Cumhuriyet demokrasiye karşı
21-04-2019 10:25Liberalizmin demokrasi diktatörlüğüne karşı cumhuriyetin devrimciliğini koyma zamanı geçiyor. Basitçe oylama çokluğuna dayanan bir yönetim biçimini ideal olarak sunan liberalizmin, meşruiyeti buradan doğuran anlayışının dağıtılması gerekiyor.
Zafer Aksel Çekiç
Bu yazı bir başlangıç yazısı olarak değerlendirilmeli. 1789’da Fransız Devrimi ile dünyada ve 1923’te Cumhuriyet’in ilanı ile Türkiye’de devrimci bir içerik ile kurulan Cumhuriyet’in liberalizmin demokrasi sulandırmasıyla iğdiş edilmesinin önüne geçmek üzere yeniden devrimci bir içeriğe kavuşturulması gerekiyor. Bu yazının iddiasının ise bu gerekliliğe dair olduğunu söylemek gerekiyor.
Yine 2. Dünya Savaşı sonrasında faşizme karşı mücadelenin bir ürünü olarak doğan halk demokrasilerinin tarihin başka bir dönemine ait kaldığını da teslim etmek gerekiyor. Bir sosyalist demokrasi veya halk demokrasisi tartışmasının bugün liberalizmin yarattığı demokrasi kavramına karşı kullanılması ise bu çerçevede yararlı değil. Aksine demokrasi denilerek gizlenen sermaye diktatörlüğünün açığa çıkartılması ve hangi mekanizma kurulursa kurulsun çoğunluğun değil birliğin meşruiyet kaynağı olması önemsenmeli.
Seçim oyunu
Demokrasi Antik Yunan’dan itibaren esasında “oy verme” ile sınırlandırılmış bir yöntemi ifade ediyor. Oy verenlerin sayısının zaman içinde artmış olması demokrasinin bu sınırlı özünü değiştirmiyor. Demokrasinin bu açıdan çoğulculuk diye düzeltilmeye çalışılsa da özünde her zaman çoğunlukçu olduğu görülüyor.
Çoğunluğa dayanan bir sistem için de doğal olarak çoğunluk yaratmak gerekiyor. Çoğunluk yaratılması ise bir egemenlik sorunu sayılmalı. Tüm bunların sonucunda ise demokrasinin kendinden menkul bir değerinin olmadığını, mutlaka egemen sınıf ile tanımlanması gerektiğini tespit etmemiz mümkün hale geliyor.
Bir monarşinin bile “demokratik” olabilmesini sağlayan özün burada yattığını görüyoruz. Öyleyse demokrasinin ancak egemen sınıf için yararlı bir yanı oluyor. Böylelikle kendi ayrıcalıklı konumlarını korumak için rahatlıkla bir rıza üretme mekanizmasına da kavuşuyorlar.
Liberalizmin içeriğiyle örtüşen bir sistem olarak demokrasinin yüceltilmesine şaşırmamak gerekiyor. Sonuçta, oylamada herkes “görüşlerini” ifade etmiş sayılıyor ve başkaca bir seçenek olamayacağı için en çok oyu alan haklı oluyor. Bu daha ileri götürülüp denetim mekanizması da yine bir sonraki oylama olarak meşrulaştırılıyor. Böylece egemenliğin devamı da güvenceye alınıyor.
Bir başka açıdan bakacak olursak, “fırsat eşitliği” oylamada pusulaya yazılmakla tamamlanmış oluyor. Pusulada yer alan seçeneklerin hangi güç ile ifade edilebildiği ise “fırsat eşitliği”nin kapsamını aşan bir tartışma olarak görmezden geliniyor. Oysa toplanan vergilerden aldığı hazine yardımları ve elindeki iktidar imkanları ile buna eklenen ana akım medya desteği gibi herkesi kuşatan bir siyasi partiye karşı sesini duyurmaya çalışanların görmezden gelindiği bir ortamda pusulanın bir “eşitlik” sunmadığı açık olmalı.
Dahası, demokrasi son tahlilde çoğunluk dışında kalanlara en fazla bir “azınlık” olma imkanı sunuyor. Bu azınlık halinin bir bütünlüğe ve hak tanımına kavuşturulması yerine bir ayrıştırmanın ve yalıtmanın aracısı haline getirildiği de görülüyor. Bu haliyle demokrasi bir birliktelikten uzak şekilde parçaları öne çıkartıp ayrıştırıcılığın yanı sıra egemen olanı genelleştiren ve bu arada egemen olmayanları kendi üzerine çökerten bir yanı bulunuyor. Liberalizmin “ötekileştirme” diye diye daha büyük toplumsal eşitsizlikler yaratması ve marjinalleşmeye yöneltmesinin demokrasi ile bir bağı olduğunu söyleyebiliriz.
Halkın kendi kendini yönetmesi
Oysa esas olanın halkın kendi kendini yönetmesi olması gerekiyor. Halk tarafından, halk için, halkın yönetimi… Bu tanım Amerikan Devrimi’nin sloganı olmakla birlikte özünde cumhuriyetin özüne işaret ediyor. Temsilcilerin olmasının veya katılımın biçimlerinin daha farklı tartışmaları hak etmesini bir yana koyarsak halkın tanımı bütünü kapsaması yönünden dahi öne çıkıyor.
Bu çerçevede ilerlersek, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik kavramları ile zenginleştirilen Cumhuriyet’in gerçek bir zemin sunduğu söylenebilir. Bu zeminin üzerine devrimci bir yapının inşasının mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan, Cumhuriyet 1789’dan bu yana kazandığı anlam ile ayrıcalıkların ortadan kaldırılması ve halkın kendisini geliştirmesinin ve gerçekleştirmesinin aracı konumunda.
Böylece haklar ve özgürlüklere ulaşma imkanımız da doğmuş oluyor. Nitekim Cumhuriyetler ile birlikte haklar ve özgürlüklere ilişkin bildirgelerin onlara eşlik etmesinin bir tesadüf olmadığı böylece anlaşılıyor. Cumhuriyet halkın, insanların kendilerini gerçekleştirebilecekleri, geliştirebilecekleri bir yönetim olarak sorumluluklar üstleniyor.
Eşitlik ve özgürlük mücadelesinde bu açıdan Cumhuriyet’in kendi özünden gelen bir değeri olduğunu söyleyebiliriz. Tarihsel olarak Cumhuriyet’e yüklenen anlamlarda, Cumhuriyet üzerine söylenen sözlerde hep bir erdem ve aydınlanma vurgusunun olması da bu açıdan devrimci bir içerik ile Cumhuriyet’in demokrasiye üstünlüğünü gösteriyor.
Bu özün sermaye sınıfını ürküttüğünü, devrimciliğini yitirirken Cumhuriyet’i basit bir oylama, seçim oyununa indirgediği ve bunun sihirli perdesinin ise demokrasi olduğu görülüyor. Cumhuriyet düşmanlığının Türkiye’de ve dünyada sermaye sınıfının temel karakteri olması ve tüm siyasi süreçleri oylama bağlayan akıl yürütmeleri bu temel noktalardan bakıldığında şaşırtıcı olmamalı.
Bu durumda gereken demokrasi ve hukuk perdesi arkasında gizlenen sermaye diktatörlüğünün yerine Cumhuriyet’i eşitlikçi, özgürlükçü ve kardeşlikten yana özüyle ortaya koymak, yeni bir Cumhuriyet demek, adlı adınca Sosyalist Cumhuriyet’i ete kemiğe büründürmek olmalı.