‘Bilge adam’ mı ‘şişirilmiş entelektüel’ mi? Davutoğlu’na yakından bakmak…
26-05-2019 12:10‘Düşük profil’ seviyesine budanmış AKP kadrolarına, aile bağlarına dönüşmüş yürütme üyelerine, ‘söz dinler’ yöneticilere nazaran; bugünden bakıldığında Davutoğlu’nun farkları, sivrilikleri ve şişirilmişlikleri hemen göze çarpacaktır.
Nevzat Kalenderoğlu
Anlaşılır bir ‘entelektüel’ Davutoğlu portresi çizmenin veya ‘manifesto’su ile gündeme yeniden gelmeye gayret eden ‘stratejik derinlik’ vizyonunun geçmiş dönem hatırlatması yapmanın en kolay yolu herhalde onun Erdoğan tarafından azlediliş öyküsüne yakından bakmak olacaktır.
‘Düşük profil’ seviyesine budanmış AKP kadrolarına, aile bağlarına dönüşmüş yürütme üyelerine, ‘söz dinler’ yöneticilere nazaran; bugünden bakıldığında Davutoğlu’nun farkları, sivrilikleri ve şişirilmişlikleri hemen göze çarpacaktır.
7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerinin ardından 7 Haziran Davutoğlu ‘yüzünden’ ve 1 Kasım Davutoğlu’na ‘rağmen’ alınmış sonuçlar olarak lanse edildi AKP tarafından.
7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP yüzde 40,9, CHP yüzde 25, MHP yüzde 16,3, HDP yüzde 13,1 oy almış; bu halde AKP 258, CHP 132, HDP 80, MHP de vekil çıkarmıştı. Seçimler Erdoğan’ın bir dizi dahliyle tekrarlandı ve bu kez AKP yüzde 49,5, CHP yüzde 25,3, MHP yüzde 11,9 ve HDP yüzde 10.8 oy alırken; AKP’den 317, CHP’den 134, HDP’den 59 ve MHP’den 40 vekil Meclis’e girdi.
Çok geçmeden Davutoğlu için ‘istifa’, AKP için de ‘değişim’ fişekleri havaya atıldı ve 5 Mayıs 2016’da Davutoğlu’nun istifası geldi.
‘Bilge adam’ Davutoğlu portresinin köşe noktaları; Erdoğan’la uyumlu ve birlikte olduğu süreçle belirlenirken; gerçek imajı Erdoğan’la ‘kavga’ süreçlerinde belirginleşiyor. ‘Yürü ya kulum’ denilen ve ‘kariyer’ basamaklarını üçer beşer tırmanan Davutoğlu fotoğrafından ‘entelektüel’ bir derinlik ve ağzı laf yapan bir ‘hoca’ imajı çıkarılıyor; ancak ‘yaldız’lar da o kadar emanet ki, üflesen dökülüyor.
2014 yazında Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı ve Davutoğlu’nun AKP Genel Başkanı seçilmesinin yalnızca 3 ay sonrasında Davutoğlu kucağında toplumda da infial uyandıran ’17-25 Aralık tapelerini’ buldu.
Gülencilerin arkasında olduğu anlaşılan, özelde Erdoğan’ın dört bakanı Muammer Güler, Zafer Çağlayan, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar’ın yolsuzluklarını ortaya döken; ancak ucunun hemen sonra Erdoğan ve yakın çevresi ile AKP’li iş çevrelerine de uzandığı bir okyanus ötesi ses kaydı operasyonuydu bu. Eylül’de kabinesini henüz kurmuş bir Başbakan ve yeni Genel Başkan için kuşkusuz hızlı bir yönelim zorunluluğu yarattı bu tapeler ya da kariyer basamaklarına devam etme ihtimali.
