Ortanın solundan merkez sağa
30-11-2019 08:52Memlekette sermaye karşıtlığı, gericilik karşıtlığı, anti-emperyalist damar güçlenmedikçe, işleri tersine çevirecek irade ayağa kalkmadıkça CHP bu olmaya devam edecektir.
Umut Kuruç
CHP sağa mı kaydı, sola mı kaydı… 1970’lerin ikinci yarısından beri sık sık sorulan ve tartışılan bir başlık Türkiye siyasetinde. 1960’larda İsmet İnönü’nün “Aslında laikiz dediğimiz günden beri ortanın solundayız. Halkçıysan ortanın solunda olursun!”, “CHP bünyesi itibariyle devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır.” sözlerinden bugün Kılıçdaroğlu’nun “2019’da sağ sol yok, demokrasiden yana olmak var.” sözlerine kadar olan döneme tekabül eden süreç neye işaret ediyor?
Öncelikle sermaye birikim süreçlerindeki farklılık ve buna eşlik eden 1960’ların dünyası ve siyaseti ile bugünün dünyası ve siyaseti, burjuvazi ile işçi sınıfının o günkü ve bugünkü güçlerini görmek gerekiyor. Ve elbette sosyalizmin varlığı ve çözülüşünü, emperyalizmin hegemonyasını da gözden kaçırmadan… Burada da düzenin partilerinin konumlanışlarını bu tarihsellik içerisine oturtmak gerekiyor.
CHP, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının oluşturduğu, bir bakıma kurucu siyasi irade olarak adlandırılabilecek olan yapıdır. Söz konusu kadrolar, burjuva devrimini gerçekleştirmiş, modern bir kapitalist ulus devletin kurucularıdır. Bu toplamın içerisinde küçük burjuva aydınlar, askerler, büyük toprak sahipleri, esnaflar vardır. Sınıfsal olarak Anadolu coğrafyasının yüzde sekseninden fazlasına tekabül eden yoksul köylünün ve işçinin ise temsilcilerinin bulunduğunu söylemek zordur. Dolayısıyla homojen bir siyasi yapıdan, çıkarları söz konusu olduğunda, bahsetmek mümkün değildir. Ancak, modern bir ulus devlet kuruluşu için gerekli olan “altı ok”un özellikle cumhuriyetçilik, aydınlanmacılık, devletçilik, halkçılık gibi ilkeleri tarihsel kesitlerdeki sınıf mücadelelerinin belirleniminde olduğu kadar, CHP’nin kadrolarının eğilimleriyle de belirlenmiş, ileri çıkartılmış, geri çekilmiş veya tasfiye edilmiştir.
1960’larla birlikte dünyada ve Türkiye’de solun güçlenmesi ve sınıf mücedelelerinde işçi sınıfının belirleyiciliği ile birlikte sermayenin birikim süreçleri CHP’nin kendisini şu ya da bu şekilde sol olarak adlandırmasını, 1970’lerle birlikte “Toprak işleyenin, su kullananın” sloganını ortaya atmasını da beraberinde getirdi.
Özellikle 1970’lerle birlikte sosyal demokrat parti olma iddiasını taşıyan CHP, kuşkusuz, Avrupa’dan farklı olarak bu topraklardaki varlığı kadar sosyal demokrat olabilse de, bu siyasetin misyonunu ve tarihsel sonuçlarını paylaşacaktı.
Türkiye’nin üretim ilişkileri, kapitalisttir. Bütün ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de sosyal demokrat olan/olarak adlandırılan partiler kapitalist sistemi geliştirmeyi, iyileştirmeyi, sınıfsal uzlaşma zeminleri bulmayı hedeflerler. Sosyalist ve komünist partilerden farklı olarak düzeni değiştirmeyi değil, düzen içi ilerleme ve gelişmeyi hedeflerler. Dolayısıyla, uluslararası sermaye düzeninin ihtiyaçları ve bunun siyasetinin gerektirdiği biçimde konumlanırlar.
1970’lerin sonlarına doğru özellikle de 1980’lerle birlikte değişim geçiren sermaye birikim süreçleri siyasette ve ideolojik alanda da bir yeniden dizilişi gerektirmiştir.
1980’lerle birlikte yeni sermaye birikim süreci, İkinci Dünya Savaşı sonrasıyla başlayan ve 1970’lerde sona eren, sermayenin birikim ve kar için ödünler vermek zorunda kaldığı “refah devleti” modelinin tasfiyesidir. Buna göre artık sermayenin vergi oranları düşecek, işçi sınıfı lehine olan bütün uygulamalar ortadan kaldırılacak, kamuya ait varlıklar özelleştirilecektir. Devlet yerini sermayeye bırakacaktır. Bu sürece eşlik etmesi gereken en önemli şey ideolojik dönüşüm olmalıdır. Bu dönüşümün siyasette de karşılığı olacaktır. Kapitalizm özüne dönmüştür.
