İlaç: Sağlık ve tedavi mi? Kâr ve tekelleşme mi?
23-11-2019 09:00Sağlık, insanlığın en temel hakkı olarak kapitalizmin mantığı ile çelişiyor. Dünya Sağlık Örgütü sağlık hizmetlerini “toplumdaki bireyler ve ailelere, onların tüm katılım ve ülke ve toplumun kabullenebileceği değerler ve karşılayabileceği maliyetle, evrensel olarak ulaşılabilirliği sağlanan temel sağlık hizmetleridir” olarak tanımlasa da...
Ahmet Aydın
Sağlık, insanlığın en temel hakkı olarak kapitalizmin mantığı ile çelişiyor. Dünya Sağlık Örgütü sağlık hizmetlerini “toplumdaki bireyler ve ailelere, onların tüm katılım ve ülke ve toplumun kabullenebileceği değerler ve karşılayabileceği maliyetle, evrensel olarak ulaşılabilirliği sağlanan temel sağlık hizmetleridir” olarak tanımlasa da, kapitalizmde sağlık ilaç şirketlerinin ve özel hastanelerin kârlılığının belirleyiciliğinde örgütleniyor ve düzenleniyor.
Evrensel tanımı “Fizyolojik sistemleri ya da patolojik durumları alan kişinin yararı için değiştirmek veya incelemek amacıyla kullanılan ürün” olarak geçse de, ilaç bugün ticari bir meta özelliğini çoktan kazanmış durumda. Hatta ilaç sektörü dünyada silah sanayisinden sonra kârlılığın en yüksek olduğu bir alan haline geldi.
Sağlık, insanlığın en temel hakkı olarak kapitalizmin mantığı ile çelişiyor. Dünya Sağlık Örgütü sağlık hizmetlerini “toplumdaki bireyler ve ailelere, onların tüm katılım ve ülke ve toplumun kabullenebileceği değerler ve karşılayabileceği maliyetle, evrensel olarak ulaşılabilirliği sağlanan temel sağlık hizmetleridir” olarak tanımlasa da, kapitalizmde sağlık ilaç şirketlerinin ve özel hastanelerin kârlılığının belirleyiciliğinde örgütleniyor ve düzenleniyor.
Kapitalizm ilacı herhangi bir metaya dönüştürmüş durumda, alınan-satılan, kâr elde edilen, pazarı olan, rekabet edilen, tekelleşilen. Bu arada halk sağlığı hiçe sayılmaktadır. İnsan sağlığı için hayati öneme sahip olması nedeni ile ilaçlar zaman zaman diğer metalardan daha farklı bir yere konulmaktadır, bu durum ilaç üzerinden elde edilen kârların göz ardı edilmesine neden olmaktadır.
Kapitalizm açısından bir kâr nesnesine dönüştürülen ilacın dünya pazarındaki payı her geçen gün katlanarak büyüyor. Sağlık “endüstrisi” için bilgi, hizmet ve teknoloji sağlayan bir Amerikan şirketi olan IMS Health verilerine göre dünya ilaç pazarı 2003 yılında 503 milyar dolar, 2011 yılında 956 milyar dolar ve 2018 yılında 1,2 trilyon dolara ulaşmış durumda. Türkiye’deki ilaç pazarı da dünya ile paralel bir şekilde genişlemiş: 2010 yılında 14 milyar TL ve Eylül 2019 itibari ile 38 milyar TL’ye genişlemiş durumda.
Yukarıdaki artışın tek nedeni ilaç fiyatlarının artışı değil, daha fazla ilacın reçete edilmesi ve pahalı ürünlere yöneliş bulunuyor. Üstelik karlılık oldukça yüksek. ABD de sadece 2002 yılında ilaç pazarındaki karlılık oranı yüzde 17 iken diğer bütün endüstride ortalama oran sadece yüzde 3,1 idi.
