Komplo mu, emperyalizm mi: Türkiye tarımı adım adım nasıl bitirildi?
24-02-2019 09:35"Dünya'da kendi kendine yeten yedi ülke" efsanesi, son 20 yılda adım adım çöktü. Sonuç, tarımın tasfiyesi olurken, piyasanın "görünmez eli" ortalıktan tamamen kayboldu.
İLKER DEMİRER
Türkiye’de son günlerin en ciddi tartışma konusu seçimlerle birlikte, tanzim satış kuyrukları. Bir tarım ülkesi olarak bilinen ülkede, ucuz tarımsal ürüne ulaşmak zorlaşınca, bu durumun seçimlere yansımaması için siyasi iktidar olaya müdahale etti. Uzun yıllardır iktidarda olan AKP, geçmiş dönemleri “yokluk” ve “kuyruklarla” itham ederken, kendi iktidarı döneminde benzer bir görüntünün ortaya çıkmasına engel olamadı. Sonucunda suç “bilinmez kesimlere” havale edilirken, emekçileri doğrudan etkileyen krizin görüntüsü çuvala bile sığmaz oldu.
Uzun gıda kuyruklarının olduğu bir ülkede, bu sürece nasıl gelindiğinin ana hatlarını ortaya sermek gerekiyor. Gıda fiyatlarının hızla arttığı, tarımsal üretimin ithalat aracılığıyla düzenlenmeye çalışıldığı bir ortamda bu tablonun sorumlusunun ne olduğunu detaylı analiz etmek gerekiyor. Siyasi iktidarın iddia ettiği gibi bu durumun sorumlusu “gıda aracısı olan” fırsatçılar mı, yoksa emperyalizmle kurulan bağlar mı?
Bu cevabı verebilmek için, tarımsal üretim ve kapitalizm arasındaki bağları iyi anlamak gerekiyor. Tarımsal üretim, en temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere binlerce yıldır insanlık tarafından farklı coğrafyalarda yürütülen işlerin başında geliyor. Bu nedenle tarımsal üretimin, özellikle de sanayi devrimi öncesinde, diğer doğal zenginliklerle beraber toplumsal ilişkilerin meydana gelmesinde ciddi bir önem arz ettiği açık.
Tarımsal üretim, emperyalist ilişkilere tabi kılınırken…
Bununla beraber, tarımın kapitalist özellik kazanması ciddi farklılıkları yarattı. Bu farklılıkların başında, toprakların mülkiyet ilişkisinin değişimi ve tarımsal ürünlerin değişiminin ciddi bir sermaye birikimini doğurmasıdır. Bu sermaye birikiminin kapitalizmin gelişimindeki rolü, özellikle 20.yüzyılın ortalarında Maurice Dobb-Hilton ve Sweezy arasında ciddi tartışmalara neden olmuş, kapitalizmin gelişiminde tarımın rolü detaylı bir biçimde tartışılmaya çalışılmıştır. [1]
Tartışmanın merkezi ise bugün biraz daha farklı. Tarımsal üretimin, emperyalist kapitalist sisteme eklemlenmesiyle birlikte sömürü mekanizmaları derinleşmiş durumda. Dahası tekelci üretim biçimi, söz konusu tarımsal üretim olduğunda dengesizlikleri ve akıl dışı karmaşayı daha da besler hale gelmiş durumda. Marks’ın Kapital’de ifade ettiği “kapitalizm altında akılcı bir tarım politikası geliştirmenin imkânsız olduğu” tezi, emperyalist çağın temel özelliklerinden biri haline gelmiş durumda.
İşte bu tez, söz konusu Türkiye olduğunda daha da net bir biçimde gözlemleniyor. Dünya’da tarımsal üretimin 21.yüzyıldaki gelişim seyrine bakıldığında, Türkiye’nin tarımsal üretimde 2012 yılına kadar ilk on içinde olduğu görülüyor. 2012 yılında Türkiye tarımsal üretimde yıllık 62 milyar dolarlık üretimiyle 9.sıradaydı. [2] Bütün bu üretime karşın Türkiye tarım alanında dahi “net ithalatçı” konumunda.
TÜİK verilerine göre 2012-2018 yılları arasında toplam 17 milyar dolarlık net ihracat açığı tarımsal sektörde verilmiş durumda. Bu dönem aralığında 38 milyar dolarlık ihracata karşın, 56 milyar dolarlık ithalat yapılmış durumda. Türkiye gibi tarım arazileri açısından Dünya’da üst sıralarda olan bir ülke nasıl gerileyen bir durumda?
Tarımın “serbest düşüşü”
Bu durumun nedenlerinin başında Gümrük Birliği anlaşması var. Gümrük Birliği anlaşması ile tarımsal üretimde kamu desteği ve belirleyiciliği azalmış, üretim sektörü emperyalist piyasa ilişkilerine eklemlenmiştir. Sonucunda tarımsal üretim arazileri azalırken, tarımsal üretim için gerekli olan girdi maliyetleri (gübre, mazot, makine, tohum vb.) sürekli olarak arttı.
