Ne böyle senle, ne de sensiz
28-04-2019 11:10MHP’nin kazançlı çıktığı, üstelik kazancını AKP’den sağladığını tespit etmek gerekiyor. AKP, Başkanlık Sistemi’ne geçerken kendisini yüzde 50+1’e ve dolayısıyla MHP’ye mahkum etti. ‘Siyasette sıkışma’ diye tarif edilen tam da bu mahkumiyet.
Nevzat Kalenderoğlu
AKP kendi rejimini inşa etme yolunda kat ettiği mesafeyi, ülkeyi keskin virajlara sürüklerken konjonktüre göre değişen toplumsal kesim ve güçlerle kurduğu dönemsel ittifaklara borçlu. Cumhuriyet rejimini tasfiye sürecinde liberallerle ve Gülenistlerle etkileşim kuran AKP, KCK operasyonlarının ardına ‘yıktığı rejimin savunucularını’ almayı başarırken; eski rejimin kurumsallıklarını tasfiye ederken de Kürt siyasi hareketinden destek almasını bildi.
Ergenekon çatısındaki tüm o dava süreçleri, Gezi günleri, 2010 referandumu, tamamı mutualist ittifaklar sayesinde dönülen virajlardı… AKP, dönemin ruhuna uygun partnerleri ile hem onları kazandırmayı hem de kendi eşiğini atlamasını bildi. Gülenciler 17-25 Aralık’a kadar, aslında bu koalisyonları da bir biçimde AKP için bir arada tutan bir amalgam işlevi görüyordu. ‘Beka’sını ittifaklara borçlu olan AKP, şimdilerde çoğunu ‘kullanıp attı’ olarak görülse de; Gülenistleri tasfiye ederken koalisyon ortaklarını da bir biçimde dışarıda bıraktı ya da içe kapanması gerektiğinden dışarıda bırakmak durumunda kaldı.
O günden bu güne gelinen süreçte, AKP artık yalnız, daralmış bir söylem ve eylem birlikteliği içerisinde küçük ortağı MHP ile başbaşa kaldı. Bu ortaklığın en büyük kazanımı olarak görülen Başkanlık Sistemi de aslında yeni bir ‘mahkumiyet’ sürecini doğurdu. Daraltılmış ve eski ittifak ortaklarına kapıları tamamen kapatan ‘yerli ve milli’ söylemleri en fazla 31 Mart seçimlerinde ne kadar dar bir toplumsal kesime seslenildiğinin ve uzlaşmaktan, ikna etmekten, inandırıcılıktan uzak hali ile yalnızca MHP ile bir ortaklık şekillendirebileceğinin bir göstergesi oldu.
İttifaklardan zorunlu kopuş, politik yarılmalar ve ‘darbe girişimi’, AKP’yi doğrudan kabuk değişimine de mecbur etti. Dar bir yönetsel kadro, ona göre yeniden şekillendirilmiş teşkilatlar; dolayısıyla parti içi budama ve küskünler yaratma, Gülenistlerden ayrıldıktan sonra oluşan ‘tekinsiz atmosfer’in doğal bir sonucu idi.
Elde kalan tek ‘kazanım’ olan Başkanlık rejimi, yeni kabinesini patronlardan seçse de; örneğin Turizm, Eğitim başlıkları doğrudan sermaye temsilcilerine emanet edilse de; bu göreli ‘serbestiyet’ aslında az önce tarif edilmeye çalışılan ‘tekinsiz’ atmosferde yine dar bir yönetici sınıfın gölgesinde kaldı. Gölgesinde ve şüphesiz omuzlarında.
‘Beka’ söylemi MHP’ye işaret etti
Böylesi bir süreçte AKP’lilerden ‘kontrollü’ olarak pek az kişinin çıkışını izledik. En fazla adayın katıldığı yerel seçimlerde dahi her şehirde seçimlere katılan bir Erdoğan figürünü gözlemledik. Beraberinde ise yalnızca iki veziri, Soylu ve Albayrak’ın inisiyatiflerini gördük.
Parti dışından tek ses ise MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye ait idi. ‘Anlaşmayı bozarım’ kaprisleri eşliğinde, AKP’nin seçim mottosu olarak belirlediği; ancak yapısında eğreti duran ‘beka’ söylemlerini kullanmasını bildi Bahçeli. AKP’den ayrı girdiği pek çok kentte AKP’lilerin oylarını AKP adayından alıp partisine kaydırmayı başardı; Kastamonu, Çankırı, Bayburt, Amasya, Karaman, Erzincan ve Kütahya’da yönetimleri ortağı AKP’den devraldı üstelik. AKP içinden en fazla yapılan eleştiri ‘Anadolu’ya hapsolduk’ söylemleri iken; oralarda da MHP’nin ideolojisi örgütlenme alanı buldu.