Bu kadar büyük pazar payına ve karlılık oranına sahip ilaç endüstrisi bu konumunu korumak ve kaybetmemek için çeşitli manipülasyonlar yapıyor. Bu manipülasyonlar ilacın üretilmesinden, ilaç endüstrisi desteği ile yapılan “bilimsel araştırmalara”, ilacın ruhsatlandırılarak piyasaya sürülmesinden, piyasaya sürülen ilacın pazarlanmasına kadar geniş bir yelpazeyi içine alıyor. İlaç tekelleri ile tıp piyasasına sürülen yeni hastalıklar arasındaki ilişkiler de artık birçok insan tarafından bilinmekte.
İlaçta patent: Tekelleşmenin önü açılıyor
22 Eylül 1995 yılında bir gece yarısı çıkarılan kararname ile ilaçta patent anlaşmasına geçilmiş, TRIPs sözleşmesi kabul edilmiştir. Kısaca ilaçta patent şu demek: Yeni bir ilacın üretimi ve satışı ile ilgili tüm hakların belirli bir süre için (15-20 yıl) yalnızca o ilacı bulan kişi veya firmaya ait olması
Ekonomik ve ticari bir hak olan patent hakkının Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Anlaşması (TRIPs) ile ilacın patent kapsamına alınması Dünya Ticaret Örgütü’nün bastırması ile yine 1995 yılında gerçekleşiyor. Türkiye kapitalizmi ve dönemin Başbakanı Tansu Çiller dünya kapitalizmi ile uyumu aynı yıl sağlıyor. İlaçta patent uygulaması ABD’de 1980 yılına denk düşüyor.
En temel insani hakkımız olan sağlık hakkının bir parçası olan ilacın üretme, satma, pazarlama tekeli haline getirecek fikri mülkiyet hakkını kapitalizm sağlamış oluyor. Buradan çok uluslu şirketler ilaç pazarının tek hakimi haline geliyor.
Yerli ilaç sanayini tamamen yok edecek, ilaç fiyatlarını ölçüsüz biçimde arttıracak, ilaca ulaşmayı zorlaştıracak, ülkemizi tümüyle yabancı ilaç firmalarına bağımlı hale getirecek, savaş, ambargo gibi durumlarda halk sağlığını tehlikeye atacak süreç bu şekilde perçinlendi. Irak işgalinde yaşanan ambargo kaynaklı antibiyotik kıtlığı, en az savaş kadar enfeksiyon yayılmasından dolayı halkın toplu ölümlerine neden olmuştur.
AKP dönemi: Yabancı ilaç tekellerine tam boy teslimiyet
AKP hükümeti, Bomonti’deki Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) İlaç Fabrikası’nı 2005’te kapattı. Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ kapatma kararını, “Bizim ilaç fabrikamız olsun diye bir niyetimiz yok” diye savundu. 14 yıl aradan sonra AKP hükümeti yaşanan ilaç sıkıntısı ve yüksek fiyat sorununu çözmek için “yerli ve milli ilaç” çağrısı yaptı.
AKP hükümetinin fabrikayı kapatması ile tamamen ithal ilaca mahkûm olan Türkiye’de döviz kurundaki büyük artış ilaç sorununu daha da büyüttü, ilaç tekellerinin kota ve stok ayarlaması yüzenden insanların ilaca ulaşımı kısıtlanmış ve engellenmiş oldu.
1979 yılında kurulan Şişli Bomonti’deki fabrika SSK’nin ilaç ihtiyacının yaklaşık yüzde 20’sini karşıladı. Türkiye’nin ISO 9002 kalite belgesine sahip tek ilaç fabrikası olan SSK İlaç Fabrikası, SSK eczanelerinin kapatılmasından sonra yasa gereği SSK eczaneleri dışında kamu ya da özel eczanelere ilaç satamadı. O dönem piyasa değeri yaklaşık 4 milyon YTL’ye yakın ilaç hiç piyasaya çıkmadan çöpe atıldı. SSK ilaç firmaları ile fiyat pazarlığı yapabilirken, piyasa tamamen ilaç tekellerine terk edildi.
