AKP kendi hukukunu yerleştiriyor

AKP kendi hukukunu yerleştiriyor

05-10-2019 07:23

Oysa her ne kadar metnin her yerinde “ifade özgürlüğü” geçse de kadınların yaşam, çocukların eğitim hakkının bile sağlanamadığı bu ülkede, avukatlar savunmalık görevini yaparken, gazeteciler ve akademisyenler cezaevlerini doldururken, her sayfada “ifade özgürlüğü”nün geçtiği bu metnin neredeyse bir alegori olduğu bile söylenebilir.

Selin Aksoy

 

Mayıs ayında Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan Yargı Reformu Strateji Belgesi ile ilgili tartışmalar daha tüketilmeden, belgenin ilk paketine ilişkin 39 maddelik kanun teklifi AKP’li milletvekillerin imzası ile 30 Eylül günü TBMM Başkanlığı’na sunuldu.

En son açıklanan paketin içeriğine değinmeden evvel, genel anlamda Yargı Reformu Strateji Belgesi  ile getirilmeye çalışılanın nasıl bir düzen olduğunu anlamaya çalışalım. Strateji belgesinde 9 amaç ve hedef saptanmış olduğunu görüyoruz; Hak ve Özgürlüklerin Korunması ve Geliştirilmesi, Yargı Bağımsızlığı, Tarafsızlığı ve Şeffaflığının Geliştirilmesi, İnsan Kaynaklarının Nitelik ve Niceliğinin Arttırılması, Performans ve Verimliliğin Arttırılması, Savunma Hakkının Etkin Kullanımının Sağlanması, Adalete Erişimin Kolaylaştırılması ve Hizmetlerden Memnuniyetin Arttırılması, Ceza Adaleti Sisteminin Etkinliğinin Arttırılması, Hukuk Yargılaması ile İdari Yargılamanın Sadeleştirilmesi ve Etkinliğinin Arttırılması ve Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yöntemlerinin Yaygınlaştırılması olarak başlıklandırılan bu hedeflerin yargı alanına yönelik bütünlüklü bir “yeniden yapılandırma” çalışması olduğunu anlamak zor değil.

Metin “demokrasisini güçlendirmeye, hak ve özgürlükleri geliştirmeye ve genişletmeye güçlü bir şekilde vurgu” yapıyor, zaten AKP’li milletvekillerin de açıklamaları çoğunlukla bu kapsamda.  Oysa her ne kadar metnin her yerinde “ifade özgürlüğü” geçse de kadınların yaşam, çocukların eğitim hakkının bile sağlanamadığı bu ülkede, avukatlar savunmalık görevini yaparken, gazeteciler ve akademisyenler cezaevlerini doldururken, her sayfada “ifade özgürlüğü”nün geçtiği bu metnin neredeyse bir alegori olduğu bile söylenebilir.

AKP’nin kendi rejimini kurması sürecinde hukuku ve yargıyı kullandığına, yargı alanını araçsallaştırdığına ilişkin çok şey söyledik. Bu süreçte yargı sadece bağımsız ve tarafsızlığını kaybetmedi, aynı zamanda uluslararası sermayenin talepleriyle uyumlu bir şekilde özelleştirildi. Dolayısıyla“ Yargı Reformu Stratejisi” ve ilk paketin de AKP’nin yeni yargısının yerleşme hamleleri olarak okumak gerekir. Stratejinin tüm maddeleri ayrı ayrı değerlendirmeyi hakkediyor ancak bu sayfalardaki yerin kısıtlılığından, bazı dikkat çekici kısımlara değinmek isteriz.

Savcı ile pazarlık

AKP Grup Başkanvekili Mehmet Muş, teklifin içeriğine dair bilgiler verirken şöyle diyor: “Seri mahkeme usulü yani cumhuriyet savcısıyla şüphelinin anlaşması. Bu, dünyada ABD’den Avrupa’daki pek çok ülkeye kadar olan bir uygulama. Bunu ceza ve adalet sistemimize getiriyoruz. Aynı şekilde belli bir yıla kadar olan suçlarda ‘basit yargılama’ yani ‘duruşmasız yargılama’ usulünü de Türk hukuk sistemine getirmiş olacağız.”

Gözaltında ve cezaevlerinde işkenceleri ile meşhur olan polis teşkilatımızın, yakaladığı herhangi birini savcının önüne getirmesi ile gerçekleştirilecek seri usul, uzun yargılama süreçlerine ilişkin içimizi öyle rahatlatacak ki!’

Oysa Muş’un ifadesinde değindiği bu ABD’deki bu uygulamalarda, “suçu psikolojik veya fiziki işkence yöntemleriyle zorla kabul ettirme ya da daha yüksek cezayla tehdit ederek itirafa zorlama, bu itirafa dayanarak şüpheliye şantaj” ile şüphelinin işlemediği suçu kabul etmeye zorlandığına ilişkin araştırma sonuçları var. Şüphelilerin “kolluk güçlerinin işkence, tehdit ve şantajları nedeniyle; yasal haklarını bilmedikleri veya yanlış bilgilendirildikleri için; sahte kanıtlarla ikna edilerek; daha büyük bir cezayla karşı karşıya kalmaktan korktukları için” suçu üstlenebildikleri belirtiliyor. Bu uygulamayı Türkiye’ye uyguladığınızı sadece bir kez hayal edin!

