AKP’nin dış politika serüveni: Bir dönemin sonu
23-10-2019 07:15‘Suriye’de namaz kılma’ söylemi salt Esad’a karşı hamasi bir söylem değil, İslam coğrafyasına mezhepçi bir müdahaleydi de. Hayalperestlik ve Osmanlıcılık ‘bölgede hamilik’ ya da abartılarak bir tür halifelik sevdasına dönüştü.
Nevzat Kalenderoğlu
Dış politikada başarısızlıkları ve maceraperestliğiyle bilinen Davutoğlu ekibi, içinden geçtiğimiz süreci “Madem ki, Davutoğlu’nun politikaları yanlıştı, o zaman bu politikalar niye değiştirilmedi?” sorusuyla bir nevi aklanma süreci olarak görüyor, haklıdır.
Görüp, artırabilir miyiz? Türkiye’de sermayeye ve uluslararası konjonktürde emperyalizme göbekten bağlı sağ iktidarların bu bağımlılığın gereği olarak maceraperestlikte, ‘mayın eşeği’ olma rolünde, mezhepçi ve saldırgan, cihatçı denilebilecek bir üst kümede toplanan Amerikancı İslamcı ekiplerin hamiliğini üstlenmede birbirlerinin aynısı ve devamı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Devlet, sermaye, uluslararası konjonktür, devlet politikaları ve ona uygun aktörler.
Özellikle günümüzün baş döndürücü gelişmelerini ön plana itilmiş aktörlere ve onların ‘ilginç’ karakteristik özelliklerine bakarak değerlendirmeye çalışmak çoğu kez yanılgıya sürüklüyor. İşin özü, cambaza bakakalınması; arka plandaki gerçekliği ve sürekliliği kaçırmamıza da sebep oluyor.
Donald Trump’ın tivitlerindeki iç tutarsızlıktan Amerikan siyasetinin kafa karışıklığının sezilmesi veya Cumhuriyetçilerin Trump’ının Ortadoğu söz konusu olduğunda Demokratların Obama’sını suçlaması, önünde sonunda ABD’nin 10 yılı aşkın süredir Ortadoğu’daki organik müdahalesini unutturuyor.
Erdoğan’ın tercihlerine indirgenerek anlamlandırılmaya çalışılan Türkiye veya AKP dış politikası, Trump’ın “Obama yüzünden…” yollu savunması gibi “Davutoğlu’nun maceraperestliği yüzünden…” şeklinde yapılan ‘iç siyaset’ müdahalelerinin Türkiye’nin 17 yıllık dış politik tercihlerini perdelediği gibi…
Son kertede, Demokrat Obama yüzünden girilen Ortadoğu bataklığında Cumhuriyetçi Trump nasıl ki dans etmeye devam ediyorsa; Davutoğlu döneminin hayalciliği ile girilen Ortadoğulu İslamcı ‘muhalif’lere oynama stratejisi ve yeni-Osmanlıcılık maceracılığı Erdoğan döneminde de bir biçimde devam ettiriliyor. Obama’nın kan ile suladığı coğrafyadaki Türkiye-ABD müttefikliği, bugün Trump ile kurulan stratejik ittifak ile devam ettirilmeye çalışılıyor. Nüanslar kuşkusuz vardır, Rusya ile açılan defterler bile başlı başına bir ‘koz’dur; ancak devletler nezdinde dış politika hala belli bir sistematikle ve ona uygun figürler bulunarak, devşirilerek yapılmaktadır; anlatılmak istenen de budur.
Tam da bu süreçte Davutoğlu ekibinin kendileriyle benzerlik kurduğu dış politika yönelimlerinin bugününe bakmadan, 17 yıllık koca bir serüvenin uğrak noktalarını kabaca anımsamak gerekmektedir.
2001-2002 kuruluş sürecinde AKP, adına ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ adı verilen bir organizasyonun eş başkanı olarak siyaset sahnesine hazırlandı. Buna engel gösterilen ‘eski’ Cumhuriyet’in karakteri tasfiye edilirken sermayenin, siyasete soyunmuş İslamcıların, Cumhuriyet’e düşman Batıcı ‘aydıncıkların’, Sovyetlerin dağılmasından sonra fikirleri fonlanan liberallerin ve kabaca Cumhuriyet düşmanlarının konsorsiyumu kuruldu. Döneme dışarıdan ABD başta olmak üzere, AB’nin ve Körfez ülkelerinin desteği yadsınamaz.
2007’den itibaren bu dönüşüm sürecine ayak direyen bütün kesimler ve kurumlar budanırken, operasyonlara uğrarken dönemin ana muhalefetine kadar bütün siyasi cenahlar ‘yeni’ Türkiye fikriyatına bir biçimde ikna edildi.
Büyük Ortadoğu Projesi denilen ve Türkiye üzerinden ideolojik ihraç şeklinde kurgulanan ‘Ilımlı İslam’ modeli Ortadoğu’ya ve eski rejimlere parmakla gösterildi.
Şimdilerde çok eleştirilen Obama’nın Türkiye ziyareti, Meclis’te yaptığı konuşma ve AKP’nin büyük ‘piar’ı bugün pek hatırlarda değil. Obama ‘model ortaklık’tan bahsederek ‘ideolojik ihracat’a hem Ortadoğu’nun hem de Batı’nın ilgisini çekti.
Ilımlı İslam ihracı nihayetinde ‘Osmanlıcılık’, ‘yeni-Osmanlıcık’ hülyalarına yol açtı. Davutoğlu ile özdeşleştirilen maceracılık başladığında, yani Obama ziyaretinin gerçekleştiği 2008’de Davutoğlu henüz Dışişlerinden sorumlu idi. Bir bütün olarak Obama tarafından verilen misyon ‘baş üstüne’ denilerek kabul edildi.
