Sahibinin sesi Pelikancılar
11-04-2019 08:48Bir televizyon kanalına veya bir gazeteye yahut bir ‘yalı’ya toplanmışlar, evvela Pelikan belgeseli izletilmiş sanki: “Pelikanlar sığ sularda dolanırlar ve mutlaka ‘ekip’ halinde dolaşarak avlanırlar!”
Nevzat Kalenderoğlu
2016’da dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun azledilmesindeki dahliyle gündeme gelen Pelikan, bu kez 31 Mart seçimlerinin de öncesine, sonrasına damgasını vurarak kendini hatırlattı.
Pelikancılar, varlıklarını seçim sonuçlarını kabul etmeme, manipülasyon yapma, yalan haberler yayma işlevleri ile yeniden hissettirse de; aslında mesele Binali Yıldırım’ın İstanbul adaylığı ile başladı. AKP İstanbul yönetiminin kısık sesli tepkisini, yine tepkilerin azmettiricilerini olaya hiç bulaştırmadan medyaya taşıyarak çoktan kolları sıvadıklarını göstermişlerdi. Tartışmalar veya ‘saldırı’lar Davutoğlu dönemindeki gibi Hocacılar-Reisçiler gibi faş edilmese de; bir rahatsızlığın varlığını sezdirmeye yetecekti.
AKP kurmayları üzerini kapamaya çalışsa da; bir seçim döneminin ardından daha ‘kellesi alınacaklar’ listesi kulislerde konuşulmaya başlanmıştı. ‘Yıldırım’ın seçilmemesi üzerinden bir görevlendirme yapıldığı’ iddiaları da, ‘Erdoğan faturayı teşkilata kesecek’ iddiaları da ‘tvit tvit’ yayıldı. Peki ama; kimdi bu Pelikancılar? Tantanaya neden ihtiyaç duyuyorlardı? Kimlerden ibaretti ve daha önemlisi Pelikanları kim besliyordu? Meseleyi bir siyasi magazine, bir şehir efsanesine veya heyulaya çevirmeden irdelemekte fayda var.
Elleri kalem tutan demeyelim ama pekala kulakları delik olan, sosyal medya hesaplarından ve sahibinden edinilmiş köşelerinden türlü yalanı, dolanı, manipülasyonu, duyum kırıntılarını yaymayı ve parmak sallamayı, tehdit etmeyi büyük bir çiğlikle yapan bir ekipten bahsediyoruz.
Bir televizyon kanalına veya bir gazeteye yahut bir ‘yalı’ya toplanmışlar, evvela Pelikan belgeseli izletilmiş sanki: “Pelikanlar sığ sularda dolanırlar ve mutlaka ‘ekip’ halinde dolaşarak avlanırlar!”
Mesela, yerel seçimleri ‘ABD seçim analisti’ diye ABD’de yaşayan bir kebapçıya yorumlattılar. Öncesinde de Harward Üniversitesi’nden bir profesörü çıkarıp ABD-Türkiye ilişkileri üzerine görüş aldılar! Arsızlık, yüzsüzlük öyle paçalarından akıyordu ki, bir de ‘teyit’ merkezi kurmuşlardı. ‘İddialar’ doğru değil(miş), zira televizyona konuk alınan beyefendinin ‘adı’ yanlış yazılmış. Kendisi de zaten profesör değilmiş; üstelik Harward’dan değilse bile Harvard’dan imiş. Profesör değilmiş ancak; ‘bağımsız akademisyen’ imiş.. Bu kadar boy vermek yeter: ‘sığ su’ burası.
İşte böyle, tuttuğu kanallardan, yazdığı köşelerden yalanın dolanın bini bir para; yazarlar, sallarlar, duyumlarını paylaşırlar; faş olunca kendi içlerinde kendi rezilliklerini teyitletirler ve oyuna devam ederler. Türkiye’de rating eşittir hafif dedikodu olduğundan, mütemadiyen iddialarını boca ederler.
Bu Pusula dosyası kapsamında diğer yazar arkadaşlarım Süheyb Öğüt’ün Boğaziçi Küresel Çalışmalar Merkezi’ndeki ‘üretim sürecine’, üretim merkezi yalıya girip çıkanlara değineceklerdir. Biz pelikanları şimdilik bir yana bırakıp; “Pelikanları kim besliyor?” sorusundan devam edelim.