Davutoğlu’nun ilgili bakanlara “’Çıkın kamuoyuna Yüce Divan’da aklanmak istiyoruz’ deyin” ayarı vererek partisinin Meclis Soruşturma Komisyonu’ndaki tavrını operasyon ile uyumlu hale getirmesi; veya kamuoyunda hali hazırda infiale yol açmış tapelere ‘hırsızlık yapan kardeşim de olsa kolunu keseriz’ şeklinde yaklaşması Davutoğlu ile Erdoğan arasında kopan ilk ve net fırtına oldu. Bakanların Erdoğan tarafından sessizce azledilmesi ‘oğlu ile tehdit’ ya da ‘sana kadar gider’ tezleri ile ikna edildiği iddialarına yol açsa da; partisini ikna eden Davutoğlu değil, Erdoğan olmuştu. Dört eski bakanın ‘Yüce Divan’a gönderilme’sine dair yapılan gizli oylamalarda, dört bakana da yargı yolu kapatıldı. ‘İçeri’ ile temas halinde olan Davutoğlu, örneğin Egemen Bağış’ın oylamasında ancak 48 vekilin ‘fire’ vermesini sağlayabilmişti.
Davutoğlu’nun açılımları Erdoğan’a kadar
Davutoğlu’nun, ‘okyanus ötesi’ operasyona, Erdoğan’ı doğrudan ilgilendiren bir soruşturmaya ve AKP içindeki kimi isimlerin yargı yoluyla tarihe gömülmesine kapı araladığı ortada. ‘Kardeşim olsa kolunu keseriz’ göndermesi Erdoğan’a açık mesaj vermenin AKP’deki ilk örneği idi. Bir sonuç da Erdoğan’a rağmen ‘hareket alanı’ sağlayan, ‘kulis’ tabir edilen yolla bu serbestliğini genişletme niyetinde olan, AKP’lilerin deyimi ile ‘sinsi’ bir siyasi figür olduğunu ortaya koymuştu Davutoğlu.
Davutoğlu’nun etkili bir ‘kulis’ adamı olduğu Erdoğan’ı ‘sır küpü’ Hakan Fidan’ın transferi ile de ortaya konmuştu. 7 Haziran 2015 vekil seçimlerinde Davutoğlu, Fidan’ın MİT Müsteşarlığı’ndan istifasını alarak vekil olmasının yolunu açacaktı. Erdoğan’ın, “Ben adaylığına olumlu bakmıyorum” talimatı ile Fidan görevine geri dönmüştü. Zaten Davutoğlu’nun her çıkışı, Erdoğan’ın elini havaya kaldırmasına kadardı.
Davutoğlu, bir dönemin önemli figürlerinden yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ı da örneğin ‘çözüm süreci’nin önemli fotoğraflarından birisi olan Dolmabahçe mutabakatı tablosuna dahil etmişti. Erdoğan’ın bu ‘çözüm’ girişiminden ‘haberim yok’ demesi yine Davutoğlu’nun ‘inisiyatif’ aldığını başlıklardan birisi olarak anlaşılmıştı.
Davutoğlu, Kürt siyasi hareketinden de önemli siyasal destek gören ‘çözüm süreci’ni daha sonra da ısıtacak; ‘silahlı unsurlar’ın tasfiyesi ile herşeyin konuşabileceğini vurgulayacaktı. Nisan 2016’da açılan bu perde, Erdoğan’ın “Terör örgütünü temsil edenler bazen çözüm, müzakere, görüşme gibi laflar ediyorlar. Ortada çözülecek de görüşülecek de bir konu yoktur” sözleri ile sona erecekti. Yine de Davutoğlu’nun stratejik derinliği, ‘Eşme ruhu’ ve ‘İslam bayrağı altında’ sınırları genişletme hülyası olarak karşılık bulmuştu. Demek hayalperestlik de bulaşıcıydı.