2010’a gelindiğinde Ortadoğu’da da diriltilen ‘renkli devrimler’ sürecinde Türkiye üzerindeki yeni Osmanlıcı gömleği ile dahil oldu. Libya’ya, Irak’a, Tunus’a, Mısır’a, Suriye’ye müdahil oldu. Müslüman Kardeşler ile kurulan ideolojik ortaklık sonuç olarak bu ülkelerde organik desteğe de evrildi.
‘Suriye’de namaz kılma’ söylemi salt Esad’a karşı hamasi bir söylem değil, İslam coğrafyasına mezhepçi bir müdahaleydi de. Hayalperestlik ve Osmanlıcılık ‘bölgede hamilik’ ya da abartılarak bir tür halifelik sevdasına dönüştü.
Lübnan ve Irak’taki rejim kurma müdahalelerinin sahada Washington’da planlandığı gibi olmaması, Mısır’da Tunus’ta kurulmaya çalışılan rejimlerin çöküşü ABD’nin AKP iktidarına verdiği görevlerin de boşa düşmesine veya aşının tutmamasının gözler önüne serilmesine yol açtı.
2013 yılında AKP’lilerin “bir zamanlar Ortadoğu’ya ideoloji ihraç ediyorduk; şimdi neredeyse onlardan demokrasi, özgürlük ithal edeceğiz” yollu hayıflanışları dönemin sızdırılan kayıtlarında, toplatılan yayınlarında mevcut.
Üstüne bir de ABD-AKP-Ilımlı İslam üçgeninin amalgamı Fethullahçılarla yaşanan ayrışma ve devamında gelecek darbe girişimi vuku bulunca, yayılmacı dış politikanın tuzu biberi de eklendi.
AKP’nin Kürt politikası ayrı bir konu ancak hemen hemen aynı süreçte ‘Kürt açılımı’ da AKP’nin kucağında patladı. Sınır kapılarının açılması ve Habur fotoğrafıyla anılan Kürt Açılımı sürecinin bana sorarsanız en önemli momenti Öcalan’ın “Eşme Ruhu”, “İslam bayrağı altında sınırları birlikte genişletme” mesajıydı. Bugün gelinen noktaya Öcalan’ın da Osmanlıcık hülyalarına ‘evet’ dediği bir dönemden gelindi, hatırlayalım.
Yakın geçmiş ise artık hepimizin malumu. Bölgedeki Kürt güçleri ile bozulan ilişkiler AKP’nin radikal İslamcı güçlerle ittifakına ve İhvan tercihine evrildi. IŞİD, El Nusra ve ÖSO ile geliştirilen ilişkiler bölgedeki bütün ilişkileri dinamitledi.
Yeni ittifak Arap coğrafyasında, eski ittifak ortaklarında bile rahatsızlık yaratırken Türkiye’nin Ortadoğu’daki hamiliğinden meşruiyet sorgulamasına kadar ilerledi.
Bugünlerde sıkça anılan ‘Adana mutabakatı’ndan ziyade Türkiye operasyonlara ‘Misak-ı Milli’ sınırlarını hatırlatarak kolları sıvadı ve PYD’yi hedef gösterip, irili ufaklı bir dizi askeri operasyon düzenledi.
Suriye devleti 2011’den bu yana vurulan darbelerle yıkılmadı, Suriye meşru yönetimi ise haklılığını şimdiki gücüyle perçinledi. Trump’ın ‘kimyasal silah’ yalanını itiraf etmesi ve son olarak ‘Barış Pınarı’ adı verilen operasyonlarda AKP’nin ‘Suriye rejimi’ne dair yumuşatılmış söylemleri önemli bir dönemece işaret ediyor.
Erdoğan’ın ve AKP iktidarının Suriye gündeminde en fazla dillendirdiği ve hedefe koyduğu Menbiç’e dair bile artık “Rejimin girmesi olumsuz değil ama terör örgütü kalmamalı” ifadelerini kullanması önemli bir gösterge.
Yazının sınırları gereği Türkiye’nin Rusya ile dargın-barışık ilişkilerine değinilmedi. ABD’nin bu hafta yapacağı üst düzey ziyaretlerin neye yol açacağı ve Türkiye’yi hangi yönelime sokacağı konusu meraklarımızı üzerinde toplarken; büyük değişim sinyalleri aldığımızı not etmemiz gerekiyor.
ÖSO’nun yeni kimliğiyle ve binlerce mensubuyla el ele baş başa kalan Türkiye, bu yalnızlığını ‘Arap düşmanlığı’ keşfederek “değerli yalnızlık” pozlarıyla sunmaktadır. Emperyalizmle işbirliği AKP’yi iktidara taşıyan bir destek olduğu kadar bir kumardı da; emperyalizm kan ve gözyaşı ile Suriye’de yenilgiye uğrayınca onun temsilcisi de yenilmiş sayılır.
Kaba hatlarıyla hatırlatmaya çalıştığımız AKP’nin dış politikadaki 17 yıllık serüveni de gösteriyor ki; ABD’nin yönelimlerinden hiç de bağımsız olmayan, Rusya kozunun artık bir mecburiyete dönüştüğü ve İslamcılık girişiminin elde patladığı bu düzlemde; AKP iktidarı bölgedeki aparatlarına ‘yeni isim’, kendisine de gardırobundan gömlek aramak zorunda kalmıştır.
İçeride, dışarıda inandırıcılığı ise tartışılır.