Pelikanları kim besliyor?
AKP iktidarında vatandaşa küfrede küfrede zenginliğini artıran Çalık Holding. O zamanki genel müdürü Berat Albayrak firmanın inşaattan finansa; enerjiden medyaya kadar hangi sektörlerde başarılar sergilediklerini televizyon kanallarından reklam ediyor.
İhaleden çekilenlerin ardından tek başına teklif veren Holding, Sabah-ATV’yi bankalardan çektiği kredi ile alıvermiş; 2013’te de Kalyon İnşaat’ın bağlı olduğu Zirve Holding’e bir miktar para karşılığında ‘Albayraklar’ ile devretmişti. Alıcı ve satıcıyı saymazsak, kadroda değişen pek de bir şey yoktu.
Kalyon İnşaat’ın projeleri aynı dönemlerde arşa erdi, beraberinde Albayrak’la münasebetleri de ortak vakıflara, eğitim kurumlarına kadar ulaştı, sektör yelpazesi genişledi.
Asıl sahip, Erdoğan’ın sevdiği ve Berat Albayrak’ın görüştüğü ‘genç adam’ Ömer Faruk Kalyoncu’nun Kalyon Grubu idi.
Bu devirlerde dönemin Başbakanı Erdoğan’ın yetkisi ve dahli olduğu biliniyor. Bir takım medyanın da Ethem Sancak’a devrinde dahli olduğu gibi.
Aslında buraya kadarı, hem ‘Gezi’ hem de ’17-25 Aralık’ta akıllanmış bir siyasi iktidarın medya alanında da etkisini biraz daha artırma isteği olarak görülse de; siyasetin bu kadar yetki veya aracılık konusunda söz sahibi olması; örneğin bizzat Berat Albayrak’ın ilgili devir görüşmelerinde Kalyon grubu lehinde Erdoğan ile görüşmesi kolay kanıksanacak bir durum değil. AKP iktidarı döneminde her inşaat ihalesinden galibiyetle ayrılan Kalyon Grubu’nun medya sektörüne de atılması ve burada Serhat Albayrak ile beraber Berat Albayrak’ın da ‘şahsi ilgisine’ mazhar olması şüphesiz kayda değer.
Berat Albayrak, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu istifa ettirilirken eşinin elini sıkmaması ile gündeme gelmişti örneğin. Kendi medyasının ya da abisinin yöneteceği medyanın Kalyon’a geçişi için epey çaba sarfettiği medyanın Davutoğlu’nun istifasına giden sürece katkıları biliniyor.
Bir yanda aslında ‘çocukça’ denilebilen çıkışlarla gündeme gelen, ama bir taraftan medya eliyle Başbakan’ın istifasının alınması sürecine götürecek bir güç veya hırs. Tezat gibi gözükse de, bir tür siyaset yapma karakterini ortaya koyuyor ve Pelikan dediğimiz yapı biraz böyle çalışıyor.
Kapalı devre teşkilat
Bu karaktere ek olarak, ‘kapalı devre’ çalışması da altın kural. AKP İstanbul İl teşkilatı ile gayet ‘uyumlu’ Kalyon’un, İstanbul’daki irili ufaklı bütün ihalelere girmesi, bütün şantiyelerde imzasının olmasına ek olarak, dışarıdan her türlü müdahaleyi savuşturma konusunda kararlılar.
Pelikanlara göre, yerel seçim sürecinde, bu kapalı ekibin ‘İstanbul’una bir dış müdahale Binali Yıldırım’ın ta kendisi oldu. Bu güruha müdahale edecek tek şahıs Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı ve o 40 yıllık yol arkadaşını önerdi İstanbul’a. Sebep ve sonuçları bir yana Yıldırım’ın İstanbul’a transferi, bu kapalı devre çalışma halini ihlal etti ve Yıldırım, İstanbul ekibince içselleştirilemedi.
