Barış Pınarı Hareketi: Başarı mı, başarısızlık mı, düğüm mü, çözüm mü?

Barış Pınarı Hareketi: Başarı mı, başarısızlık mı, düğüm mü, çözüm mü?

23-10-2019 07:20

ÖSO varlığını koruyor, YPG varlığını koruyor. AKP ÖSO’nun garantörü, ABD YPG’nin garantörüdür. Şam yönetiminin garantörlüğünü ise Rusya üstlenmiş durumdadır.

Kartal Toprak

 

ABD’nin himayesiyle ve YPG tarafından kontrol edilen bölgelere yönelik Barış Pınarı adıyla düzenlenen askeri hareket ve sonrasında emperyalist ABD ile Türkiye arasında varılan mutabakat dünya kamuoyunun bir numaralı gündemi oldu.

Barış Pınarı Operasyonu’na karşı özellikle ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinden yükseltilen itiraz sesleri daha önce görülmemiş boyutta idi. Yüksek perdeden yapılan bu itirazları ABD tarafından ekonomik yaptırım tehditleri izlerken bir çok batı ülkesinden Türkiye’ye silah satışı başta olmak üzere peşi sıra yaptırım kararları geldi. Bu durum bile başlı başına bir dizi soruyu gündeme getirirken, öncesinde Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde kınanmasına dair yapılan öneriye Rusya ile birlikte ABD’nin veto etmesi, ortadaki tablonun görünenden daha derin bir muhtevaya sahip olduğunu gösteriyor.

Herkese göre “başarı”

Ancak, asıl üzerinden durulması gereken konu ise, Barış Pınarı Operasyonu’na ara verilmesine neden olan mutabakat sonrası birbirinden neredeyse taban tabana zıt açıklamalar yapılmasıdır. AKP iktidarı, ABD ile imzaladığı mutabakatı büyük bir başarı olarak görmekte ve sunmaktadır. Barış Pınarı Operasyonu’nun hedeflerine ulaştığını ve güvenli bölgenin kurularak, PKK’nin Suriye’deki uzantısı olarak bilinen YPG güçlerinin 30 km olarak tarif edilen mesafenin dışına çıkacağı, hedefin gerçekleştiği bağlamında başarılı bulmaktadır.

Kürt siyasi hareketi de kendince bir başarı öyküsü yazmaktadır. Türkiye’nin askeri operasyonuna dönük büyük bir direnişin göstergesi olarak yapılan anlaşmayı okumaktadır. Ancak 30 km’lik alanın dışına çıkılmasına evet denmesi ile direnişin boşa düşüp düşmediği çelişkisine ise hiç değinmemektedir.

Emperyalist ABD yönetimi de, imzalanan mutabakata dönük sevinç içinde. Bu mutabakatın ve anlaşmanın, ABD yönetimi açısından mutlak bir başarı olduğunu iddia etmektedir. ABD yönetimi içinde güç çekişmesiyle doğrudan ilgisi olan “başarı tarifi”, Trump muhalifleri açısından ise Trump’ın Erdoğan karşısında yenilgisi olarak görmektedir.

Rusya, renksiz. Ancak Suriye Devleti’nin ABD tarafından boşaltılan alanlara asker göndermesi ve Suriye bayraklarının bir çok yerleşim yerine çekilmesi, Kürt siyasi güçlerinin Şam yönetimini yardıma çağırması, bazı yorumcular açısından Rusya’nın akıllı taktiği olarak sunulmaktadır. Ortadaki tabloda kazanım varsa, bu kazanımın Rusya planlı Şam kazanımı olduğu yazılıp çizilmektedir.

Çözüm mü düğüm mü?