Ayrıca üretilen ucuz ilaçlar ile SSK 120 milyon dolar tasarruf etti. 2004 yılında SSK’ye kira hariç 40 milyon gelir sağladı.
Fabrika kapatıldığında ağrı kesici, antibiyotik, vitamin ve öksürük şurubu gruplarından toplam 22 kalem ilaç üretimi yapıyordu. Petrol-İş Sendikası’nın o dönemde yayımladığı araştırma raporunda “İlaçlar piyasa ortalamasından yüzde 159 daha ucuz” tespiti yer aldı.
Türkiye’de hali hazırda en çok ciro yapan 100 ilacın 95’i ithal. Türkiye’de kamu tarafından ödenen ve en çok ciro yapan ilk 100 ürünün 95 tanesi ithal veya lisanslı. En çok ciro yapan ilk 10 üründen ise sadece 1 tanesi yerli. Satılan ilaçların 7 milyar 016 milyon 742 bin 172 lirası ilk 100 ilacı üreten firmalara gidiyor. Bu ilaçların ithal ve lisanslı olan 93’ünün aldığı pay 6 milyar 631 milyon 094 bin 813 milyon TL. Bağımlılık tepe noktasına ulaşmış durumda.
Onkoloji ilaçları, %12,9 pay ile Eylül 2019 itibarıyla son 12 ayda pazarda değer bazında en çok satışa sahip tedavi grubu olmuştur. Ülkemizde enfeksiyon ve kardiyovasküler sistem hastalıklarının yerini kanser almaya başlıyor, Pfizer, Novartis, Bayer, Roche, Bristol-Myers Squibb, Johnson&Johnson, Merck ve daha fazlası dünyamızı ve ülkemizi sömürmeye devam ediyor.
“Yerli ve milli” edebiyatı yapan AKP hükümeti ve Sağlık Bakanlığı emperyalizme bağımlılığın ve kapitalizmin yasalarına tabi olmanın bedelini tüm emekçi halka ödetiyor.
Kan ürünleri peşkeşi: Yandaşı zengin et!
Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018) çerçevesinde sözde ilaçta yerelleşme stratejisinin bir ayağı olarak 2015 yılında Sağlık Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve Türk Kızılayı arasında ülkemizin kan ve kan ürünleri konusunda kendine yetebilmesini sağlayacak “Plazma Ürünleri Elde Edilmesi Projesi Protokolü” Sağlık Bakanı Prof. Dr. Mehmet Müezzinoğlu döneminde imzalanmıştır. Söz konusu protokol 19.05.2017 tarihinde güncellenmiş, proje kapsamında en çok ihtiyaç duyulan, yüksek maliyetli dört ana plazma ürününün (Faktör VIII, Faktör IX, İmmunoglobulin ve Albümin) Türkiye’de üretilmesi kararlaştırılmıştır.
Devamında bu anlaşmalara göre Kızılay’ın Türkiye’de topladığı kan plazmalarından, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun alım garantisiyle sözleşme yapacağı firma (Maxicells İlaç Sanayii A.Ş.) eliyle yurt içinde üretilmesi kararı verilmiştir. Maxicells İlaç Sanayii A.Ş., MT Gruba bağlı Ethem Sancak’ın yeğeni Murat Sancak tarafından kurulan paravan bir şirket. Sancaklar medya, enerji ve yeniden ilaç piyasasının patronu olmak üzere hareket ediyorlar.
SGK Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü’nün, Sağlık Bakanlığı Kamu Hastaneleri Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği 30.07.2019 tarih E.11019638 sayılı yazıda ihtiyaç duyulan plazma ürünlerinden en yüksek maliyetli olanlarının (Albümin-IVIG-Faktör VIII-Faktör IX) sadece Maxicells İlaç Sanayii A.Ş. tarafından dağıtılacağını belirterek; bu dağıtımın sadece Özel Sağlık Hizmet Sunucuları (SHS) bünyesinde yer alan eczanelere yapılacağını, ürünlerin perakende satış fiyatının ve kamu fiyatlarının dikkate alınmaksızın, sadece farmasötik eşdeğeri dikkate alınarak tüketileceği salık veriliyor.
