Küresel kent peşinde koşarken eldeki ülkeden olmak
17-02-2019 09:22Kartal’da yıkılan binanın müsebbibinin sadece kaçak çıkılan 3 kat olmadığı, deniz kumundan inşaat yapılmasına göz yuman liberal politikalar olduğu, o binanın yapıldığı arsadaki rant olduğu, ölen vatandaşlarının cenazelerinin ardında yeni rant imkanları gören burjuva politikacıları olduğu daha iyi anlaşılır.
ORHAN DENİZ
Kartal’da çöken bina vakası münferit bir vaka mıdır? Binanın çökmesinin kaderle ya da “bu dünyanın ahiret için sınav yerinden başka bir şey olmamasıyla” açıklanması gibi saçmalıkların dışında, sadece teknik gerekçelerle açıklanması yeterli midir? Çökme sonrası yaşanan organizasyonluklara, beceriksizliklere dikkat çekip, İstanbul’u bekleyen depremi hatırlatarak uyarılarda bulunmak reel bir çözüm yolunu açabilir mi? Ya da Kartal’daki binanın çökmesi ülke gerçeklerinden bağımsız, kişisel hata ve/veya hırsların neden olduğu bir sonuç mudur?
Ortada çok boyutlu bir tablo olduğunu söyleyelim öncelikle ve sondan başlayalım, evet ortada bir sonuç vardır ve bunun nedenlerini aramak için 1980’li yıllara kadar uzanmak gerekir. Bu yıllar kapitalist ekonominin yeniden yapılandığı, sermaye birikim süreçleri için yeni alanların keşfedildiği yıllardır. Kentlerin ya da başka bir ifadeyle kentsel toprakların bu süreçlerin önemli birikim başlıklarından biri haline gelmesi de bu yeniden yapılanmayla ilgilidir ve yapılanmanın mekânsal karşılıklarını da oluşturur. Bu noktada şöyle bir kurgu yapılmamalıdır: Söz konusu yeniden yapılanma o yıllarda olmuş bitmiş, tamamlanmış bir şey değildir, gelecekte atılacak adımların belirlendiği/çerçevenin çizildiği bir eylem planıdır, politik bir önermedir; süreç şeklinde tarif edilmesinin nedeni de budur.
Küresel kent
Bu yeniden yapılanmanın kentlerin biçimlendirilmesine yönelik müdahalesi küresel kent ya da dünya kenti kodlamasıyla yürütülür. Görüldüğü üzere, özellikle Sovyetler Birliği’nin çözülüşü öncesi ve hemen sonrasında yoğun şekilde propaganda edilen küreselleşme kavramı burada da öne çıkarılır. Küresel kent ya da dünya kenti kavramsallaştırmalarının temelinde yatan yaklaşım artık dünya ölçeğinde yeni bir ekonomik yapının kurulduğu, piyasanın belirleyici olduğu bu yapının karşı konulamaz olduğu, bu yeni yapıyla birlikte sanayinin gelişmekte olan ülkelere doğru yayıldığı, finans sektörünün de bu yayılmaya paralel bir şekilde sermayenin yönetimini, kontrolünü ve yeni alanlara açılımını sağlamak için yeni merkezler yaratma ihtiyacı hissettiği ve bunun da küresel kentleri zorunlu kıldığıdır. Yani, küresel kentler uluslararası sermayenin/emperyalizmin operasyon merkezleridir.
Böylesi bir merkezin sadece bir yönetim ve organizasyon merkezi olarak kalamayacağı, ticaretin ve hizmet sektörlerinin de merkezi haline dönüşeceği, tüm bunların ihtiyaç duyulan altyapı, ulaşım, iletişim ağları, binalar ve bina öbekleriyle kentlerin tarihi, kültürel, sosyal, ekonomik ve fiziksel yapısını değiştireceği açıktır. Nitekim, küresel kent ya da dünya kenti olarak tanımlanan ya da bu tanıma aday olduğu varsayılan kentlerin tamamında yaşanan pratikler, sermayenin çıkarları doğrultusunda biçimlendirilen küresel kentin işçi sınıfına, emekçi sınıflara dönük bir saldırıdan başka anlama gelmediğini, bu merkezlerde işsizliğin, yoksulluğun, güvencesizliğin hızlı bir şekilde arttığını gösterir.