Suriye’de olası anayasa görüşmelerinin başlayacağı ve Suriye sorununun çözümü için kurulacak masanın önümüzdeki aylarda toplanacağı göz önüne alındığında Barış Pınarı Operasyonu’nun Suriye sorununda çözümün kapısını aralayacağı görüşü ve güçler dengesinin yerine oturduğu tezleri de ortalıkta geziyor. Ancak başka bir açıdan bakıldığında Suriye sorununda temel anlaşmazlık maddeleri hala devam etmektedir. ABD bir yabancı güç olarak varlığını koruyor, Fırat’ın doğusunda büyük bir askeri güç haline gelen YPG hem siyasi hem de askeri olarak varlığını sürdürüyor, Türkiye’ye bağlı “muhalif” denen cihatçı güçler de benzer bir biçimde güçlerini koruyor ve Suriye’nin kuzeyinde bir dizi yerleşim yeri Türk askerinin kontrolü altında bulunuyor, İdlib’de Türk askeri gözlem noktalarının sardığı ve içeride cihatçı çetelerin egemenliği ise devam ediyor.

Barış Pınarı Operasyonu ve sonrasında ABD-Türkiye arasında yapılan anlaşma, hem başarı-başarısızlık hem de çözüm-düğüm denklemleri ile tarif edilmeye çalışılıyor. Suriye sorununun bugün geldiği noktada, başarı-başarısızlık hikayesinin ve çözüm-düğüm ilişkisinin, anlatılan hikayelerden çok farklı olduğunu yazmak gerek.

Çözüm mü?

Barış Pınarı Operasyonu’nun Rusya’nın kayıtlarla onay verdiği biliniyor. ABD’nin ise Türkiye’nin kınanmasını veto etmemesi, “onaylamıyoruz ancak karşı durmayacağız” açıklaması, İsrail’in ise tek bir tivit dışında batıdaki koroya katılmaması Suriye sorununda daha geniş anlamda bir mutabakatın varlığına işaret edebilir. Olası bir çözümün hayat bulabilmesi ve bunun için arka tarafta büyük güçlerin mutabakatının realize olması için Türkiye’nin de böylesi bir sürecin parçası haline getirilmesi zorunluluğu, Barış Pınarı Operasyonu’nun hem kapsamını hem şartlarını hem de sınırlarını işaret etmektedir.

Böylesi bir anlaşmanın, doğal olarak önümüzdeki günlerde Suriye sorununun nasıl bir yönde ve içerikte bir çözüm getireceğini göreceğiz. Ancak verili siyasi tabloya baktığımızda, “çözümün” bir çok noktasının karanlık olduğu ve sürecin yeni düğümler attığının da altı çizilmelidir.

Öncelikle AKP’nin bütün hamasi söylemine karşı Suriye sorununda temel dengelerin değiştiğini söylemek mümkün değildir.

ABD başkanı Trump’ın “petrol noktaları tamam, Türkler ve Kürtler üzerinden garantiye aldık” minvalli açıklaması ABD emperyalizminin derdini açık olarak ortaya koyarken, “okul bahçesinde kavga edenleri ayırdık” diyerek “bir kavga edeceklerdi zaten” demeci ABD’nin Suriye’den -askeri olup olmaması bir yana- siyaseten çekilmediğini somut olarak göstermektedir. AKP’nin “ABD’ye rağmen ve ABD’nin oyunlarını bozmak için” diye propaganda ettiği Barış Pınarı Operasyonu’na yüklediği anlamın ABD Başkanı Trump’ın açıklamalarıyla nasıl boşa düştüğü de ayrıca belirtilmelidir.

Yine aynı şekilde Türkiye’nin güvenli bölgeyle kendisinin kontrol ettiği alanların AKP tarafından iddia edildiği gibi uzun bir alanı değil dar bir alanı kapsaması ve bu bölgelerin ÖSO kontrolüne bırakacak olması, çözümü kolaylaştıran değil, zorlaştırıcı bir öge olarak görülmelidir.

Keza YPG’nin 30 km derine inmesi YPG’nin varlığını ortadan kaldırmıyor. Türkiye, YPG ile sınırına daha ileriye taşımak dışında bir anlama gelmeyen bu durum, sadece şurada farklılaşmaktadır. Türkiye ile YPG arasına Arap nüfusun yerleştirme politikası. Bununla birlikte ABD tarafından büyük miktarlarda silahlandırılan YPG’nin hem askeri hem de politik olarak gücünü koruduğu bilinmelidir. Bu gücün Türkiye ile olan sorunları Güvenli Bölge ile çözülürken Suriye ile siyasi ve askeri sorunların nasıl bir çözüme kavuşturulacağı tartışma konusudur.