İstanbul’da AKP’nin hakkını en fazla savunan ve YSK’ya seçim tekrarı için baskı kuran seçim sözcüsü Bahçeli, Erdoğan’ı seçimlerin hemen ardından iki kere boşa düşüren isim de oldu.
İlki henüz seçim travması sürerken alınan oy oranlarına ilişkindi. Erdoğan, seçimlerin kazananı olarak Cumhur İttifakı’nı işaret etmiş, büyükşehirlerdeki hezimeti çarpıtmış, kendince teşkilatları hiç olmazsa moralmen toparlamaya çalışmıştı. Erdoğan’ın, Cumhur İttifakı’na verilen yüzde 53.3’lük oy oranının altını çizmesi arka planda 50+1 olarak formüle edilen Başkanlık sisteminin meşruiyetine parmak basmaktı kuşkusuz; ancak Bahçeli’nin, %53’lük oyun, %18.81’ini MHP’ye yazması, ittifaktaki değerinin altını kalınca çizmek amacı güdüyordu. Bahçeli’nin hesabı AKP’ye yalnızca %32.71’lik bir pay bırakıyordu; ki bu da %50 barajı için MHP’ye bağımlılığın vurgusu idi. Erdoğan’ın ‘beka’sı için, MHP’nin varlığı ve desteği şarttı.
Yine Erdoğan’ın ‘Türkiye İttifakı’ şeklindeki ‘normalleşme’ açılımı, 24 saat geçmeden Bahçeli tarafından kapatılmıştı.
Bahçeli, 2023’e kadar Cumhur İttifakı’nın yönetimi sırtlayacağını dillendirirken; “Cumhur İttifakı dönemsel arzuların mahsulü, değişken tutumların malumu olmamış; olmamalıdır” diyor, akabinde “Ülke bazlı, coğrafya tabanlı siyasi bir ittifak olmaz, olamaz. 82 milyon Türk vatandaşının inancı, irfanı, acısı, ahlakı, anısı, adı birdir” diye ekliyordu. “Bizim ittifakımız Cumhur’ladır, bizim ittifakımız ‘vatan ve millet sevgisinden erimiş’ AKP’li kardeşlerledir. Kızgın demiri soğutalım soğutmasına ama…” diyordu Bahçeli, “Milli beka mücadelesinde siyasi görüş ayrılıklarımızı elbette kenara itmeyiz, Cumhur ittifakı siyasi kaygı ve gayelerle kurulmamıştır. Sayın Cumhurbaşkanımızın ‘Türkiye ittifakı’ ile neyi kastettiğini elbette bilemeyiz” diyerek Erdoğan’ın açılımının ölü doğumuna yol açıyordu.
Bahçeli’nin söylemlerindeki iddia salt ‘mecburiyet’ ekseninden ibaret değildi kuşkusuz; MHP Anadolu’da, İç Ege’de belki Karadeniz’de eski AKP seçmenlerinin, geleneksel sağ seçmenin oyunu bünyesinde toplarken; ‘FETÖ’den kaçan AKP’ye de kol kanat gererek; yargıda, bürokraside, emniyette de kadrolaşmasını tamamlıyordu.
Erdoğan MHP ile yürümeye devam eder mi?
Yukarıda tariflediğimiz AKP budanmasından nasibini alan ‘mühim isimler’, ‘eski kadrolar’, teşkilatlar, onların eski koordinatörü ve AKP’nin eski ağabeyi Beşir Atalay’ın Babacan, Davutoğlu, Gül üçgeninde yeni parti girişimleri için kolları sıvaması, 4-5 yıllık süreçteki başarısızlığın bir sebebi sayılabilir; ancak boşlukları dolduran bir ittifak ortağı bambaşka hesaplara da işaret eder.
Seçimlerin ardından Erdoğan’ın ‘Türkiye İttifakı’ arayışı, “Erdoğan MHP ile yürümeye devam eder mi?” sorusunu tartıştırırken; yukarıdaki somut durumu ve AKP’deki rahatsızlığı da bir kere daha gün yüzüne çıkarmış oldu.
