23 Haziran karşı-devrimin yenilgisini getirir mi?

23 Haziran karşı-devrimin yenilgisini getirir mi?

30-06-2019 08:30

12 Eylül ve 28 Şubat’ın çocuğu olan Adalet ve Kalkınma Partisi 1923 Cumhuriyeti’nin tarihe kaldırılması projesi olarak iktidara geldiğinden beri ilk gerçek ve esaslı seçim yenilgisinin düzen siyaseti için esaslı sonuçları olacaktır. Bu sonuçlarla Türkiye’nin tarihsel yolculuğunun nereye taşınacağı ise önümüzdeki dönemde siyasetin konusu olacaktır.

Zafer Aksel Çekiç

Tarih cilve yapmayı sever. Recep Tayyip Erdoğan’ın 20 yıl sonra Cumhurbaşkanlığı’na uzanacak siyasi yolculuğunun 1994’te başladığı İstanbul’da 2017 Referandumu’nun ardından bu kez somut bir siyasi rakibe karşı ağır bir yenilgi aldı.

Ekrem İmamoğlu’nun 23 Haziran’da elde ettiği sonuç, Erdoğan’ın 2017 Referandumu’nun ardından sarf ettiği “İstanbul’da teklersek, Türkiye’de tökezleriz” sözlerini akıllara getiriyor.

Seçim sonuçları AKP’nin özellikle son yıllarda büyük kentlerde yetişen kuşakları ve özellikle genç nüfusu ikna etmekte zorlanması karşısında İstanbul’da 2017’den beri gerilemesinin doğal bir uzantısı sayılabilir. Ama ilk gününden beri Erdoğan ile birlikte olan Binali Yıldırım’a karşı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde alınan oyun Erdoğan’ın daha yüksek katılımlı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı oyu dahi sayıca aşması bu sonuçları özel bir yere koyuyor.

Tüm bunlara karşın, Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi geleceğinden daha fazla sermaye düzeninin geleceği ile ilgilenenler için bu seçim sonuçlarını “eşsiz bir zafer” saymak için elimizde ne olduğunu anlamak gerekiyor.

2. Cumhuriyet’in normalleştirilmesi arayışları

1923 Cumhuriyeti’nin iktisadi temellerinin özelleştirmelerle ve toplumsal tabanının Cumhuriyet Mitinglerinin apolitikleştirilerek bizzat örgütleyenleri tarafından etkisizleştirilmesiyle birlikte, 2007’den sonra AKP emperyalizm ve içerideki uzantıları FETÖ gibi diğer gerici odaklarla bir ittifak halinde 1923 Cumhuriyeti’nin yerine mutlak olarak piyasacı, gerici ve bağımlı bir “2. Cumhuriyet”in ikame edilmesi projesine girişti.

Bu projeye genel olarak ikna olmayanlar veya bekleyip görme yanlısı olanlar zaman içinde pozisyonlarını değiştirdiler. Bu açıdan iki kritik tarihi dönemeci biliyoruz. Bunlardan bir tanesi Türkiye tarihinin en büyük toplumsal olayı olan Haziran Direnişi ve diğeri ise yıllarca beslenip büyütülen ABD’nin “5. kolu” FETÖ’nün kanlı darbe girişimiydi.

İlkinin ardından milyonlarca insanın sola ve özellikle sosyalist sola açık bir şekilde ülkenin dört bir yanında siyasi sloganlarla başkaldırması sermaye düzenini ürkütmüştü. Bu dönemin liberallerin “flamasız Gezi” yaygaralarının ardından CHP ve HDP üzerinden sandıklara sıkıştırılması ve Türkiye’nin önündeki sorunun 2. Cumhuriyet’ten ziyade Recep Tayyip Erdoğan’ın kişiliğine indirgenmesi ile sermaye düzeninin bütünüyle ikna olmaya hazır olduğu bir tablo ortaya çıktı.

İkincisinin ardından ise “Yenikapı Ruhu” geldi. Görünürde uzun yaşamış gözükmese de Kanlı darbe girişiminin ardından henüz birkaç ay geçmişken başkanlık rejimi için referanduma gidildi. Bu referandumda açıkça parlamenter sisteme dönüş vaadinde bulunan tek parti ve adayın faşist İP ve adayı Meral Akşener olduğu unutulmamalı.