Davutoğlu’nun ‘bağlantı’ları
Davutoğlu, gölge bakanlık, bakanlık ve Başbakanlık dönemlerinde ‘dışarı’ ile özerk bağlantılar kuran da bir figürdü. “Ben Suudi Arabistan’a gidiyorum. 15 gün sonra Suudi Arabistan’a gidiyor. Ben Amerika’dan dönüyorum 15 gün sonra Amerika’ya gitmeye kalkışıyor” sözleri ile Erdoğan tarafından da şikayet edilen, Davutoğlu’nun bağlantıları ya da özerk hareket alanı, Davutoğlu’nun Başbakanlık makamına gelişinde ‘stratejik deha’ övgülerini almasına sebep olan özelliklerdi oysa.
Obama ile, Biden ile görüşme yetkisi, özerkliği ve bağlantısı olan Davutoğlu’nun bu çevrelerce ‘olumlu’ bulunduğu; Erdoğan figürünün aksine ve hatta onu frenleyerek makul şeride çeken birisi olarak da yazılıp çiziliyordu. ABD’li sermaye sahipleriyle muhabbeti ve ‘face to face’ görüşmeleri cabası… Amerika’nın yanında İngiltere bağı da dikkate değer, biraz da Almanya; asıl uzmanlık alanı ise Doğu’da.
Davutoğlu ‘kültür’ ve ‘medeniyet’ gibi kavramlarla yakın ve İslam coğrafyasına göz ucuyla bakar gibi gözükürken; yönünü asıl olarak Batı’ya çevirmişti. Davutoğlu’nun ekibi de reform ve Avrupa Birliği yanlısı isimlerden, eski bakanlar Mehmet Şimşek’ten, Ali Babacan’dan oluşuyordu. Piyasa çıkarlarının gözetilmesine ek olarak, ‘bağlantı’ları da göze çarpıyordu. Dolayısıyla içeride olduğu kadar dışarıda da ‘kulis’ adamı idi Davutoğlu. Davutoğlu’nun isimlerinin Erdoğan tarafından üzerlerinin çizildiği, Babacan gibi birer birer görevlerinden alındığı, haklarında erken emeklilik fermanı çıkarıldığı da bir gerçek.
Hikayeye göre, Mavi Marmara saldırısında ölenler bir tarafa, İsrail tarafından kaçırılan vatandaşlar için Hoca, Washington’da ‘eğer serbest bırakılmazlarsa…’ diye haykırıyor; üstelik yankı da buluyordu. Erdoğan’ın bu meselede dönüşü hepimizin malumu, o vazgeçtikçe Davutoğlu hakkında da böyle hikayeler üretiliyordu.
‘Aydın’lara seslenen ‘hoca’
Davutoğlu, parti içindeki rant şebekesi için, Erdoğan’a hiç danışmadan ‘Şeffaflık yasası’ hazırlamış ve kamuoyuna sunmuştu. Demek Davutoğlu, Erdoğan’ın hoşlanmayacağı başlıklar üzerinde çalışıyor; Erdoğan’ı değilse de ‘onu ayakta tutan’ mekanizmaya bileniyor; fikirleri olgunlaşınca da kamuoyu önünde seslendiriyordu. Tasarı Meclis partilerinin il yöneticilerinin dahi mal varlıklarını Meclis’e sunma tasarısı idi. Erdoğan itiraz edince, ya da ‘benim haberim yok’ dediğinde proje geri çekiliyordu; ama ne gam… Erdoğan örneğin bu konuda ‘ikna’ görüşmesini neden 3 saat tutmuştu bilinmez, yani inşaat sektörünün parti için nasıl bil gelir kaynağı olduğunu anlatmak için 3 saat çok fazla bir süre; Davutoğlu ‘anlamazlıktan gelip’ tasarının neyi amaçladığını safça/kurnazca anlatıyor olabilir miydi? Ya da Erdoğan meseleyi ‘ne yapmak istiyorsun hoca?’ işine kadar getirdiğinden mi bu kadar uzuyordu görüşmeler, kim bilir.
