Ortadoğu’da “halk hareketleri” üzerine: Yeniden bir Arap Baharı mı?
09-11-2019 10:39Son bir ay içerisinde Ortadoğu’da Lübnan ve Irak’ta başlayan eylemler bu iki ülkede siyasal ortamın sarsılmasına yol açtı. Kitlesel eylemlerin sonuçları itibariyle “hiçbir şeyin pek de eskisi gibi olmayacağı” açık olmakla birlikte bunların ne kadar ilerici ve devrimci seçeneklere işaret edeceği ise henüz belirsiz.
Neşe Deniz Babacan
Hatırlanacaktır, 2010 yılının sonlarında başlayan ve Afrika ve Ortadoğu’daki ülkelerde siyasal ortamda büyük değişikliklere neden olan “Arap Baharı” emperyalizmin müdahaleleri ile birlikte emekçi hakların kurtuluşundan ziyade başka bir noktaya gitti. O dönemi uzun uzun anlatmaya gerek olmasa da, emperyalizmin Arap Baharı’nı istismar etme politikasının başarıya ulaştığını bugünden bakarak söylemek mümkündür. Emekçilerin o dönemki taleplerinin yerinde yeller esmekte, başta Mısır olmak üzere Libya ve Tunus siyasal istikrarsızlıklar yaşamakta, kapitalist rejimler emekçilerin tepesinde varlığını sürdürmektedir.
Arap Baharı ile ilgili yapılabilecek ikinci tespit ise, o dönem yaşananların Suriye’ye dönük açık olduğunu söylememizde herhangi bir sakınca olmayan müdahale sürecinin kapılarının açılmasıdır. Diğer ülkelerde biraz daha farklı olmak üzere, Suriye’de yaşanan sürecin arka planında iki kutuplu dünyadan kalan bir rejimin tasfiyesi olduğu kadar meselenin pratik boyutunun mezhep savaşlarına dayanması gibi olgu da mevcuttur. Bu durum zamanla, Ortadoğu’da “Direniş Ekseni” olarak tabir edilen çizgiye karşı ABD ve müttefiklerinin toplu mücadelesini ortaya koyan bir durum da yaratmıştır.
Suriye’ye dönük emperyalist müdahale süreç içerisinde bir dizi farklılaşma içerse de, işin arka planında ABD’nin İsrail’in güvenliğini alma ve İran’ın bölgedeki etkisini kırma gibi iki tane önemli nedeni olduğunu akıldan çıkarmamak doğru olacaktır.
Güncel olarak Irak ve Lübnan’da kitlesel ve neredeyse bir aya yayılan halk eylemlerinin de sonuçları itibari ile emperyalizmin Ortadoğu politikalarına hizmet etmesi mümkün olduğunu bu noktada not etmek gerekmektedir. Net bir siyasal programa, hedefe ve bunu taşıyacak sınıfsal, siyasal bir önderliğe sahip olmayan kitle hareketlerinin çok yönlü bir işlevi olduğu tarihte çokça görülmüş bir olgudur.
Ortadoğu’ya biraz yukarıdan bakalım
Dünyanın farklı yerlerinde son bir yıl içerisinde ve yakın zamanda ortaya çıkan kitle hareketleri ve sokak gösterilerinin işçi sınıfı mücadelesi verenler açısından dikkate alınması kaçınılmaz. Irak ve Lübnan’da yaşanan son süreçlerin de bu pencereden değerlendirilirken özellikle Ortadoğu’ya dönük emperyalist müdahaleler silsilesinin dışarıda bırakılması, başta Suudi Arabistan olmak üzere ABD’nin bölgedeki bir dizi müttefikinin rolünün ya da tersinden “ABD’nin düşmanı” olan İran’ın pozisyonunun görülmemesi mümkün değil. Yine bunlarla birlikte, bu hareketlere bakarken yapılan ve en hızlı tespit kategorisine giren “halkların neo liberalizme olan tepkisi” değerlendirmesi elbette özü itibariyle doğru olmakla birlikte, Lübnan ve Irak’ta yaşananları ve yakın gelecekte yaşanacakları açıklaması bakımından tek başına yeterli olmayabilir.
Lübnan ve Irak, emperyalizmin müdahalesinin neredeyse süreklilik kazandığı iki ülke. Bununla birlikte iki ülkede de emperyalizme direnç anlamında siyasal odaklar olduğu da biliniyor. Yakın dönemden bir örnek vermek gerekirse, bundan iki yıl önce Lübnan Başbakanı Suudi Arabistan tarafından rehin alınmış, aynı zamanda Suudi Arabistan vatandaşı olan Başbakan Hariri bir dizi pazarlığı sonunda ülkesine dönmüştü. Bu yaşananların arka planında ise o dönem kazanıma geçen Suriye direnişi ile Lübnan’ın yakınlaşması ve Suriye sahası içerisinde IŞİD’e karşı Hizbullah’ın inisiyatif alması gibi bir dizi neden bulunmaktaydı. Bu örnek emperyalizmin Lübnan üzerinden Suriye’ye müdahalesini bizlere gösteren “küçük” bir örnek olarak tarihe geçmiştir.
