Ne bekaymış ama...
"Bizlere göre AKP’nin de, MHP’nin de beka adını verdikleri mesele, yerli yabancı sermaye ve emperyalistlerin bekası ile uyumlu bir çerçevede görülmelidir. O yüzden “devletin ve milletin bekası” yine ve yeniden emperyalistlerin yönelimlerine ve çıkarlarına endeksli bir haldedir."
Genelkurmay İstihbarat Daire Eski Başkanı İsmail Hakkı Pekin, Hakan Fidan’ın 2011 tarihinde ABD ile anlaştık dediğini aktarıyor.
Bu anlaşmanın siyasi karşılıkları konusunda bizlerin şüphesi yoktu. Şimdi ortaya çıkması da çok şaşırtıcı değil. O dönem Genelkurmay İstihbaratı’nın başında olan Pekin’in 2011 Adana Mutabakatı’nın yapıldığı esnada, bir yemeğin sonrasında Fidan tarafından kulağına fısıldanan bu gerçeği şimdi ortaya koyması ise muhtemelen tekrar kızışan Adana Mutabakatı tartışmaları ile ilgili olsa gerek.
O yüzden şimdi özellikle AKP-MHP bloğu tarafından fazlasıyla dillendirilen “beka sorunu” üzerine bir tartışmayı yapmak ve ülkemizdeki kadim işbirlikçi unsurların güncel pozisyonlarını ortaya koymak gerekiyor. Bir yandan da o çok söyledikleri “devletin ve milletin bekasının nereden başlayıp nerede bittiğine” dair yürütülen hamaseti ortaya koymak önem taşıyor. Bunları ortaya koymadığımız oranda emekçilerin gözüne indirilen perdeyi ortadan kaldırmak pek mümkün değil.
Çok geriye gitmeye gerek bulunmuyor, 2002 seçimlerinde emperyalizmin desteği ile iktidara gelen AKP’nin ilk icraatının Irak işgalinde yer almak olduğunu kimse unutmadı.
Irak işgaline ortaklık amacıyla, Türk askerinin Irak’a gönderilmesi için çıkartılacak tezkerenin karşılığında verilecek 8,5 milyar dolar vesilesiyle Bush yönetimine kapılananlar bugün ülkenin bekasından bahsediyorlar. Bugüne kadar yaptıklarını örtmenin en kolay yolu bu olsa gerek.
Her söze terör tehdidi ile başlayıp emperyalizmin politikalarını el çabukluğu ile hasıraltı etme kabiliyetine sahip Devlet Bahçeli, 2003 yılında Irak’a asker gönderme ve ABD askerlerinin ülkemize yerleşmesi konusunda çıkartılmak istenen tezkereye Meclis dışarıdan verdiği destekle hatırlanıyor. Hatta 1 Mart’ta tezkerenin Meclis’ten geçmemesi sonrasında Bahçeli, tezkereyi geçiremeyen AKP iktidarını “Türkiye’ye kabul edilecek yabancı askerlerin mevcudiyeti ve emelleri konusunda Türk kamuoyunda oluşan haklı tereddütlerin ortadan kaldırılamamakla” suçluyor. Ne kadar manidar değil mi?
Devamında olanları unutmayalım. AKP iktidarı ve liberallerin büyük huruç harekatı olan Avrupa Birliği sürecine girilirken, Avrupa Birliği yerel yönetimler özerklik şartı gündemdeyken, küreselleşme adına Türkiye’nin altı üstüne getirilirken yine sermaye iktidarına en büyük desteğin nereden geldiğini hatırlıyoruz değil mi? MHP ve Genel Başkanı Bahçeli o dönem de “AB’ye onurlu üyelik” edebiyatı ile toplumun karşısına çıkmaktaydı.
Benzeri bir duruşu Afganistan’a ve ilerleyen yıllarda Irak’a asker gönderme tezkerelerinde görürsünüz.
Ülkenin tüm değerlerinin satılması anlamına gelen özelleştirmelere bakınca AKP’nin de MHP’nin de milli çıkarlardan bahsettikleri her noktanın yerli ve yabancı sermayedarların çıkarları olduğuna dair beis yoktur. Arap sermayesine satılan Telekom’un günümüzdeki içler acısı durumunun mimarları bugün iktidarı paylaşıyorlar ve utanmadan kendilerine “Cumhur ittifakı” adını veriyorlar. Telekom’u yabancı sermayeye satma operasyonunu yapan AKP, ondan yıllar önce Telekom üzerinde IMF’nin hegemonya kurmasını sağlayan “niyet mektupları”nı okumadan imza eden zat 2001 yılının Başbakan Yardımcısı Bahçeli idi.
Örnekleri çoğaltabiliriz… Hele ki özelleştirmeler bahsinde aşağı yukarı aynı şeyler karşımıza çıkar. Her örnekte tüm oklar Türk-İslam sentezinin Türkiye sağının en temel genetik kodu olduğunu gösteriyor. Mesele emperyalizm işbirlikçiliği olunca aralarında fark da mesafe de kalmıyor. Bugün birlikte hareket etmeleri ve yine ortaya “beka sorunu” adı verdikleri başlığı atmaları ise tesadüf değil. Bu seferki ortaklık ise “güvenli bölgede” kuruldu. Daha önce de ifade ettik. Suriye’de başlayan güvenli bölge tartışması bölgede kurulacak Amerikan şemsiyesinin ve devamında barışının adıdır. Türkiye’de sermaye iktidarı “terör tehdidine karşı”, bölgede Kürt siyasi hareketi ise “Türkiye’nin işgal tehdidine” karşı aynı çizgi üzerinde buluşmuştur.
Bizlere göre AKP’nin de, MHP’nin de beka adını verdikleri mesele, yerli yabancı sermaye ve emperyalistlerin bekası ile uyumlu bir çerçevede görülmelidir. O yüzden “devletin ve milletin bekası” yine ve yeniden emperyalistlerin yönelimlerine ve çıkarlarına endeksli bir haldedir.
Eğer tersi yönde bir düşünce varsa, Türkiye’nin Suriye devleti ile masaya oturması, emperyalist ülkeler ile yapılan anlaşmaların iptal edilmesi, emperyalizmin bölgedeki politikalarına göbekten cephe alınması, emperyalizmin ülkemizdeki askeri ve siyasi varlığına son verilmesi gerekmektedir.
Gerçek beka tartışması ancak böyle yapılabilir. Bunun içinse ülkede devrimci bir iktidar gerektiği gün gibi açıktır.