Yazdığımız anda yayınımıza davalar açılıyor fakat, kapılmış köşelerin savunulması ve içerideki ‘rakipleri’ engellemenin türlü yollarını sergilemede usta bir ekipten bahsediyoruz. Erdoğan’ın oğulları ve hatta kızı ile Albayraklar arasındaki krizleri, Albayrak ile Soylu arasındaki meseleleri biliyor ancak pek deşemiyoruz. Neyse ki şimdilik Yıldırım ve İstanbul ekibi veya Yıldırım ile Albayrak medyası arasındaki gerilime bir müdahale yok.
Bir hatırlatma yapmakta fayda var, 17-25 Aralık performansları ya da suskunlukları sebep gösterilerek hedefe konan Davutoğlu, Gül veya o dönemki Arınç’a karşılık bu ekip Binali Yıldırım güzellemesi yapmıştı. Ancak bu kişisel ve rantsal hırs, düzeneğe vakıf olacak kim varsa, kapalı devreyi bozacak ne varsa itibar suikastına uğratılacaktı. Yıldırım da o gün makbul insan olabilirdi; ancak seçim döneminde artık bir tehlike idi.
Kişisel hırs ve çıkarlar söz konusu olduğunda, örneğin ‘devlet aklı’ tabir edilen tutarlılık ve sistematik bir düzenden bahsetmek neredeyse imkansız hale geliyor. Kişisel olan ‘anlık’ ya da dönemsel de olabiliyor. Ağzı pek gevşek olan Pelikanlardan çabucak öğreniyoruz.
Bu ekiplerin, varlık sebebi sorulduğunda gerekçe olarak ‘Erdoğan’ın şahsı gösteriliyordu. Ama ters düşülen Soylu da, istifa sinyalleri verdiğinde ‘Erdoğan’ın neferi’ olarak tanımlamıştı kendini ve bu yolda gidip de dönmemek vardı. Pelikancılar da benzer bir biçimde Hocacılar heyulasına karşı ‘Reisçi’ olmuşlardı. Bu konuda hep ‘rakipsiz’ olduklarını vurguluyorlardı. Şu an hala her eylemlerinin, her yazı çizilerinin fonuna Erdoğan’ın şahsını, varlığını, kudretini ve iktidarını yerleştiriveriyorlar. Herhalde bu meşruluk katıyor.
Parti adına ahkam kesenler
Davutoğlu istifasından yıllar sonra tüm cesaretini toplayıp, para ile tutulmuş trollerin algı oluşturduğunu söyleyerek, “İletişim teröristleri çıktı ki; ahlakı yerle bir etti. Kim bunlar, troller. Bunlar iletişim teröristleri. İnsanların şahsiyetini, haysiyetini, izzetini, yok yere bitirecek şekilde para ile tutulmuş adamlar, bir anda bir algı oluşturuyorlar. Her birimiz öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki. Artık fikirler çarpışmıyor, kimin ne kadar trolu var ve karşı tarafa ne kadar zarar verebilir? Başbakanlıktan ayrılma süreci esnasında ‘Pelikan dosyası’ diye bir şey çıktı. Beni birazcık tanıyanlar için her birisi iftira olan şeyler. Peki kim bunu çıkarttı, belli değil. Ben biliyorum da toplum bilmiyor. Kendileri saklandılar. Nice hakaretler yaptılar. Bu sadece bana mı yapıldı? Bu bir çete. Çık ortaya, eleştireceğin şeyi eleştir, söyleyeceğin sözü söyle, vereceğin kavgayı ver. Ama şahsiyetsiz kimlikler arkasına kimliklerini gizleyerek saldırma.” diyebilmişti.
Yıldırım ise benzer bir patlama için daha fazla bekleyecekti; bir tetikçinin “Artık AK Parti’nin bu radikal İslamcılarla da yollarını ayırması lazım” çıkışına karşılık, Binali Yıldırım sözün sahibini de aşacak biçimde, “Bedel ödemeden, ter dökmeden kimse AK Parti adına racon kesemez. Kesiyorsa, onların sesini kesmesini de biliriz, öyle şey olur mu? Partimiz adına kimse ahkâm kesemez” demişti.
Herkesin malumu idi yapı; SETA’dan alıntılanmış bazı ‘fikir kırıntıları’, yalanlar ve sözde teyit merkezleri, itirafçılardan itiraflar, bazı olgunlaşmamış fikir yazıları, çizileri, ucuz mizah, sosyal medyada etiket yayma, vs. Ve bu türlü hizmete mukabil cüzi bedeller.