Artık sınıf çelişkileri yoktur, ideolojiler ölmüştür(!). Esas olan uzlaşma, yönetişim, bireyin kurtuluşudur(!). Burjuva siyasetinin özneleri merkeze daha fazla çekilirken, aralarındaki farklar da silikleşecek, ortadan kalkacaktır. Emperyalizmin ve sermayenin ihtiyaç duyduğu ideoloji olan liberalizm ise siyasetin merkezini belirleyecektir. Artık “her şey sermaye için” dönemi açılmış, sosyalizmin çözülmesiyle birlikte de dinci ve milliyetçi ideolojiler güçlenmeye başlamıştır. Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de siyasetin merkezi sağa kaymaya başlarken, az önce söylediğimiz gibi burjuva siyasi özneleri de sağa kaymıştır.
İşçi sınıfı gücünü yitirirken ülkemizde dinci ideoloji eşitsizliklerin üzerini örten çok kullanışlı bir araç haline gelmiştir.
AKP eliyle kurulan rejimde kendine yer arayan, referans noktasını bu rejimin siyaseti ve ideolojisine göre belirleyen siyasi bir özneden solculuk beklenebilir mi? Mesela sermaye karşıtlığı, mesela, gericilik karşıtlığı ya da anti-emperyalizm çıkar mı bu tablodan?
Şunu tekrar hatırlatmak gerekiyor, CHP 1960’larla birlikte ortanın solu, 1970’lerle birlikte de sosyal demokrat bir kimlik edinmeye çalışırken bugün “sağ sol yok, demokrasi var” ile tanımlar hale gelmiştir kendisini. Kaçınılmazdır. CHP düzen değişikliğini değil, sermaye düzeninin iyileştirilmesini ve geliştirilmesini hedefleyen bir partidir. Daha fazlasını beklemek abestir. 1960’lar ve 70’lerin gelişme, kalkınma kavramları da, bugünün demokrasi kavramı da buraya tekabül eder. Daha ötesi yoktur.
Dünyada sermayenin yeni birikim sürecinin ve onun ihtiyaçlarının gerektirdiği siyasetin sosyal demokrasiyi konumlandırdığı yer bellidir. Türkiye’de de bu yeni birikim sürecine eklemlenme uğraşılarına eşlik eden yeni siyasal-ideolojik yapı sosyal demokrasinin varlık nedenini ortadan kaldırmış, onu gereksiz kılmıştır. Sermayenin sosyal demokrasiye ihtiyacı yoktur. Birikim süreçleri ve emperyalizmin hegemonyası ise 1920’lerin referanslarından çok uzaktır. Dolayısıyla 1923 kuruluşu ya da demokratik devrimin devamı gibi bir çıkışı hayal etmek araya sıkıştırılmış mecburi bir nakarattan, nostaljik bir hülyadan başka bir şey olmayacaktır.
Bu yeni yapıda yer edinmek için artık sağ sol yoktur, demokrasi vardır, uzlaşma vardır, topyekûn sağcılık vardır.
Elbette CHP homojen bir siyasi parti değildir. Yazımızın başlarında da belirtildiği gibi hiçbir zaman da olmamıştır. Ancak, belirleyici olan CHP içerisindeki solcuların sayısı ve kuşkusuz iyi niyetleri değil, tarihsel olarak da bugün de kendisine düzeni iyileştirmeyi programatik olarak belirlemiş partinin misyonudur. Herhangi bir siyasi alternatif, strateji veya taktik üretmesi mümkün değildir. Kötü niyetli olduğu için değil, düzen siyaseti öyle gerektirdiği için… Bunu sağ oylara talip olmak gibi sığ bir gerekçelendirmeyle açıklamak son derece yetersizdir. Siyaset topyekûn sağa kaymıştır, dolayısıyla CHP de sağa kaymıştır.
Piyasa tanrısı herşeyin üzerindedir, dolayısıyla CHP ona göre hareket edecektir.
Dinci gericilik söz konusu siyasi iklimde en önemli ideolojik araçlardan biridir, dolayısıyla CHP laikliği unutacak, buna göre siyaset yapacaktır.
Emperyalizme bağımlılık olmazsa olmaz bir koşulsa, NATO, AB ve bilumum emperyalist kurumla “ülke çıkarlarını gözeten” ilişki sürdürülecektir.
Ülke çıkarları ise muğlaktır. Ülke kimdir, nedir? Çıkarlar kimin çıkarlarıdır? gibi onlarca soru akla gelebilir tabii… Ancak ortada “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle” yoktur. Özelleştirmeyse özelleştirme, bağımlılıksa bağımlılık, dincilikse dincilik…
CHP’ye olmadığı bir şeyi yakıştırmak Türkiye solunun ve solcularının talihsizliği olagelmiştir. CHP budur.
Memlekette sermaye karşıtlığı, gericilik karşıtlığı, anti-emperyalist damar güçlenmedikçe, işleri tersine çevirecek irade ayağa kalkmadıkça CHP bu olmaya devam edecektir.
Doğru soru CHP’nin sağa mı sola mı kaydığı değil, bu topraklardaki 1923 kuruluşunun karşı karşıya kaldığı kaçınılmaz karşı devrim sürecine nasıl müdahale edileceğidir.
Sömürü, karanlık ve bağımlılık dozu giderek artan düzeni “iyileştirmeye” çalışarak mı, yoksa onu yıkıp yepyeni bir Cumhuriyeti kurma iradesiyle ayağa kalkarak mı?
Belki de Cumhuriyetin ilkelerinden devrimciliği hatırlamanın zamandır…