’nin gidip doğrudan AKP’ye destek vereceği ya da ittifak yapacağına dair bir önermenin ayakları ise havadadır. İkinci Cumhuriyet’in yerleşmesi, emperyalizm ile ilişkiler, piyasacılık vb… başlıklarda uyum potansiyeli taşıyan ve belli oranlarda anlaşma zeminine giren öznelerin bu durumu seçim platformuna açık bir şekilde taşımaması da taktik yaklaşımların bir parçası olarak görülebilir.
Son tahlilde Türkiye kapitalizminin yönelimleri ve emperyalizmle ilişkiler dışında bir sürecin mümkün olmadığı açıktır. Ancak, yeniden başlayacak bir “çözüm süreci” için olumlu görüş bildirecek en temel kurumlardan bir tanesinin de 23 Haziran seçimleri ile ilgili “kaygı” belirten TÜSİAD olacağını şimdiden ön görmek çok da yanlış olmayacaktır.
Toparlarsak, Türkiye’de “emekçilerin baharı” için sermaye iktidarından ve düzen muhalefetinden bağımsızlaşan, anti-emperyalist duruştan taviz vermeyen, gericiliğe karşı mücadele eden sol, sosyalist bir hat gerçek anlamda halkların kardeşliğinin ve Kürt emekçilerinin eşit yurttaşlık hakkının garantisi olabilir. Bunu söylemekten vazgeçmemek, doğru çizgide durmakta ısrar etmek anlamına gelmektedir.