Emekçi kadınların, mücadelesini taçlandırdığı 8 Mart haftasındayız. Bu hafta birçok kadın örgütü etkinlikler, mitingler, gece yürüyüşleri düzenliyor. Değerlidir elbette. Ancak, uzunca bir süredir bağlamından tamamen koparılmış, mücadele perspektifi kaymış bir takvim günü haline getirilen Dünya Emekçi Kadınlar Günü bugün belki çok daha fazla tarihsel çizgisine oturtulmalı, kadın mücadelesi sınıfsal referanslarına dönmelidir.
Bu yazıda kadının ezilmesinin nedenlerine ve bunun nasıl ortadan kaldırılacağına ilişkin çıkışı «erkeklik» karşısında konumlanan, meseleyi giderek daha fazla bedene indirgeyen, bütün sınıflardan kadınların aynı safta olduğunu söyleyen anlayışla, en geniş anlamıyla, feminizmle kısa bir tartışma yürütmeye çalışacağız.
Erkeklik, erkek egemenlik ya da ataerki/patriarka… Mücadeleyi bu karşıtlık üzerinden kuranların ve belki bugün kadın hareketi söz konusu olduğunda sesi en çok çıkanların savı kabaca ataerkinin hem iktidarı, hem de toplumsal ilişkileri belirlediği ve aslında sınıflar üstü ve bütün insanlık tarihi boyunca da var olduğudur. Buna göre ataerki tarih ve toplumlar üstüdür, erkeğin ve dolayısıyla kadının doğasından kaynaklanır ve ancak bütün kadınların, sınıfsallıklarından ve din, dil, etnisite gibi aidiyetlerinden bağımsız olarak, aynı safta bu ataerkiye-erkekliğe karşı mücadelesiyle alt edilebilir. Bu yaklaşıma göre ataerki bir sistemdir ve hatta kapitalizmi de toplumsal cinsiyet ilişkileri bağlamında belirler. O zaman bunu yendiğimiz zaman kapitalizm de “iyileşecektir”.
Oysa şu tarihsel bir gerçektir: Kadın-erkek, insanın temel, değişmez bir doğası yoktur. Toplumsal, kültürel, tarihsel koşullar erkeklerin ve kadınların davranışını, ilişkilerini belirler. Toplumsal ilişkiler de esas olarak egemen üretim ilişkileri tarafından belirlenir. İnsan, kadın ya da erkek, tarih dışı, koşulların ötesinde ve dışında salt biyolojik ve psikolojik varlıklar değildir. Böylesi bir tarif gerici zihniyetin kadını bedene indirgemesiyle benzer metafizik bir noktaya tekabül etme tehlikesi taşır. Bu yaklaşım aynı zamanda, tarihsel ve toplumsal ilerlemeyi ve dolayısıyla insanlığın bir bütün olarak, siyasi, ekonomik, kültürel ve ideolojik olarak ileri sıçramasının koşullarını en baştan sınırlar, engeller. Ve böylesi bir perspektif, geri olan yaşam ve var oluş biçimlerini meşrulaştırırken, kadının kurtuluşunun koşullarını da silikleştirir.
Ülkemizde “Erkeklerden alacaklıyız!” ifadesiyle sloganlaştırılan ve mücadeleyi erkek karşıtlığı üzerinden kuran bu perspektife göre sömürünün her türlüsünün kaynağı erkektir… Sermayeden ve devletten de talep edilen şeyler vardır ama yaşlı ve çocuk bakımı, temizlik, yemek gibi ev içi işlerden çıkarı olan erkeklerdir. Dolayısıyla esas olarak bu emeğin karşılığının erkeklerden tahsil edilmesi gerekir. Çünkü bu anlayışa göre bütün ev içi emek sadece erkeklerin çıkarına hizmet ederken, bu emeğe onlar tarafından el konur, tüketilir. Yani buna göre kadınlar istihdamda iseler sermaye tarafından sömürülürken bir yandan da evde kadınlık ve annelik üzerinden erkekler tarafından sömürülürler. Yani iki ayrı sistem iki ayrı alanda kadınları sömürür. Ancak, sermayenin de sömürü ilişkilerini belirleyen ataerkil sistemdir…
Oysa toplumsal ilişkileri ve yapıyı belirleyen üretim ilişkileri bir bütündür. Yani üretim ve ev içi emekle somutlanan yeniden üretim, birbirini tamamlayan ve sermaye düzeninin devamını sağlayan bir işleyiştir. Bir yandan kadının doğurganlığıyla yeni emekçi-işçi kuşaklardır, öte yandan emek gücünün sürekliliğini sağlayacak, onu günlük olarak üretime hazır edecek ev içi işlerdir. Böylece yaşlı ve çocuk bakımı, çamaşır, yemek gibi işler sermayenin maliyet kalemlerinden düşer. Bütün bunların gerçekleştiği aile kapitalizm için bu yüzden önemlidir. Kadının aileyle kuşatılması ideolojik olarak kritiktir ve cennet tam da bu yüzden anaların ayağı altındadır. Gerici kuşatmanın önemi de buradadır.