Adına ‘Cumhur İttifakı’ denilen ortaklığın dar ufku, örneğin ekonomi meselesindeki yetersizliği, Türkiye gibi bağımlılaştırılmış bir ülkede dış politika maceraperestliği, konservatif yapısı, ülkenin yarısını yok sayan ‘millilik’ tarifi Erdoğan’ın tartışmaya açtığı türden bir genişleme ve rahatlamayı da; dahası ihtiyaç duyulan ‘normalleşme’yi de imkansız kılıyor.
Türkiye’nin önündeki ekonomik kriz başlığı, Ortadoğu’da çatallaşan yollar, Batı ile ve batılı sermaye ile ilişkilenme isteği ‘Cumhur İttifakı’ diye tarif olunan bu yapının kaldıramayacağı sıkletler olarak iktidarın heybesinde ağırlaştıkça ağırlaşıyor. Üstelik, ana muhalefet partisinin yumruk yediği bir siyasal atmosferi bile ‘demokrasi’ namına toparlayamama hali, ‘Cumhur İttifakı’nın sermaye düzeni açısından taşıdığı riskleri de ayyuka çıkarıyor. Asıl ‘beka sorunu’ burada filizleniyor.
AKP-MHP ittifakı, son kertede seçimlere dönük bir pazarlığı kapsayan, mutualist bir ilişki idi. Siyasal, ideolojik ya da köşe taşları belirgin bir birlikten bahsetmek seçimlerden önce de güçtü, şimdi o konjonktür sona erdiğinde anlamlandırmak daha da güç.
AKP’nin oy aldığı tabanın daralması, söylemlerinin darlığı, manipülasyon kabiliyetinin zayıflaması MHP’nin eseri olarak görülüyor AKP’lilerce de. Zira, AKP’nin ittifak kültürü daha çok düşünsel bazda, yine çıkar bazlı ancak sonuç itibariyle oyların AKP’de toplandığı bir deneyimler bütünü idi. Cemaatle, liberallerle kurduğu etkileşimde tek oy göstergesi AKP idi, Kürt siyaseti ile kurduğu etkileşim ise partiler üstü, evet-hayır düzleminde bir ortaklık idi; bir anlamda ‘ayrı-gayrı yok’tu.
Onu alma, beni al!
‘Türkiye ittifakı’ çağrısı ile MHP’nin değeri hayli düşürülürken, açıkça CHP’ye, MHP’nin ‘muadili’ İyi Parti’ye ve Saadet Partisi’ne ‘ihtiyaç hasıl oldu’ mesajı verildi.
Seçim döneminde hoyratça kullanılan ‘beka’ söylemi, Erdoğan’ın “Ülkemizin bekasını ilgilendiren meselelerde, siyasi görüş ayrılıklarımızı bir tarafa koyarak, 82 milyon hep birlikte ‘Türkiye ittifakı’ olarak hareket etmeliyiz.” sözleri ile görece mantıki bir zemine oturtuldu.
Seçim döneminde ‘beka sorunu’ olarak tarif edilen burjuva özneleri bu kez ‘daha gerçek bir beka meselesi’ için göreve çağrılıyordu.
Ekonomik kriz, tüm bu özneler için bir varlık yokluk meselesi olacaktı ve ‘beka’ları için 82 milyon adına burjuva partileri ile örneğin IMF’nin kapısına dayanmakta, ABD’li patronlardan yardım dilenmekte veya savaş gündeminde mehter marşına katılmakta herhangi bir beis duyulmayacaktı. Seçim dönemindeki laflar bir bir yutulacak, konumlanışlar hızla değişecek demekti.
CHP kanadından ‘Türkiye İttifakı’na dair önemli bir değerlendirme geldi bile. CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kağan Salıcı, ‘Türkiye İttifakı’nın kapsamını bilmediklerini söylerken; Bahçeli gibi ellerinin tersiyle hemen itmediklerini de vurguluyordu. “Türkiye’nin şu an en temel problemi vatandaşın mutfağındaki yangın, pazardaki sorun. Bunu ortadan kaldırmak için CHP’nin önerileri var. Buyursunlar gelsinler, CHP bu önerilerini onlarla beraber Türkiye’nin geleceği için, bu ülkede yaşayan insanlarımızın geleceği için değerlendirmeye hazır. Parlamentoda destek vermek gerekiyorsa bu konuda destek vermeye de hazır. Ekonominin çözümünü istiyorlarsa CHP bu çözüme katkı vermeye hazır” dedi CHP.
İYİP Genel Başkan Yardımcısı Müsavat Dervişoğlu da, “Cumhurbaşkanı’nın Türkiye ittifakı beyanını önemsiyor ve ciddiye alıyoruz. Türkiye’nin birliğe ihtiyacı var” ifadelerini kullanarak aynı yeşil ışığı AKP’den esirgemedi.
