Cumhur ittifakı mı, Türkiye ittifakı mı?
28-04-2019 11:1531 Mart yerel seçimleri sonrasında Türkiye burjuva siyasetinde başlayan tartışmalar henüz soğumuş durumda değil. Tayyip Erdoğan’ın yaptığı “Türkiye ittifakı” çıkışına, MHP cenahından gelen olumsuz yaklaşım ise bu tartışmaların önemli bir boyutunu oluşturuyor. Önümüzdeki günler bu açıdan düzen siyasetinde yeni gelişmeleri beraberinde getirecek.
Neşe Deniz Babacan
31 Mart yerel seçimleri ile birlikte Türkiye’de düzen siyasetinde köklü bir dönüşüme girildiğinin ifade edilmesi zorlama bir yorum olacaktır. Ancak özellikle son bir haftada yaşanan tartışmalar ve olaylar ile birlikte sermaye iktidarı ve onun siyasal alanı açısından önemli hareketlenmeler olduğunu ve bunun siyasal çıktıları olacağını görmezden gelemeyiz. Seçimlerin öncesindeki dönemi de kapsayacak şekilde gelinen noktada hangi parametrelerin öne çıktığını kabaca birkaç başlık çevresinde toparlayabiliriz.
Birincisi, Türkiye kapitalizminin iktisadi alanda yaşadığı bozukluk tüm yaşananların arka planındaki temel olgudur. Geçtiğimiz yıllara yayılan ve ekonomik durgunluk olarak tanımlanacak tablonun sermaye sınıfı açısından daha büyük bir ekonomik krize dönüşmesi ihtimali siyasal alandaki bir dizi gelişmeyi de tetiklemektedir.
Bu anlamda 31 Mart sonrasında sermaye sınıfı cephesinden ortaya konulan temel yönelim “uyum ve mutabakat” olarak ifade edilmişti. Türkiye burjuvazisinin konumlanışı açısından şaşırtmayan bir yaklaşım olan bu mutabakat arayışı aslında İkinci Cumhuriyet adını verdiğimiz ve başkanlık yönetimi ile birlikte ete kemiğe bürünen yeni rejimin bekası adına ortaya konulmuş olan bir yaklaşım olarak öne çıkmıştır. Bu öne çıkışın ekonomik kriz düzlemindeki, kriz çözücü mekanizmaları sermaye lehine içerdiği açıktır.
İkinci olarak siyasal alanda AKP’nin ya da biraz daha genelleştirirsek Türkiye sağının yaşadığı sıkışmanın 31 Mart seçimleri ile birlikte daha yüksek perdeden ayyuka çıkmasını ifade edebiliriz. 2002 yılında düzenin neredeyse tüm siyasal ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde iktidara gelen AKP’nin sadece bugünkü haline bakarak geçmiş on yedi yıl içerisinde sermaye iktidarı adına atılan adımları açıklamak pek mümkün olmayacaktır.
Bu bağlamda 2002 yılı itibariyle liberaller, FETÖ ve Türkiye sağının bir dizi kadim unsuru ile AKP zemininde kurulan ittifak ya da koalisyonun yerinde yeller estiği açıktır. Güncel anlamda Türk İslam sentezinin 2000’li yıllardaki tezahürü olan AKP-MHP bloklaşmasının bu koalisyonun yerini aynı şekilde alabildiğine ya da alabileceğine inanmak da abestir. O yüzden Cumhur ittifakı ne bir anda ortaya çıkmıştır ne de büyük bir planlamanın ürünü olarak görülmelidir. Yaşananların hepsi burjuva siyasetinin doğası ve Türkiye kapitalizminin yönelimleri ile bağlantılıdır. İçinden geçtiğimiz günlerde tartışma yaratan başlıklar da kapitalist emperyalist sistemin içerisinde Türkiye’nin oturduğu yer ve siyasal öznelerin konumları üzerinden doğru bir şekilde açıklanabilir. Ancak sınıflar mücadelesinde ve siyasette öznelerden, onların yönelimlerinden, aldıkları kararlardan bağımsız bir değerlendirme yapmak mümkün değil. Alınan her kararın ve atılan her adımının sermaye düzeninin unsurları arasında problemsiz bir şekilde hayata geçeceğini beklemek ise hayalcilik olur. İçinden geçtiğimiz dönemde dikensiz gül bahçesini andıran ve düzen cephesini topyekün memnun edecek bir zamandan geçilmediği ise herkes tarafından görülüyor olmalı.
Bağlantılı olarak ve her şeye rağmen ekonomik kriz ihtimalinin kuvvetli, siyasal bir dizi kriz başlığının olası olduğu bu dönemde siyasal alanda da bir önceki maddede ifade ettiğimiz uyum ve mutabakat başlığının öne çıkması beklenir. Zaten Türkiye’nin geleneksel sermaye çevrelerinden verilen mesajın oturduğu zemin de bu şekildedir. Bunun kırılgan bir şekilde hayata geçip geçmeyeceği ise ayrı bir tartışma konusu.