Verili durumun bir diğer yanı ise İdlib’tir. Türkiye İdlib karşılığında Barış Pınarı Operasyonu konusunda Rusya ile pazarlık yapıp yapmadığı bir başka merak konusu olarak karşımızda duruyor. Afrin-El Bab operasyonlarından önce Halep’ten Türkiye destekli cihatçıların çekilmesi hatırlanmalıdır.

ÖSO varlığını koruyor, YPG varlığını koruyor. AKP ÖSO’nun garantörü, ABD YPG’nin garantörüdür. Şam yönetiminin garantörlüğünü ise Rusya üstlenmiş durumdadır.

Eğer Suriye’de bir çözüm “düşünülüyorsa” bu güç dengeleri üzerinden düşünülmek durumundadır. AKP’nin bir başarı öyküsü olarak anlattığı ABD ile yapılan anlaşmanın aslında YPG’nin hamiliğinin emperyalist ABD olduğunun tescili olduğu ise kimse tarafından yazılmamaktadır. ABD’nin YPG’ye desteği fiili bir durumken, bugün AKP tarafından yapılan anlaşmayla resmiyet kazanmıştır. AKP’nin, bir yandan teröre karşı geldiğini söylerken, diğer yandan terörün hamiliğinin ABD tarafından sağlandığını kabul etmesi, anlaşmanın başka bir boyutu olarak dikkate değer bir durumdur.

Sorgulanması gereken noktalar

Suriye sorununun çözümü, sorunu çıkaranlarla çözülemez. Tersine, sorunun kaynağı ve muhataplarının Suriye sorununun çözümünde devreden çıkarılması yapılması gereken ilk adımdı.

AKP, ABD ile yaptığı anlaşmayla birlikte Suriye sorununa ABD emperyalizmini meşru ve resmi bir güç olarak masaya davet etmiştir. Fiili olarak ABD’nin Suriye sorununda baş güç olması ve Suriye’nin bölünmesinde oynadığı rol bu kadar açıkken, ABD ile anlaşma yapılmasının, emperyalizme alan açması noktasında sorunlu bir nokta olarak mutlaka değerlendirilmesi gerekmektedir.

Başından beri Güvenli Bölge kuruluşunun, Suriye sorunun çözümünde kalıcı ve mutlak bir çözüm olmayacağı, hatta sorunun derinleşmesine yönelik etkisi olacağı iddiamız bütün milliyetçi hamasi propagandaya karşın bir kez daha söylenmek durumunda.

AKP, YPG güçlerinin kontrol ettiği Suriye’nin kuzeyine yönelik giriştiği askeri operasyonu, BM kararlarına atıfla ve Adana Mutabakatını gerekçe göstererek yürütmüştür. Ancak Adana Mutabakatı’nın muhatabı olarak Suriye Devleti’nin Operasyon öncesi ve sonrasında asla “muhatap alınmaması” ve tam tersine ABD ile masaya oturulması, AKP’nin bu gerekçesinin altını oyan bir yan taşımıştır. Adana Mutabakatı gerekçesine dayanılıyorsa, ABD ile değil Suriye ile masaya oturulması yapılması gereken işlerin başında gelmekteydi.

İkinci, AKP tarafından yine propaganda edilen konuların biri de “terör örgütleriyle” masaya oturmayacağız açıklaması. Fakat bir çok Avrupa ülkesinin ve ABD’nin terör listesine koyduğu PKK konusunda Trump’ın bizzat PKK’nin ismini zikrederek “Obama PKK ile anlaştı” demesi büyük bir skandal sayılması gerekirken, AKP’nin emperyalist ABD ile masaya oturması da “kendi hukuk ve demeçleri” açısından bir çelişki olarak görülmelidir. Daha önce AKP Dışişleri Bakanı ve Başbakanı olarak görev yapan Davutoğlu’nun Obama döneminin ve Demokratların başkan adayı olan Hillary Clinton’la “çak yaptığı” fotoğraf AKP siyasetinin “derinliğini de” yeterince göstermektedir.