Son çıkışının da omurgasını oluşturduğu üzere, Başbakanlık dönemine geçişlerin tartışıldığı, ‘yarı-başkanlık’ denemelerinin yapıldığı süreçte de ‘başkanlık sistemi’nin otokrat yönelimine dair eleştirilerin sahibiydi Davutoğlu, Cumhurbaşkanı’na ‘yasal sınırlara’ dönme çağrısı yapan isimdi.
Teşkilatlarda etkisiz olan Davutoğlu’nun, ağdalı sözlerinin aydınlara hitap ettiği, tebaa tarafından anlaşılamadığı kibarca yazıldı çizildi ekibi tarafından. Ancak 50 kişilik MKYK hazirununun 47’sinin Davutoğlu’nun teşkilat yetkisinin geri alınması yönünde oy verdiği süreçte, Davutoğlu’nun derinliği de, ‘birikimi’ de, hayalleri de tuzla buz oluyordu. Ya da %60’ın üzerinde delegenin imzasını toplama yetisi, eskiden kalma bir hesaplaşmanın da tarafı olan Binali Yıldırım’da mevcutken, Davutoğlu’nda yok idi. Veda kaçınılmazdı ‘bilge adam’ için.
Neticede, Davutoğlu büyük bir karikatürize etme haliyle istifa sürecine zorlandı, istifa etti, kabul görüldü.
Kelle alan, figürleri bedel olarak vermeye başlayan Erdoğan bunu belediye başkanları ile sürdürse de; son YSK adımını sayamasak dahi, ‘toplumsal taban’, ‘seçim sonuçları ve destek’ meşruiyetiyle siyasi yaşamına tutunan AKP’nin temellerini sarsan da bir adım oldu. Öyle ya ‘seçimler’den, seçilen adam olmaktan destek alıp potaya çıkmak; ancak diğer yandan da seçimleri, seçilenleri önemsizleştirmek… Bu büyük bir ‘iktidar kaynağını kurutmak zorunda kalma’ paradigması.
Davutoğlu aslında neydi?
Bizim cepheden bakarsak…
Suriye meselesi, Davutoğlu önderliğinde bir grup hayalperestin boynunda. Obamalı ABD’nin Türkiye’ye biçtiği Ortadoğu misyonu, daha sonra Büyük Ortadoğu Projesi’ni de aşacak şekilde geliştirildi. Irak’ta ve daha önemlisi Suriye’de müzakere haberleri ardı ardına gelse de, Davutoğlu’nun fikri “I. Dünya Savaşı sonunda yakın kara havzası üzerindeki haklarından feragat ederek Anadolu’ya çekilmek zorunda kalan Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, asrın sonunda Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi ile ortaya çıkan siyasi merkez boşluğunu doldurma zorunluluğuyla karşı karşıya kalmıştır” şeklinde idi.
Davutoğlu, Suriye, Irak geriliminde tansiyon düşürücü olarak göreve soyundu.
İnanın okumaya değmeyen ‘stratejik derinlik’ isimli ucuz kitabı da aslında fiili olarak bu dönemlerde parlatılmıştı.
AB süreci dahilinde Ermenistan’la ‘normalleşme’ serüveni, Kıbrıs’taki duruma ilişkin yeni yaklaşımlar, İran’ın nükleer gücüne dair İran’ın da içinde bulunduğu görüşme trafiği, Türkiye- Irak, Türkiye-Suriye ilişkilerine dair mutabakatlar, Afganistan’da Taliban’ın El-Kaide’den ayrıştırılması, Afganistan-Pakistan hattına dair ticari açılımlar, beraberinde ‘Türk Okulları’, ‘Türkçe olimpiyatı’ ve ‘medeniyetler ittifakı’, Shangay Beşlisi açılımı… Ritmik diplomasi, komşularla sıfır sorun… Şimdi hala hatırlarda olan, ancak hafızalarda ‘balon’ figürü ile somutlanan yakın geçmiş siyasi literatüründen kavramlardı.