Üçüncüsü, burjuva düzeninin emekçilere karşı yaşadığı meşruiyet sorununun daha büyük krizlere dönüşmeden aşılması zorunluluğu olarak öne çıkmaktadır. AKP iktidarında dönem dönem karşı karşıya kalınan bu başlık bu sefer biraz daha ciddi bir yan taşımaktadır. Bunun farkında olan Türkiye sermayesi meşruiyet problemini -hele ki bu dönem- sadece ekonomik mekanizmalara ile çözemeyeceğini bilmektedir. Zaten kapitalizmin kriz dönemlerinde işsizlik ve yoksullaşmanın artması ile birlikte temel kurallardan bir tanesi ekonomik çözüm mekanizmalarının burjuvazi lehine işlemesidir ki, seçimlerin hemen sonrasında AKP tarafından ‘Reform paketinin’ gündeme getirilmesi şaşırtıcı olmamıştır. Sıkışan sermaye düzeninin göstermelik de olsa emekçilere refah ve adalet gibi başlıklar üzerinden açılım yapması mümkün olmadığından dolayı ‘uyum ve denge’ vurgularında artış gözlenmektedir.
Son başlıktan hareketle, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından yapılan ‘Türkiye ittifakı’ çıkışını bu gözle de ele almak mümkündür. Elbette bu çıkışın üzerinde durmamız gereken birden fazla boyutu var. Ancak ittifak vurgusunun özellikle Türkiye işçi sınıfının gündeminden mücadeleyi ve sermaye iktidarını hedef almayı düşürmek istemesi gibi bir yan taşıdığı da yabana atılabilecek bir başlık olarak görülmemeli. Topluma ideolojik ve siyasi olarak hedef gösteremeyen, iktisadi alanda sıkıntılı bir iktidarın liderinin sadece pragmatik gerekçelerle değil, konjonktürel anlamda bazı sorunların çözümü için de Türkiye ittifakının dile getirilmiş olabileceğini düşünmek gerekir.
Dördüncü olarak, Cumhur ittifakının yaşadığı seçim yenilgisinin ittifak üzerindeki etkileri ve düzen muhalefetinin bu çerçevede değerlendirilmesi önem taşımaktadır. Cumhur ittifakının Türkiye genelinde aldığı oyların seviyesi bir seçim yenilgisine işaret etmiyor. Ancak büyük şehirlerdeki kayıplar, ittifak içerisinde MHP’nin gücünün artması ve Erdoğan’ı kendine biraz daha mecbur hale getirmesi, Kürt illerinde bazı kazanımlar elde etse de yüksek oy oranlarıyla seçilmiş HDP’li belediye başkanlarının KHK’li oldukları gerekçesiyle belediye başkanlıklarının AKP’ye geçirilmesi gibi skandal sayılabilecek başlıkların ortaya çıkması AKP cenahında işlerin iyi gitmediğinin temel göstergeleri olarak sayılabilir.
Bununla birlikte düzen muhalefetinin gelmiş olduğu nokta ise fazlasıyla sağa kaymış bir düzenin dengelenmesinden başka bir yere işaret etmeyecek gibi görünmektedir. İstanbul’u kaybeden AKP’nin seçim sonuçları üzerinden başlattığı tartışma ve itirazların muhatabı olmasına rağmen, CHP’nin sermaye düzenine, sömürüye ve emperyalizme bağımlılığa kafa tutabilecek bir çıkış yapması ya da yerel yönetim kazanımları üzerinden topluma yeni bir proje sunabilmesi zor görünüyor.
Düzen muhalefeti cephesinde ‘yeni nesil siyaset’ diyerek toplumun karşısına çıkan Ekrem İmamoğlu’nun Türkiye’de burjuva siyasetinin gelecek dönem figürlerinden bir olmaya aday olduğunu, sermaye sınıfının ihtiyaçları için de bir yerlere oturabileceğini not edelim ve geçelim. Ek olarak CHP cenahından yapılan açıklamalar da, AKP’nin fabrika ayarlarına dönmesi durumunda kendilerinin de uyumlu çalışabilecekleri ve sürece zarar vermeyecekleri yönündedir. Bu siyasal olarak ve sermayeye güvence üzerinden ele alınması gereken bir başlık. Ne düzeyde hayata geçeceği ise ayrı bir tartışma konusu.