Kentsel dönüşüm ya da emekçilerden arınma
Küresel kentle (ya da kentlerin uluslararası sermayenin finans merkezleri haline dönüştürülmesiyle) ilgili önemli bir kavram da kentsel dönüşümdür. “Soylulaştırma” gibi kavramlarla da tanımlanan kentsel dönüşüm sermayenin kentsel toprakları rant alanına çevirmesinden, emekçi sınıfların kent merkezlerinden uzaklaştırılıp doğan boşluğun uluslararası sermaye tarafından doldurulmasından başka bir şey değildir. Bu anlamıyla, kentsel dönüşüm bizim ülkemize özgü bir durum değildir. Farklı ülkelerde, neredeyse eşzamanlı, kentsel dönüşüm süreçleri görülür; şüphesiz bu dönüşüm örnekleri farklılıklar içerir ve yıkıcılıklarının şiddeti de değişir. Emperyalist ülkelerdeki kentsel dönüşüm örneklerinden daha az gelişmiş ülkelerdeki örneklere doğru gidildikçe kentsel dönüşüm uygulamalarının meşruiyet arayışının azaldığı ve kent suçlarının arttığı da bir vakıadır.
Küresel kent sermayenin yayılmasıdır
Buraya kadar çizmeye çalıştığımız çerçeveyi biraz daha somutlamaya çalışalım.
Küresel kent ya da dünya kenti denildiğinde akla gelen ilk örnekler New York, Londra ve Tokyo olmaktadır. Coğrafik olarak bakıldığında Amerika, Avrupa ve Uzak Doğu; ekonomik ve politik olarak bakıldığındaysa ABD, Avrupa ve Japonya. Bu üç merkez reel sosyalizm sonrası dünyadaki üç büyük güç odağını simgeler ve emperyalist merkezler oldukları için zaten küresel kentlerdir; gözden kaçırılmamalı, iki kutuplu dünyanın kapitalist kutbunun küresel kentleri.
Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün kapitalist kutup tarafından büyük coşkuyla karşılanmasının ana nedeni en büyük düşmanlarından kurtulmalarıdır belki, ama bunun yanında önlerine açılan yeni fırsatları, yeni pazarları da unutmadıklarını biliyoruz. Sosyalizmin çözülüşü dünyanın üçte birlik bölümünün kapitalist yağmaya açılması, kalan üçte ikilik bölümdeki direnç noktalarının da daha kolay baskı altına alınması anlamına gelmiştir. 1980’li yıllarla başlayan kapitalist yeniden yapılanmanın, nesnel zemin bir yana, en ciddi motivasyon kaynağı bu çözülüş olmuştur. Küresel kent olma hayallerinin, küresel kent adayı haline gelme çabalarının artışı da bu anlamda yeni kurulacak dünyaya daha güçlü bağlarla eklemlenmekle, ekonomik ve politik olarak bir güce sahip olmakla, böyle bir gücü istemekle ilgilidir.
Ülkemizde yaşanan süreçler, Özal ile başlayan, AKP ile sınır ve kural tanımayan bir şekilde hayata geçirilen uygulamalar bu çerçeveyle birlikte ele alındığında daha doğru bir şekilde okunabilir ve yazının başlarında sorduğumuz sorulara daha doğru yanıtlar üretilebilir. Kartal’da yıkılan binanın müsebbibinin sadece kaçak çıkılan 3 kat olmadığı, deniz kumundan inşaat yapılmasına göz yuman liberal politikalar olduğu, o binanın yapıldığı arsadaki rant olduğu, ölen vatandaşlarının cenazelerinin ardında yeni rant imkanları gören burjuva politikacıları olduğu daha iyi anlaşılır.