2013’ten sonra “tatava yapma”lardan dualarla başlayan mitinglere uzanan yolculukta gericilikle barışan, piyasacılığı tartışmayan ve bağımlılığı sorgulamayan bir Erdoğan karşıtlığı geriye kaldı.

Tahribatı geri çevirme niyeti var mı?

2008 yılında dönemin TKP’si tarafından “AKP’yi istemiyoruz” sloganıyla yükseltilmek istenen AKP karşıtlığı o dönemde sermaye düzeninin çözüm iddiası taşıyan tek aktörüne karşı önemli bir çıkış teşkil ediyordu. Sermaye düzenini unutmakla suçlanan TKP’nin AKP’yi hedef tahtasına oturtmanın gereklerini anlatması yeterli olmamıştı.

Bununla birlikte 2015’te Kürt siyasi hareketinin “Çözüm Süreci”nin tıkanmasının ardından Erdoğan karşıtlığını öne çıkartmasıyla bu kez sermaye düzeninin “Erdoğan’sız 2. Cumhuriyet” arayışlarının öne çıkartıldığına şahitlik ettik. Bu süreçte 2. Cumhuriyet’in temel parametrelerinde tüm sermaye aktörlerinin uzlaştığı bir dönemden geçilmiş oldu. Bu bağlamda, “Erdoğan ile” veya “Erdoğan’sız” ya da bir başka açıdan ifade edecek olursak “günahlar”ın Erdoğan’a yıkılıp sistemin düzeltilerek ilerlendiği ama bir geriye dönüşün de önünün tamamen kesildiği bir yönelimin hakim olduğu söylenebilir.

Bu noktada başkanlık rejiminin TÜSİAD’da cisimleşen büyük sermaye başta olmak üzere sermaye düzeninin 40 yıllık rüyası olduğunun da altını çizmek gerekiyor.

Bu tabloda, “kucaklaşma”nın öne çıkartıldığını, İHH gibi en gerici siyasal İslamcılarla yapılan işbirliği ile övünüldüğü, neticede bir sosyal demokrattan ziyade popülist söylemlere yakın duran ama bir inşaat patronu olan yeni bir belediye başkanı ile bu süreci tersine çevirme niyeti olan bir düzen aktörü ortada yoktur.

Yeni bir “devrim” kapıda mı?

12 Eylül ve 28 Şubat’ın çocuğu olan Adalet ve Kalkınma Partisi 1923 Cumhuriyeti’nin tarihe kaldırılması projesi olarak iktidara geldiğinden beri ilk gerçek ve esaslı seçim yenilgisinin düzen siyaseti için esaslı sonuçları olacaktır. Bu sonuçlarla Türkiye’nin tarihsel yolculuğunun nereye taşınacağı ise önümüzdeki dönemde siyasetin konusu olacaktır.

1923 Cumhuriyeti’nin yıkılması ve 2. Cumhuriyet’in kuruluşu sürecinin AKP’nin önce tek siyasi aktör olarak son dönemlerde ise çeşitli ittifaklarla yürüttüğü bir karşı-devrim süreci olduğunu biliyoruz. 23 Haziran’da Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi hayatının en ağır yenilgisini almasının sonuçları olacaktır.

Ancak bu sonuçların uzanacağı yerlerin sermaye düzeni ve başkanlık rejiminin “ılımlı laiklik” ile emperyalizme uyumu yakalamak üzerine olacağı söylenebilir. Bu yönelimden AKP eliyle gerçekleştirilen “karşı-devrim”e karşı yeni bir “devrim” çıkarmayacaktır. Bugünden görünen düzen aktörlerinin Cumhuriyet değil demokrasi dedikleridir.

Bununla birlikte aydınlanma, kamuculuk, bağımsızlık gibi 1923 Cumhuriyeti’nin paylaştığı değerlerin üzerine yükselebilecek bir eşitlik ve özgürlük mücadelesi ile yeni bir cumhuriyete erişme ihtimalleri önümüzdeki dönemin temel ekseni olacaktır. Bu sürecin sessiz, sorunsuz, krizsiz yaşanmayacağı açıktır. Dolayısıyla umut da vardır.