Aynı gemideki burjuva partileri faturayı emekçilere kesme noktasında doğuştan ortaklardı. Bu başat görevde AKP’yi MHP’ye muhtaç bırakmak elbette yoktu.
İYİP Genel Başkan Yardımcısı Koray Aydın da Erdoğan’ın ‘Türkiye İttifakı’ sözlerini Bahçeli gibi algıladığını, ‘Cumhur İttifakı’nın üzerine toprak atıldığı’ şeklinde değerlendirdiklerini söyleyip, AKP’nin çağrısına koşa koşa gitmeyi MHP’yi boşa çıkaracak bir siyasi oyun olarak lanse ediyordu bile kitlesine.
‘Görev emri’ iletilen iki ‘beka sorunu’ parti de MHP’nin değerini boşa düşürecek hamlelerini yaptılar. Kulislerde Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na bu ‘görev emri’ni özellikle ekonomi başlığında resmen ilettiği; ‘ekonomiyi birlikte yönetelim’ dediği, hatta yeni Ekonomi Bakan adaylarının isimlerinin konuşulduğu söyleniyor.
AKP’de MHP hazımsızlığı
AKP gibi pragmatist bir partide, MHP ile kurulan ittifakın hazımsızlığı, salt pazarlık sonucunda MHP’nin daha karlı çıkması sonucunda bile büyüdükçe büyüyor.
Son dönemde AKP içindeki rahatsızlıkları derleyip toparlayan ve hem içeriye hem dışarıya sunan devrik Başbakan Davutoğlu, “Seçim sonuçları gösteriyor ki yapılan ittifak parti kimliğine zarar verdi” serzenişini onca ikazın arasında AKP’liler adına parlattı bile.
‘Türkiye ittifakı’, CHP ve İYİP kanadında olumlu karşılanmadan hemen önce, Bahçeli’nin ikazı ile Erdoğan tarafından “O zaten Cumhur İttifakının başka versiyonuydu” denmesi açılımın lansmanını daralattı. ‘Türkiye İttifakı’ söylemi ile ılımlılaşma eğilimi gösteren atmosferi dağıttığı için Bahçeli’ye kızılıyordu. Oysa CHP ve İYİP’in çok daha ötesinde bir eski dostlar meclisinin heyecanlanmasına sebep olmuştu bu çağrı, Erdoğan’ın Bahçeli freni ile vites düşürmesi sevinci kursaklarda bıraktı.
Erdoğan şimdilik sessiz kalmayı tercih ediyor, görünen bu. Suskunluk, hizipleri bir biçimde tutmadan, HDP’yi dışlasa dahi Saadet’i CHP’yi İYİP’i tutmadan MHP ile ipleri koparmak istememesi olarak da okunabilir pekala.
Bir ihtimal daha var…
MHP’nin kazançlı çıktığı, üstelik kazancını AKP’den sağladığını tespit etmek gerekiyor. AKP, Başkanlık Sistemi’ne geçerken kendisini yüzde 50+1’e ve dolayısıyla MHP’ye mahkum etti. ‘Siyasette sıkışma’ diye tarif edilen tam da bu mahkumiyet.
Şu günlerde yapılacak AKP ‘istişare’ ve ‘değerlendirme’ toplantısından sızan açıklamalara yakından bakıp yol ayrımında ve sıkışmış iktidar partisinin yönelimlerini görmek gerekiyor; ötesi kahinlik olur.
Tam da bu satırlar yazılırken; MHP’nin Cumhur İttifakı’ndan çekileceği kulis bilgileri sızdırıldı. İlgili ‘istişare’ toplantısına bir mesaj mı, somut bir yol ayrımı mı hep birlikte göreceğiz. İttifak biterse bu satırlar kıymetini yitirmeyecek; ancak ‘erken seçim’ ve yeni ittifaklar, parti kurmalar veya parti içinde istihdam etmeler gibi başka senaryoları konuşmaya başlayacağız.
“Cumhur İttifakı Türkiye’yi 2023’e taşıyacaktır” diyen ‘erken seçim duyurucusu’ Bahçeli, işaret fişeğini ilk gören ve bunu ilk dillendiren de bir figürdür. Dolayısıyla, ittifakın dağılmasını da olası erken seçim kararını da ajanslara ilk geçen o olacaktır.
Biz devrimciler için ise bu orta oyununa kapılmaktan, bu ihtimaller denizinde boğulmaktansa; bir ihtimal daha her zaman vardır…