İçeride demokratik açılım süreci, yeni anayasa, yargıya ‘demokratik’ müdahale, özgürlük açıklamaları…
Ama akıllarda kalan timsah gözyaşları, beyaz Toroslar tehdidi, bodrumlarda geçen insanlık ayıpları, ‘saldırı AKP’nin oylarını artırdı’ söylemleri, cihatçılara ‘öfkeli çocuklar’ demesi, ‘patlamadan yakalayamayız’ lafzı…
Davutoğlu, yalnızca Davutoğlu mu?
Yine de figürleri tekil bırakıp, ‘IQ ve EQ’ rakamlarına göre değerlendirmek eksikli olacaktır. Tüm bu çıkarımların, eylemlerin, söylemlerin bir arka planı vardır. ‘Emperyalizm hiçbir zaman tek ata oynamaz’ önermesinden de hareketle, ‘süpürmesek de mi kullansak’ ikilemi ile ya da ‘süpürürsek’ hazır ve nazır edilmek için Davutoğlu’nun sırtının sıvazlandığı biliniyor. Ortadoğu başta olmak üzere ‘hayalperest’ ve ‘uçarı’ yanlarının bu sırt temasından kaynaklandığını düşünmemek için bir neden yok.
Davutoğlu’nun siyasi ‘duruş’una bir de ‘din’ görüşü eşlik etmekteydi elbette. Bilinen şu ki, Davutoğlu Kuran’ı Nakşibendi Tarikatı hocalarından Nimetullah Halil İbrahim Yurt’dan öğrenmişti. En son Japonya İslam Merkezi Camisi’nde imam idi. Davutoğlu da meşhur kitabının ilk halini Malezya’da İslam Enstitüsü’nde hoca iken şekillendirdiğini söylüyor. İlk öğreticiler sadece öğretici değildir, konumuz değil ama çoğu noktada bir ‘feyz alma’ dikkat çekiyor.
Davutoğlu’nun kamuya açtığı başka bir hocası da Boğaziçi Üniversitesi’nde doktora tezi danışmanı Şerif Mardin’di. Yine konumuz olmamakla beraber, ‘daha Batı’dan’ Said-i Nursi’ye bakan bir hoca idi Mardin. Özal tipolojisinin iktidar yürüyüşünde ideolojik kimi taşları yerine oturtması bakımından da iyi bir ‘hoca şansı’ doğrusu.
Son olarak, Davutoğlu, ‘istişare’ seven bir figür olarak çok geniş bir yelpazeden, eli kalem tutan isimlerden, yerli ve yabancı düşünce kuruluşlarından fikir telakisi yardımı alıyordu.
Son günlerde bütün sağcı siyasi figürlerin Samsun’da bir arada verdiği fotoğraf tartışılırken; bu fotoğrafın Davutoğlu’nun yıllardır beklettiği çıkışın etkisini ve anlamını düşürdüğünü belirterek yazımızı sonlandıralım. Davutoğlu, yine hesap hatası yapmışa benziyor. Davutoğlu yine de Ankara’da iftar programında ‘dostları ile’ buluştu, umutsuzluğa karşı uyararak “Her şeyi kaybedebiliriz, tekrar kazanırız. İktidar kaybedilir tekrar kazanılır.” diye ‘iddialı’ konuştu. Kaldığı yerden ise şöyle devam etti Davutoğlu: Hepimizin mahallelerimizden çıkmamız lazım. Gittikçe kendi mahallesine sığınan topluluklar, bir nesil sonra parçalanırlar. Ben bunu Irak’ta gördüm. Bağdat’ta, Musul’da mahallelerin nasıl bölündüğünü gördüm. Bizim geleceğimizin en önemli teminatı son dönemde iyice içine kapanılan bu mahallelerimizden çıkmamızdır.