Siyasi gelişmeler üzerinden değerlendirmemiz gereken beşinci başlığın ise Türkiye’nin dış politikası, Suriye’deki güncel durum ve Kürt sorunu bağlamında ele alınması gerekmektedir. Kabaca ifade etmek gerekirse Cumhur ittifakının geleceği açısından en kritik düzlemin burada şekilleneceğini öngörebiliriz. Kürt sorunu ve ‘terörle mücadele’ söylemi üzerinden iç politikada yükseltilen ‘beka sorunu’ yaklaşımı kutuplaşmayı arttıran bir yan taşımakta, dolayısıyla yukarıda bahsedilen uyum, mutabakat ve denge politikasının ilerlemesi mümkün olmamaktadır. Tersi durumda ise Cumhur ittifakının oluşma zemini ortadan kalkmakta, AKP ile MHP’nin yollarının ayrılması gerekmektedir. Bu bağlamda, Erdoğan’ın ortaya attığı Türkiye ittifakının düzen siyasetinde bütün ayrımların ortadan kalktığı ve herkesin düzenin bekası için el ele vererek bir yola girebileceği anlamına geldiği tezi o açıdan boşluktadır. Diğer yandan ise adı geçen tüm öznelerin sermaye politikalarına uyum konusunda sorun yaşamadıkları da ayrı bir gerçekliktir.
Gelinen noktada karşımızda sermaye düzeninin İkinci Cumhuriyet düzleminde piyasacılık, gericilik ve emperyalizm işbirlikçiliği konularında bir adım bile geri atmak istemeyeceği bir tablo mevcut.
Bu tabloyu sadece AKP-MHP ortaklığının demir yumruğu ile sonuna kadar idare edebilmenin zorluklarına bu noktada işaret etmek önem taşıyor. Kemal Kılıçdaroğlu’na atılan yumruk ve sonrasında yaşananlar sermaye iktidarı içerisindeki anlaşmazlıkların ne gibi noktalara varabileceğini göstermesi açısından kritik ancak diğer yandan toplumsal açıdan ‘seçim başarısı’ elde etmiş bir düzen muhalefetinin bu şekilde bastırılamayacağı açık olsa gerek. O yüzden sermaye politikaları açısından Cumhur ittifakının gereklilikleri tartışılmaz olmakla birlikte nereye kadar zorunluluk taşıyacağını ise zaman ve emperyalizmle ilişkiler gösterecek.
Diğer yandan Türkiye ittifakı söylemini doğrudan AKP-CHP ittifakına taşıyarak buradan ‘yerel yönetimlerde işbirliği üzerinden yurtseverlik zemininde bir çıkış’ yakalanabileceğini ortaya atan yaklaşımın da yukarıda birden fazla kere bahsettiğimiz düzen cephesinin emekçi sınıflara karşı yaptığı tahkimata güç vermekten başka bir anlam taşımayacağı aşikar olsa gerek. Bunu da geçelim böylesi bir koalisyonun hayata bile nasıl geçeceği şu an tartışmalı bir başlık olarak görülmelidir. Burada da iki parametre devreye girmektedir. Birincisi, Kürt siyasi hareketinin yerel seçimlerde aldığı pozisyon vesilesiyle gelmiş olduğu nokta, ikincisi ise Ahmet Davutoğlu ve Abdullah Gül de cisimleşen AKP muhalefetinin AKP’yi bölme ihtimalinin belirgin hale gelmesidir. Her ne kadar, kendini AKP’nin merkezinde sayan odaklar ‘kardeşlerine ayrı durmama’, CHP’ye ‘Kürt hareketiyle yaptığı ittifakı gündemden düşürme’, HDP’ye de ‘terörle arasına mesafe koyma’ çağrısı yapsa da bu bahsedilen başlıkların objektif zorlukları olduğunu bilmek gerekir. Dolayısıyla, bahsedilen Türkiye ittifakı denilen şeyin ne kadar hayata geçebileceği de tartışma konusu olarak ortada durmaktadır.
Toparlamak gerekirse, Türkiye’de sermaye iktidarının Türkiye kapitalizmini bir dengeye oturtabilecek gücünü nerede toparlayacağına dair şu an bir belirsizlik olduğu söylenebilir. Bu belirsizliğin giderilebilmesi için Ortadoğu ve Suriye bağlamında emperyalizmle ilişkilerin bir uyum ve dengeye oturması, krizin faturasının emekçilere kesilmesi, işçi sınıfının siyasal mücadeleden uzak tutulması ve ayağa kalkmasının engellenmesi, Türkiye solunun ve devrimci hareketininse düzen muhalefetine endeksli bir pozisyonda kalmasının sağlanması sermaye iktidarı açısından olmazsa olmazlardır.
Bunlar konusunda kendisini garantiye alan burjuva iktidarının atacağı adımlar konusunda kendisini daha rahat hissedeceği söylenebilir. Cumhur ittifakının geleceğini ve/veya bunun yeni bir mutabakat zeminine taşınıp taşınmayacağını belirleyecek bu parametreler yukarıda saydığımız beş başlıkla birlikte ele alındığında anlam kazanmaktadır.