Bu uygulama ile kamu yararı ve kamu kaynakları gözetilmeksizin tek bir firmadan ürün tedarik edilmesi ve sadece o ürünlerin kullanılması sağlanmakta, tüketilmese bile ürünlerin ödemesi kurum tarafından garanti edilmekte, fiyatının da ne olacağı denetim dışı bırakılmaktadır. Bu ilaçların sadece hastane eczanelerinden ayaktan tedavi alan hastalara da verilerek serbest eczanelerin devre dışı bırakılmasının da önü açılıyor.
Hatta o kadar ileri gidiyorlar ki, Maxicells İlaç Sanayii A.Ş. firmasına Silivri’de bir arsa tahsis ediyorlar. Sözleşmeye göre, en geç altı ayın sonunda Maxicells, Türkiye’de kuracağı tesis ile ilgili iş planı ve ilerleme takvimi hazırlamayı ve SGK’nin onayına sunmayı taahhüt etti.
Sancak, yurt dışından ithal edilen kan ürünleri ilaçları getiren firmaların ruhsatlarını da satın aldı. Bundan sonra yurt dışında daha ucuz olmasına karşın Türkiye’de daha pahalı olan ilaçları sadece Sancak ailesi iç piyasaya sunabilecek.
Bu süreçte Kızılay’a altyapı çalışmaları için Sağlık Bakanlığı bütçesinden 85 milyon TL ödeme yapılması kararlaştırıldı.
Tarikatların Sağlık Bakanlığı’na yerleşmesinin başka bir örneği bu alanda yaşanıyor. Yerli ve milliden anladıklarının yandaş ve emperyalist olduğu gerçeği karşımıza çıkıyor.
Kapitalizm sağlığa zararlı
Kapitalizm hem sağlık ile hem de ilaç ile çelişiyor. Reklamı serbest yapmak istiyorlar, antibiyotik kullanımında akılcı ilaç kullanımı ile antibiyotik kullanımını düşürmeye çalışıyorlar. Milli ilaç üreteceğiz diyorlar, yandaşa tekelleşme olanağı sunuyorlar, yabancı ilaç tekellerinin kârına kâr katmasını sağlıyorlar. Aşılama yapıyorlar, aşılamaya karşı çıkan geri ve gerici zihniyeti korumaya çalışıyorlar.
İlaç tekellerinin egemenliği maalesef bürokratik bir problem değil, kapitalizmin yapısal bir sorunu. Gerici ve yandaş Yeni Şafak gazetesinin açtığı “İlaç Dosyası” temel olarak bunu iddia ediyor. Türkiye bürokrasisi şu an tarikatların ve yandaşların işgali altında. İkincisi ilaçta patente açıkça karşı çıkmayan tüm yaklaşımlar bu başlıkta ikiyüzlü yaklaşımlardır.
Sosyalist ülkelerin bu alandaki başarılarının çarpıcı olduğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçek. Burada, sayfalarca istatistik verilebilir. Dünyanın en düşük bebek ölüm oranlarından, yirmi sene gibi kısa zaman sürelerinde yoksulluğun batağından, dünyanın en gelişkin kapitalist ülkelerinin düzeyine çıkan ve yer yer geçen istatistiklerden örnekler de aktarılabilir.
İşte tam da bu yüzden, sağlığın devletin sorumluluğunda ve halkın hakkı olacağı, bakımın kapsayıcı olacağı, koruyucu ve tedavi edici hizmetlerin birleştirileceği, hizmetin bedava ve herkes tarafından erişilebilir olacağı, toplumsal hizmetler, sağlık hizmetleri ve toplumun sosyo-ekonomik gelişiminin koordine edileceği, sağlık sistemine halkın katılımının esas olacağı bir ülke için, kendi ilaç ve aşılarımızı kendimizin üreteceği günleri yakınlaştırmak için mücadele edilmeli.