Davutoğlu ile Yıldırım süreçlerinin bir benzerliği de sandık yenilgisi sayılabilir. Davutoğlu’na yönelik eleştirilerin merkezine 7 Haziran seçimlerindeki başarısız performansı ve ‘isteksizliği’ konulmuştu ilk olarak. Yıldırım’a da benzer bir ‘saldırı’ yapıldı. Yıldırım da isteksiz, gönülsüz, niyetsiz olarak sunuldu. Bir başarısız seçim sürecinde daha AKP teamülleri gereği kelle alınmalıydı ve kelleye işaret etme işini en iyi Pelikancılar yapıyordu. En ‘Erdoğancı’ onlardı ve başarısızlığa sebebiyet veren kim varsa dışarıda bırakılmalıydı. Bu da bel altı bir rekabeti de doğuruyor, kaçınılmaz.
Pelikanlar Gülenistleri anımsatıyor
Dönelim konumuza. Pelikan güruhunun alamet-i farikası işte bu ‘kulis’ bilgileri ulu orta yazmaları, dillendirmeleri oluyor. Bazen bir gizem katarak, iddialar sıralayarak asıl hedefi işaret etseler de; çoğunlukla tez zamanda çuvallayarak kendilerini açık ediyorlar. Bu çok gizli ‘kulis’ bilgilerini, Berat Albayrak’ın Sare Davutoğlu’nun elini sıkmayışı yollu gösteriyorlar, benzerlik burada. O yüzden ‘nerede görsen, tanırsın’ durumu ortaya çıkıyor.
Aslında Pelikan, önceleri ‘eski Türkiye’ veya darbe kokusunu ilk alan ve bu soyut ‘korku hissini’ ballandıra ballandıra tuttuğu kanallardan kamuoyuna anlatan ekipti. Darbe ve Kemalist vesayetten arta kalan zamanda, birilerine parmak sallamaya başladılar. Hayali düşmanlar yaratma hali kısa sürede ‘o yargılanacak, bu tutuklanacak’ halini aldı.
Binali Yıldırım’a ‘kazandın’ diye üfleyenlerdi Pelikancılar, zaten ertesi günün köşe yazılarına da çoktan eklemişlerdi ‘Yıldırım kazandı’ ifadelerini.
Yerel seçimlerden bir gün sonra “tüm oylar yeniden sayılacak” dediler, aradan 1 saat bile geçmeden televizyondan “Sandık görevlileri gözaltında“ diye 30 kadar da bir rakam telaffuz ederek geceyi hareketlendirdiler. Haberle hızla yalanlansa da ne gam.
Pelikancılar kendilerini yeniden hatırlattılar. Bu süreçteki misyon, salt ilgili sermayenin İstanbul çıkarlarının devamını mı sağlamaktı, daha önceki eylemlerde savunulduğu gibi ‘Reis’i saldırılardan koruma güdüsü’ müydü, siyasi kariyer gereği çatırdama anında AKP mirasını sırtlayacak bir parti hazırlığı mıydı, Erdoğan figürünün ardından bir ‘lider’ daha yaratma niyeti miydi, olası bir ‘miras kavgası’nda en büyük payı almak mıydı… Bu soruların yanıtı tamamen okurun hayal gücüne bırakılmıştır, zaten bunu biz değil diğer paydaşlar dert etsin. Biz işin ‘ne oluyor?’ kısmındayız.
Son olarak, ekibin tarzının gittikçe Gülenistlere benzediğini not etmek gerekiyor. Öyle ki, bir dönem Gülenistlerin televizyon kanallarındaki ucuz dizilerden memlekete çekilecek operasyonlara önceden bakardık; Kollama dizisinden Ergenekon masalını dinlerdik, şimdi de Pelikancılara bakıyoruz, seçim operasyonlarını 3 gün önceden öğreniyoruz.
İşte medya, devlet, yürütme, bakanlıklar ve ihaleler bu kadar girift olunca; tarif etmek gerekiyor tuttuğumuz yerden Pelikanını, akbabasını, sırtlanını…