Irak ise ABD’nin işgalinden sonra toprak bütünlüğü açısından da, siyaseten de tamamen parçalı bir karakter kazanmıştır. Emperyalizm tarafından dikte edilen Irak Anayasası tam da bu parçalılığın adıdır. Aynı zamanda Irak’ın bölgedeki güç çekişmelerinin en önemli zeminlerinden biri olarak yaşamını sürdürdüğünü ifade etmek gerekir. Yine bir örnek vermek gerekirse, iki yıl önce Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin gündeme getirdiği Kürdistan referandumu bölgedeki bir dizi dinamiği tetiklerken, atılan adımlar emperyalizmin Irak’a müdahalesinin önünü açmıştır. ABD o dönem referanduma karşı çıkmış, Irak merkezi hükümetinin İran yanlısı bir çizgiye kayması ve seçimlerden sonra da kendilerine daha yakın bir hükümet kurulması için çalışmıştır. Gelinen nokta ise tam da emperyalizmin isteyeceği bir zeminde ilerlemektedir. Hiçbir şekilde bitmeyen siyasal istikrarsızlıklar, parçalanmış bir ülkede bitmeyen ama hiçbir şekilde emekçilerin lehine dönmeyen siyasal tartışmalar.
“Halk hareketleri”nin talepleri ve gidişat
Lübnan ve Irak’ta ortaya çıkan “halk hareketleri”nin siyasal olarak iki ülkedeki hükümetleri hedef aldığı, istifanın talep edildiği biliniyor. Aynı zamanda tarafsız geçiş hükümetleri kurulması, ekonomik durumun düzeltilmesi, yolsuzlukların sona ermesi, seçim sisteminin değiştirilmesi gibi genel talepleri bulunuyor. Bununla birlikte özellikle Lübnan’da öne çıkan ulusal kimliğin öne çıkması ve mezhepsel, dini ayrımlara dayanan siyasi sistemin değişikliğinin talep edilmesi önemli bir olgu olarak görülebilir.
Tüm bunlara ve kitlesel hareketlerin “hükümetleri devirici” rolüne rağmen, gidişatın ve bu taleplerin gerçek anlamda aslında ne kadar devrimci bir perspektife sahip olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Bahsettiğimiz “halk hareketleri” herkes tarafından heyecanla karşılansa da, Lübnan’da ve Irak’ta siyasi belirsizliklerin ve özellikle emperyalizmin müdahalelerine açık bir zeminin güçlü bir şekilde varlığını koruduğunu ifade etmek önem taşıyor.
Bu noktada örneğin Lübnan’da “Direniş Ekseni”nin en önemli parçalarından biri olan Hizbullah’ın Lübnan’daki ekonomik bozukluğun ve siyasi parçalılığın nedeni olarak gösterilmesi “halk hareketi”nin liberal kanatları tarafından yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Yine aynı odaklar tarafından “halk hareketi”nin önderliğinin olmaması çok iyi bir şey olarak pazarlanıyor ve kutsanıyor. Bununla birlikte yine Lübnan’da ABD büyükelçiliğinin yaptığı faaliyetleri ve örneğin ordu üzerindeki belirleyiciliğini hesaba kattığımızda örgütlü bir işçi sınıfı hareketi ve devrimci bir program olmaksızın “halk hareketi”nin nereye gidebileceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Irak ise bunların çok daha parçalı yaşandığı, emperyalizmin müdahalelerinin çok daha köklü ve güçlü bir karakter kazanabildiği, İran yanlısı odakların bile kendi içlerinde büyük ayrımlar taşıdığı bir zemine sahip. O açıdan yukarıda bahsettiğimiz devrimci bir program ve sınıf ekseninin hayata geçirilmesinin dinamiklerinin oldukça zayıf, emperyalist müdahale dinamiklerinin oldukça kuvvetli olduğunu not etmemiz gerekiyor.
Bu noktada not edilmesi gereken bir diğer olgu ise her iki ülkedeki komünist partilerin pozisyonu olarak değerlendirilebilir. Lübnan Komünist Partisi eylemleri destekleyen pozisyonu ile toplumsal alanda güçlenme fırsatı yakalamış olsa da, “halk hareketi”nin önderliğine siyasal ya da örgütsel olarak yerleşebilmiş durumda değil. Irak Komünist Partisi ise eylemleri destekliyor. Ancak “halk hareketini” her destekleyenin sütten çıkmış ak kaşık olmadığının bu noktada hatırlatılması gerekiyor. Yirminci yüzyılda onurlu bir mücadele tarihi olan Irak Komünist Partisi’nin yeni milenyuma girerken Saddam’a karşı ABD’nin Irak işgalini desteklediği ve Amerikancı çizgiye yerleştiği henüz unutulmuş durumda değil.
Son olarak değinilmesi gereken nokta ise iki ülkede ortaya çıkan “halk hareketleri”nin Suriye’de son bir ayda yaşanan gelişmelere paralel olarak okunması olabilir. ABD’nin Suriye’de Türkiye üzerinden attığı güvenli bölge adımı ve Kürt siyasi hareketi üzerinden Suriye’nin petrol bölgelerine yerleşme yönelimi aynı zamanda ABD’nin Suriye’den çekilme senaryosunu da beraberinde getirdi. Tüm gelişmeler ile birlikte İran’ın etkisinin güçlü olduğu Lübnan ve Irak’ta ortaya çıkan hareketli tablo, ABD’nin Suriye sahasında bir adım geri atıyormuş gibi görünürken diğer iki ülkede “Direniş Ekseni”ne tam saha pres yapma yönelimini beraberinde getiriyor olabilir. ABD’nin her düzeyde bu iki ülkedeki olaylara dair yaptığı açıklamalar ve emperyalizmin bölgedeki temsilcilerinin attığı adımlar biraz da böylesi bir yönelime işaret etmektedir.
Dolayısıyla gecikmiş ya da yeniden Arap Baharı yakıştırması yapılan bu “halk hareketlerine” yaklaşım geliştirirken emperyalist kapitalist sistemin içindeki tüm öznelerin pozisyonlarını değerlendirmek, “şeytan ayrıntıda gizlidir” denilse de her zaman büyük fotoğrafa bakmak ve fotoğraftaki şeytanı görmeye odaklanmak en doğrusu olacaktır.