Düşünceye özgürlük!

2018 yılındaki bir araştırmaya göre; Erdoğan’ın göreve başladığı 2014 yılı içinde Cumhurbaşkanına hakaret suçundan 682, 2015 yılı içinde 7 bin 216 ceza soruşturulması açılmış, 2016 yılında ise çok ciddi bir artışla 38 bin 254 ceza soruşturması açılmıştır. Aynı rapora göre 2010-2017 döneminde ise en çok dava TCK 314/2 kapsamında silahlı örgütlere üyelikten açılmıştır. 2015’te bu hükme dayanarak 14 bin 854 dava açılmışken, 2016’da açılan dava sayısı yüzde yüz artarak 29 bin 434’e ulaşmıştır. OHAL döneminde yayınlanan KHK’ler ile toplam 116 bin 250 kamu görevlisi hakkında bir daha kamu görevinde yer almamak üzere ihraç kararı verilmiştir. 118 kamu üniversitesinden ihraç edilen akademisyen sayısı 2017 sonu itibarı ile 5 bin 822’dir.

Şimdi böyle bir Türkiye’de Stratejiye göre Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesinin ikinci fıkrasında değişiklik yapılmak isteniyor ve “Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” cümlesi eklenmesi öngörülüyor.

Yukarıda bir kısmına yer verdiğimiz sayıları yaratanların, “yargıda reform” adı altında, ifade özgürlüğü savunuculuğu yapmaları en hafif tabirle saçmadır.

Çünkü hala cumhurbaşkanına hakaret suçundan cezalar verilmektedir, en ufak eleştiri cümlesi/kelimesi suç olarak yorumlanmaktadır. İktidar, herhangi bir siyasi eleştiriye tahammül edememektedir. Hal böyleyken bu davalarda, beraat kararı verebilecek bir bağımsız yargı dahi ortada yokken, bu ifade ile stratejiyi “özgürlük” belgesi olarak yorumlamak mümkün görünmemektedir.

Avukatlara sınav! Sınavı kazanamazsan polis ol!

DGM’lerin özel yetkili mahkemelere dönüşümü, sulh ceza hakimliklerinin kurulması, daha sonrasında HSK’daki yapısal dönüşümler, Anayasa Referandumu, 15 Temmuz sonrası sürgünler, KHK’lar ile yargıçlar ve savcıların büyük bir kısmını kontrol altına alınabilmesine karşın, avukatlar hiçbir zaman iktidar tarafından teslim alınamayan taraf olarak kaldı. Bu nedenle de strateji belgesinde bu teslim alamayışın sonuçlarını da görüyoruz.

Strateji belgesi, avukatlık mesleğinde niteliksizleşme sorununa karşı sınavdan bahsetmektedir. Metnin kısıtlı açıklamasına göre bu sınav hâkim-savcı yardımcıları, noter yardımcıları ve avukatlık stajı için hedefleniyor. Ama işin gerçeği, Türkiye’deki hukuk fakültesi sayısının günden güne artarken, kadrolarında yeterli profesör/doçent olup olmadığının denetlenmediği bir ortamda niteliksizleşme sorununun öğrenciler üzerine bırakılmasıdır. Bu avukatlık alanının piyasalaşması, şirketleşmesi anlamına gelecektir. Bir yandan bu sınavlara hazırlık için kurslar ortaya çıkacak, sınavı kazanamayan ancak hukuk fakültesi mezunu olan kişileri  (ara elemanlar) ortaya çıkacaktır.  Dolayısıyla sınavın, işçi avukatların sorunlarını daha da derinleştireceği açıktır.

Türkiye’de ihtiyacın iki katı kadar avukat olduğunu söyleyebilen Türkiye Barolar Birliği başkanı Metin Feyzioğlu, bu sınavı kazanamayan hukuk mezunlarının “polis” olması yönünde teşvik edilmesi gerektiğini söylüyor. “Bu çözümün “hukuk devletine güç vereceğini” savunan Feyzioğlu, “Polis amirlerinin hukuk fakültesi mezunu olmalarını sağlamalıyız” diyerek avukat olamazsan polis ol diyor… Üniversitelerin kontenjanları, eğitimin içeriği, eşitsiz gelişim, avukatlar arası sömürü ise gündem dahi edilmiyor.

Yargı paketinde Pasaport Kanunu, Avukatlık Kanunu, Noterlik Kanunu, Yükseköğrenim Kanunu, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri Ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu Ve Görevleri Hakkında Kanun, İdari Yargılama Usulü Kanunu, Hakimler Ve Savcılar Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev Ve Yargılama Usullerine Dair  Kanun, Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, Çocuk Koruma Kanunu, Denetimli Serbestlik Hizmetleri Kanunu, İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun gibi çok geniş kapsamda kanun değişiklikleri öngörülüyor.

Hukuk güvenliğinin, hakimlik teminatının, yargı bağımsızlığının kalmadığı, bırakın ifade özgürlüğü yaşam hakkının bile pervasızca ihlal edildiği, ülkenin rejiminin değiştirildiği, seçimlerin dahi OHAL ortamında yapılabildiği bir ortamda artık yaşananların “hukuksuzluk” olarak tanımlanması yetersiz kalmaktadır. Yargı Strateji Belgesi ile de bütünen görebildiğimiz gibi AKP, kendi hukukunu yerleştirmektedir.