Ancak bundan daha da önemlisi, ABD-Türkiye arasında imzalanan anlaşma, özünde ABD’nin YPG-PKK’nin hamiliğini ve garantörlüğü tanıma ve tescil etme anlamına gelmiştir.

Suriye sorunu, Türkiye’nin iç siyasi gündemi ve Kürt siyasetinin kendi bakış açısı dışında daha büyük ve genel bir çerçeve içinde değerlendirdiğimizde karşımıza çıkan sonuç aşağı yukarı şöyle değerlendirilme olacaktır. 1) Cihatçı güçler, Suriye Devleti tarafından yenilgiye uğratılmış, İdlib’te sıkıştırılmıştır.  2) Yine İslamcı bir ton taşıyan ÖSO adıyla bilinen güçler, Türkiye’nin “muhalif” değerlendirmesi altında garantörlüğünde Afrin, El Bab ve Cerablus bölgesini tutmaktadır. 3) YPG güçleri ise ABD himayesi ve desteği altında Fırat’ın doğusunda egemenlik alanı oluşturmuştur. 4) Suriye Devleti ise Rusya’nın garantörlüğünde bulunuyor.

İdlib bölgesinde sıkışan cihatçılar ise Türkiye’nin gözlem noktaları altında korunurken, bu başlık Suriye sorununda AKP iktidarının elinin en zayıf olduğu konudur. Barış Pınarı Operasyonu sonrası Fırat’ın doğusunda ortaya çıkan gelişmeler, AKP’nin İdlib konusunda elini güçlendiren değil zayıflatan bir yan taşır. Çünkü Rusya kontrolünde Suriye askerlerinin YPG’nin kontrol ettiği bir çok noktaya girmesi AKP’nin pazarlık gücünü azaltacaktır.

Suriye sorununda güçler sadeleşirken, Barış Pınarı Operasyonu’nun, siyasi dengeleri temelden değiştirmediğini, belki de ABD ve Rusya gibi büyük güçlerin kontrollü alan açması olarak ÖSO güçlerinin çekileceği ve Avrupa için büyük sorun olan mülteci sorununa çözüm olacağı bir “çözüm” zeminine denk düşürülmesi olarak görülebilir. Bu açıdan bakıldığında, AKP iktidarının bütün milliyetçi söylemlerine karşın ABD ve Rusya’nın Türkiye lehine veto hakkını kullanmasını da açıklayabilir.

AKP ve ABD arasında yapılan anlaşma, emperyalist ABD’yi Suriye sorununda fiili bir güç olmasının ötesinde en azından Türkiye açısından resmi bir güç olarak görülmesinin onaylanması olmuştur. Bu Türkiye’nin elini güçlendiren değil, tersine ABD ile yaptığı anlaşma dolayısıyla ABD politikalarına bağımlı kılan bir işlev görecektir.

Hele hele Güvenli Bölge’nin oluşturulmasında ABD ile ortaklık kurulması ve onayının alınması, bunun için ilan edilen 12 güvenlik noktasının ABD askerleri ile müşterek kurulacağının beyan edilmesi, ABD emperyalizminin Suriye’de kalıcı hale getirilmesinin adımından başka bir şey değildir.

AKP iktidarının emperyalizmle birlikte işbirliği yapma gayreti ve niyeti, yapılan bu anlaşmayla birlikte bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bozulan ilişkiler, bu anlaşmayla birlikte rayına oturtulmuştur.

Barış Pınarı Operasyonu sonrası AKP ve ABD arasında yapılan mutabakat, gelecekte Türkiye’nin ayağına çok dolaşacaktır. Erdoğan’dan büyük bir lider yaratmak isteyenler, bir kez daha hayal kırıklığına uğrayacaktır.