Ülkemizde sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda özellikle 1980’lerle birlikte kadın emeği esnek, güvencesiz ve kayıt dışı istihdamın temelini oluşturuyor. Kriz dönemlerinde ilk işten çıkarılanlar kadınlar olsa da, ucuz emek ihtiyacı söz konusu olduğunda sermayenin başvurduğu düşük maliyet kalemi kadın emeği oluyor. Bu süreç feminizmin özel alan-kamusal alan üzerine oturttuğu ataerkinin belirleyiciliğini de ortadan kaldırıyor. Tam da bu yüzden AKP iktidarı bir yandan kadın emeğini en ilkel koşullarda sömürmenin yollarını yapmaya çalışırken, bir yandan da dinci gerici ideolojik kuşatmayla kapitalizmin en temel birimi olan aileyi kadın üzerinden tahkim etmeye çalışıyor.
Her türden feminist yaklaşımın kadınlara özel alandan başlayarak erkeklerle mücadele çağrısı da böylece boşa düşüyor. Ev eksenli çalışmanın yaygınlaştığı, kadınların medeni durumunun ve hamileliğinin doğrudan işveren tarafından denetlendiği, AKP’nin kadınlara en az üç çocuğu dayattığı, imamların aile danışmanı haline getirildiği, sermayenin tüketimi, güzellik ve cinselliği, TV dizilerinin yaşamları belirlediği koşullarda bir yandan da ailenin mahremiyetinden dem vurulması, şiddetin sermaye devletinin kurumlarınca hafifletici sebeplerle meşrulaştırılması kadınların karşı karşıya olduğu sömürü ve ideolojik kuşatmayı gözler önüne seriyor.
Sermayenin zincirlerinden boşalmış halde emekçi sınıflara dönük saldırısı karşısında her sınıftan kadının aynı safta olduğunu söylemek mümkün mü?
Ev içi işlerin satın alındığı, kadını özgürleştirecek kamu hizmetlerinin piyasaya terk edildiği koşullarda kim kiminle aynı saftadır ve kimlerin eşitliğinden söz edilebilir?
Esnek ve güvencesiz istihdamın birinci elden hedefi olan, yoksulluğu bu düzende baki ve yönetilecek bir mekanizma olan emekçi kadınlarla, o yoksulluğu yöneten, daha fazla istihdam adı altında kölelik koşullarını dayatan kadınların kardeşliğinden söz edilebilir mi?
Sömürü, baskı ve gerici kuşatma erkekliğin biyolojik ve psikolojik durumuyla mı ilgilidir, yoksa bu sermaye düzeninin toplumsal, ekonomik ve siyasi işleyişiyle mi?
Mülkiyet ilişkileri ile birlikte ortaya çıkan işbölümünün kadın üzerindeki tahakkümü ancak bu mülkiyet ilişkilerinin ortadan kalktığı koşullarda sonlanacak zemine kavuşacaktır. Dolayısıyla bugünkü mülkiyet ilişkilerini yeniden ve yeniden üreten kapitalizm yıkılmadıkça, sınıfsız bir toplumun zemini kurulmadıkça, kadının kurtuluşunun da zemini kurulamayacaktır.
Peki, kadınlar bu zemin kurulmadan hiç mi kazanım elde etmeyecektir? Elbette, insanlığın kazanımlarıyla sonuçlanmış olan devrimci süreçler ve işçi sınıfı mücadelesinin mevzilerini genişlettiği kesitlerde kadınlar önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Ancak, bu kazanımlar gerçek bir kurtuluşun zemini olamamıştır.