Ziraat Mühendisleri Odası’nın (ZMO) 13 Şubat 2019 tarihli raporunda tarımsal fiyatların neden arttığını net bir biçimde ortaya koyuyor. ZMO’nun TÜİK’ten derlediği verilere göre tarımsal araziler 2004 yılında 26 milyon 593 bin 178 hektarlık bir alanı oluştururken, 2018 yılında 23 milyon 199 bin 946 hektarlık bir alanı oluşturuyor. [3]
Tanzim mağazalarında satışa sunulan ürünlerin ekim alanları da ciddi miktarda geriledi. 2009-2018 arası incelendiğinde salçalık biber üretimi için yapılan ekim arazisi 28 bin hektardan 34 bin hektara çıktı. Öte yandan tüm ürünlerin ekim alanları ise geriledi.
Ekim alanları gerilerken, üretim miktarları bir miktar artış gösterdi. Verimlilik artışına karşın ürünlerin ucuzlamayıp artış göstermesi, tarımsal üretim girdi maliyetlerinin artışıyla ilgili. Gübre üretimi ve tüketimi ZMO’nun verilerine göre aynı kalırken, dolar kurunun artışı gübre fiyatlarını etkiledi. Üstelik Türkiye Hollanda, Yunanistan gibi ülkelerle kıyaslandığında geride kalmaktadır.[4] Bu durumda verimlilik oranlarının geride olmasına, Gümrük Birliğine dâhil olan Türkiye’nin tarımda “ithalatçı” konumuna düşmesine neden oluyor.
Tarımsal üretimin gerilemesindeki bir diğer neden ise ekonomi politikalarının bizzat üretimi geriletecek adımlar atmasından kaynaklanıyor. Tarımsal teşvik politikalarının önemli bir çoğunluğu doğrudan yardım giderlerine gidiyor. Bu durumda, küçük üreticiler üretimden vazgeçiyor. Toprakların bölünmesi de üretimin pahalılaşmasına neden olurken, emekçiler açısından ucuz gıdaya ulaşmak imkânsız hale geliyor.
AKP’nin tarımdan anladığı: Tekelleşmenin önünü açmak
Bu noktanın dayanılmaz hale gelmesi ve tarım piyasasında kırılan “küçük üretici” payı, tekelleşmenin önünü açmak üzere kamu müdahalesine neden oluyor. Toplulaşma politikası zorunluluk haline gelirken, bu politikanın kamu mülkiyeti yerine büyük tekellere bırakılacak olması AKP’nin sermaye partisi olduğunu gösterir durumda.
Toplulaştırma uygulaması 2015’ten itibaren hız kazanırken, Tarım ve Orman Bakanlığı 2023 yılı sonuna kadar 8,5 milyon hektar araziyi toplulaştırmayı düşündüğünü belirtti. Atıl arazilerin Avrupa’nın ok üstünde olduğu Türkiye’de, toplulaştırma uygulaması tekelci şirketlerin piyasaya girmesini hızlandıracak. Bu durum geçici olarak fiyatları düşürse bile, uzun dönemde fiyatların tekrar yükselmesi kaçınılmaz.
Sosyalizm programı, tarım krizini nasıl çözer?
Bu durumda, Türkiye’nin akılcı bir tarım politikasına geçmesi için adım adım “piyasanın görünmez elini” devre dışı bırakması gerekir. Tarımsal arazilerin tekrar genişletilmesi ve tarımsal üretim verimliliğinin, kapasitesinin genişlemesinin tek yolu planlı bir ekonominin aracılığında tarımı yeniden düzenlemekten geçiyor. Kamu ekonomisinin ölçeğinin kullanıldığı, tarımsal üretimde makineleşmenin ve teknolojinin öne çıkarıldığı, üretim ölçeğinin genişletildiği ve aracıların ortadan kaldırıldığı bir noktada tarımsal ürünlerin fiyatları ucuzlayacaktır.
Ayrıca bilimsel gelişmenin esas alınması, tarımda yeni tekniklerin yaygınlaştırılmasının da diğer bir yoludur. Başta ziraat mühendisliği olmak üzere, biyoloji, kimya ve genetik bilimlerinin tarımsal üretim kapasitelerini arttırıcı çalışmaları önemsenmeli. Ancak bunun için yerli tohum üretiminin teşvik edilmesi, bilişim uygulamalarının devreye konulması gibi temel özellikleri göz önünde bulundurmak gerekli. Bu özellikler, Cargill benzeri tekellerin hâkim olduğu tarım endüstrisi için geçerli değildir. Sosyalizm programı, bilimsel üretimin tarım alanında da yeniden üretilmesinin de önünü açacak mekanizmaları kurmayı önermektedir.
Bunun başarısı ise emekçilerin örgütlü mücadelesinden ve iktidarından geçmektedir. Sosyalizmin tarım programı, Türkiye’de kapitalist ilişkileri devre dışı bırakarak, akılcı ve ülke insanının temel ihtiyaçlarını karşılayan bir tarım politikası uygulamak mümkün. Bu kriz, tarımda sosyalist seçeneğin ne kadar önemli olduğunu da bir kez daha kanıtlamaktadır.
–
[1] Wood, E.M., Kapitalizmin Kökeni, s.45-51, 2002[1999], çev: Cevdet Aşkın, Epos
[2] Rakamlarla Dünya Tarımı, İzmir Ticaret Borsası Ar-Ge Müdürlüğü, s.5, 2013
[3] “Zerzevatın suçu ne?”, Ziraat Mühendisleri Odası Raporu, erişim tarihi: 20 Şubat 2019
[4] “Ülkemizde gübre üretimi ve tüketimi üzerine bir değerlendirme”, Ziraat Mühendisleri Odası Raporu, erişim tarihi: 20 Şubat 2019