Türkiye’nin küresel kent serüveni
Öncelikle, Türkiye’deki kentsel dönüşümlerin kaynağı uluslararası sermaye ile olan ilişkiler ve eklemlenme süreçleri olarak görülmeli, ama ülkenin kendine özgü yanları da göz ardı edilmemelidir. Ana yönelim belli olsa da ortada karmaşık toplumsal ilişkilerin yaşandığı, sınıfsal ayrışmaların derinleştiği, farklı ideolojik şekillenişlere sahip köklü politik hareketlere sahip, coğrafik olarak kritik bir bölgede yer alan bir ülke bulunmaktadır ve buradaki dinamikler ana yönelimin doğrusal ve belli bir ivmenin altına inmeyen bir şekilde yol almasına her zaman izin vermemektedir. Atlanmaması gereken nokta 1980’lerden bugüne gelinen sürecin ana yönelim açısından tam bir süreklilik gösterdiğidir.
Özal liberalizmi Türkiye’nin kentsel dönüşüm serüveninin, başka bir deyişle İstanbul’un küresel kent haline dönüştürülmesinin, ilk adımlarını atmıştır. Turizm ve emlak merkezli geliştirilen kent politikalarıyla lüks oteller, alışveriş merkezleri, ofis binaları yapılmaya başlamış, Maslak civarının uluslararası sermaye için bir finans merkezi haline dönüştürülmesinin ilk adımları atılmıştır. Tarlabaşı Bulvarı’nın açılması, 2.Boğaz Köprüsü’nün yapılması, ilk gökdelen olarak sayabileceğimiz Gökkafes’e verilen izin, Çırağan Oteli, Swiss Otel, alışveriş merkezi furyasının başlangıcı sayılan Bakırköy Galleria ve Akmerkez, Özal’lı yıllarda atılan bazı adımlardır.
1990’ların başlarında yaşanan ekonomik kriz ve düzenin sonraki yıllarda devam eden krizleri bu süreçlerin şiddetini göreli olarak azaltmış, 90’ların sonuna doğru süreç yeni uygulayıcılarıyla (Refah Partisi 1994’te seçimi kazanmış olsa da, kentsel dönüşüm kapsamındaki ciddi hamleleri Fazilet Partisi ismini aldıktan sonradır) hızlanmaya başlamıştır. Bu dönem nazım imar planlarında değişiklikler yapılmış, uluslararası emlak fuarlarına çeşitli projelerle katılınmış, özellikle Avrupa Birliği ile entegrasyon önemsenmiş, İstanbul’un uluslararası organizasyonlara ev sahibi yapılması için uğraşılmıştır. 1999 yılında yaşanan deprem ise Türkiye’deki kentsel dönüşüm süreçleri açısından egemen sınıfa özgün avantajlar yaratmış, şiddetli ve meşruluğu kendinden menkul bir dönüşüm sürecinin önünü açmıştır.
AKP, kent suçları ve rant
Bu sürecin şoför koltuğunda oturan AKP herhangi bir burjuva partisi değildir. Rejimi değiştirme misyonuna sahip, uluslararası sermayeye açısından kullanışlı, islamcı karakterini popülist söyleminin işlevli bir parçası haline getirebilmiş ve ciddi bir oy desteğini sürekli kılabilen “kurucu” bir partidir.
AKP’nin bu özellikleri kentsel dönüşüm süreçlerindeki uygulamalara da yansımıştır. Kısaca hatırlarsak, 2002 seçimlerinin hemen sonrasında “biz tüccar siyaset yapacağız” diyen AKP kısa zamanda bu doğrultuda adımlar atmaya başlamış ve bu açıdan iki kanal öne çıkmıştır: 1) Kamuya ait kaynakların tasfiyesi anlamına gelen özelleştirmeler ve 2) uluslararası sermayenin ülkeye gelişini sağlayacak kentsel dönüşüm hamleleri, ki bu emlak ve inşaat sektörlerinin büyütülmesi anlamına da gelir.
İstanbul’un dünya kenti olmasını çok önemseyen AKP bunun için İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi isimli bir merkez bile kurmuş ve burada geliştirilen projeleri bir pazarlama enstrümanı olarak kullanmıştır. İşin ilginç tarafı, bu merkezin başında olan ve 2008 yılında istifa eden Profesör Hüseyin Kaptan’ın daha sonra verdiği bir röportajda kendisini Ankara’nın istemediğini söylemesi ve kendisinin İstanbul’a yapılmak istenen gökdelenlere karşı çıktığını söylemesidir. Anlaşılan o ki, Tayyip Erdoğan’ın dikey mimariye itiraz etmek için kentte bina yapılacak alan kalmamasına ve İstanbul’un kuzeyinin imara açılmasına ihtiyacı varmış!