Örneğin, sosyalizmin bir güç olarak varlığını sürdürdüğü, işçi sınıfı mücadelelerinin kazanımlar elde ettiği dönemler, kapitalist ülkelerde de sosyal devlet pratiğinin hayata geçtiği dönemlerdir. Bugün ev içerisinde kadınların omuzlarına yüklenen çocuk ve yaşlı bakımı, sağlık hizmetleri, eğitim gibi başlıklar kamu tarafından ücretsiz veya çok düşük ücretlerle karşılanmıştır.
Sınıf mücadelelerinin zayıfladığı, sermayenin özüne döndüğü, kriz dönemlerinin sıklaştığı, dünyada solun sınıf mücadelesini kimliklerle ikame ettiği günümüzde bütün bu kazanımlar büyük bir hızla kaybedilmiştir. Bu hakları geri almanın yolu, kapitalizmi iyileştirmeye çalışmaktan değil, mücadelenin hedefini doğru belirlemekten geçer. Ataerkil formların ortadan kalkmasının koşulu ancak bu toplumsal kurtuluş mücadelesiyle mümkündür.
Bugün, feminist hareketin çeşitli bölmelerinin önerdiği ev içi işlerdeki emeğin ücretlendirilmesi, dört duvar arasındaki kadının sosyal sigortası bu toplumsal yapı içerisindeki emekçi kadının kurtuluşu değildir mesela. Olsa olsa var olan mülkiyet ilişkilerinin ve sınıfsal yapının sürekliliğini ve meşruiyetini sağlamaya hizmet eder. Kaldı ki, sermayenin bütün maliyetlerden kurtularak kârını maksimize etmeye çalıştığı kriz koşullarında bu düzen içi talebin ne kadar gerçekçi olduğu da ayrı bir tartışma konusudur. Kadını bu yükten tamamen kurtaracak olan ise ev içi işlerin toplumsallaşmasıdır. Bunun koşulu sermaye egemenliğinin ortadan kalktığı bir eşit ve özgür bir düzendir.
Sermaye düzenini hedef almayan, sınıfların üzerini örten, günlük, tekil ve özel alan merkezli yürütülecek hiçbir mücadele kadınların kurtuluşunun zeminini kuramaz.
Elbette, kimi feminist çevrelerin karikatürize ettiği gibi sadece ücretli emeğin kurtuluşundan bahsetmiyoruz. Top yekûn bir toplumsal kurtuluştan bahsediyoruz. İşçi sınıfının motor gücü olduğu bir kurtuluş… Üretim ilişkileri ile birlikte, toplumsal ilişkilerin, ideolojik-kültürel referansların başka bir zeminde kurulduğu bir toplumsal ve siyasal yapı kadının üzerindeki tahakkümün ortadan kalkmasının da ön koşuludur.
O yüzden, kadınların kurtuluş mücadelesinin yegane müttefiki işçi sınıfıdır. Esas olan ise kız kardeşlik değil, sınıf kardeşliğidir. Ancak böylesi bir saflaşma, farklı sınıflardan kadınların da özgürlüğününün güvencesi olur.
Bu haber en son değiştirildi 10 Mart 2019 09:16 09:16
Ahmet Özer'in tutuklanmasının ve yerine kayyum atanmasının ardından belediyede kamu ve özel teşebbüse ait hizmetlerde…
Milli Savunma Bakanlığı, Kara Harp Okulu resmi mezuniyet töreni sonrasında yaşanan kılıç çatma töreni sonrasında…
Diyarbakır'da kaybolduktan 19 gün sonra cansız bedenine ulaşılan 8 yaşındaki Narin Güran cinayetinde itirafçı olan…
Hamas'ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, Gazze'de ateşkes görüşmeleri ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. el-Hayye, "Gazze'nin…
Çocukları ilaçlarla manipüle ederek istismara uğradığına inandıran 'Profesör Kabus' olarak tanınan Salık Zoroğlu'nun kullandığı ketamin…
23 Derece hesabının sahibi Gökhan Özbek, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla gözaltına alındığını duyurdu.