AKP bu süreçte bir yandan Haydarpaşaport, Galataport, Burgu Kuleler, Çamlıca kulesi, 3.Köprü, 3.Havalimanı, Kanal İstanbul, Avrasya Tüneli gibi bir çok proje gündeme getirip, bunları bir pazarlama enstrümanı olarak kullanırken bir yandan da yol ve konut inşaatlarına ağırlık vererek ihaleler ve TOKİ aracılığıyla kendi yandaşlarına çok büyük miktarlarda nakit akışı yaratmıştır. Deprem gerekçesiyle başlatılan kentsel dönüşüm projeleri yine AKP’lilerin ve AKP’ye yakın tarikatların zenginleştiği projelere dönüşmüş, özellikle kentin ana düğüm noktalarında yapılan dönüşümlerde büyük mülkiyet değişimleri olduğu açığa çıkmıştır.
İmar planlarında yapılan değişikliklerle, belediye meclislerinde alınan kararlarla kentlerin tarihsel, kültürel ve fiziksel yapısını ciddi oranda değiştirecek projeler hayata geçirilmiş, yasal süreçlerle uğraşmamak için hamleler yapılmıştır. Örneğin TOKİ her türlü mevzuatın ve denetlemenin dışına çıkarılmış, çıkarılan/yenilenen kanunlarla belediyelere ait yetkiler doğrudan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verilmiş ve ranta dönük tüm uygulamaların önü sonuna kadar açılmıştır.
AKP’nin iktidarı boyunca inşaat sektörü için yaptıkları ve yarattığı rant çok büyük rakamlara ulaşmıştır. Tayyip Erdoğan’ın büyük bir pişkinlikle İstanbul’da yapılan tahribattan, yatay mimariye gerek olduğundan, kendilerinin en çevreci iktidar olduğundan bahsetmesinin ne kadar büyük bir demagoji olduğu inşaat sektörüyle ilgili ortaya konan rakamlardan bellidir.
AKP döneminde sadece İstanbul’a yapılan gökdelen sayısı 117, 2.5 milyar metrekareye yakın beton inşaatı yapılmış, Ankara’da sadece 2017 yılında kişi başı 1 ton asfalt dökülmüş, İstanbul’da afet toplanma alanı olarak belirlenen 493 bölgenin büyük bölümü imara açılmış, bunların 416’sına gökdelen, alışveriş merkezi, rezidans inşa edilmiş, alışveriş merkezlerinin alanı yaklaşık 10 milyon metrekare artmış, 170 bin hektar civarı orman yok olmuş… Tüm bu rakamların ekonomik maliyetinin ülke halkının omuzlarına bindirildiği ise unutulmamalıdır.
AKP’nin yıllardır yürüttüğü inşaat faaliyetlerinin ülkeye verdiği zararlar yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Yap-işlet-devret modeliyle yapılan ve araç geçiş garantileri verilen Osman Gazi Köprüsü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Avrasya Tüneli gibi projelerin ülke halkına maliyetleri herkesçe bilinmektedir. TOKİ’nin yarattığı maliyetlerin miktarı bilinmemektedir. Sürekli övünülen duble yollar ilk ciddi doğa olayında yerle bir olmakta, birkaç yıl içinde bozulmaktadır.
Belirsiz olan önemli bir noktada, belki bu ülkenin geleceğini de etkileyeceği için özellikle önemlidir. Küresel kent haline gelmenin en temel esprisi ülkeyi uluslararası sermaye açısından tercih edilir yapmak, sıcak parayı ülkeye getirecek çekim merkezlerini yaratmaktır. Şu anki tablo bu açıdan uluslararası sermayeye kârlı ve güvenli alanlar sunabilecek bir görüntüde değildir. Yani küresel kent çabasının ya bir çöküntü bölgesine dönüşmesi ya da yepyeni bir kuruluşun yolunun açılması uzak bir ihtimal değildir.