Seçimler ve denge unsuru: Millet ittifakı
07-04-2019 08:59Düzen siyasetinde Erdoğan'ın varlığını tanıyan ve "başkanlık rejimi" ile uyumlu çalışan iki kutuplu bir görünümün, sermaye sınıfının arzu ettiği dönüşümü daha geniş kesimlerin meşruiyetine dayanarak gerçekleştireceği açıktır.
İlker Demirer
31 Mart günü gerçekleşen mahalli idareler seçimi, sonuçları itibariyle yakın dönemin en tartışmalı seçimi oldu. İstanbul’da AKP’nin itirazları sürüyor olsa da, neredeyse tüm büyük kentlerde AKP-MHP ittifakı yerel iktidarı CHP-İYİ Parti ittifakına bıraktı. İstanbul, Ankara ve İzmir’in 1989 seçimleri sonrasında ilk kez “sosyal demokratların” eline geçmesi, özellikle CHP tabanında “derleniş” olarak yorumlandı. Pek çok siyasi yorumcunun ve genel olarak “AKP karşıtlarının” temel bakış açısı ise bu seçimler AKP’nin gidişi için bir fırsat yaratmış durumda.
Yukarıdaki yorumların bir kısmı siyasal psikolojinin alanından besleniyor olsa da, tam olarak gerçeği yansıtmıyor. Seçimlerin ortaya çıkardığı tablo, AKP’nin ve Erdoğan’ın “tek kutuplu” siyaset anlayışının kriz koşullarında yetersiz kalmasıyla ilişkilidir. Seçimlerin öncesinde yükselen ekonomik kriz olgusuyla AKP iktidarı “yeni ekonomik program” ile neler yapacağının sinyalini vermişti. Bu program ile sermaye sınıfının ihtiyaç duyduğu dönüşüm için emekçilerden elde edilecek kaynağın, başta sosyal hakların kısıtlanması, ücretlerin dondurulması ve işsizlik yoluyla, neler olacağına işaret edilmişti. Bununla beraber, yeni ekonomik programın sermaye sınıfının iç bileşenlerini değiştirmeden krizi göğüslemesi beklenemez.
Denge arayışında temsiller
Sermaye sınıfı içindeki iç bileşenlerin değiştirilmesi arayışı sermayenin yeniden üretim mekanizmalarında belirli dengeleri gözetmek zorundadır. Yerel idari mekanizmaların, başta toprak rantını yeniden dağıtmak üzere, sermayenin yeniden üretimi için uygun kanalları oluşturması, seçimlerin yerelde “dalgalanma” göstermesinin de en önemli nedenidir. Bu nedenle her yerel seçimde sermaye partileri, “değişimin” yerelden başlayacağını iddia ederken, gerçekte sermayenin iç bileşenleri ile ilgilenmekte ve temsil etmektedir.
31 Mart seçimlerine bu koşullar altında gidilirken, düzen siyasetinin “AKP’li denge arayışı”, geçmiş seçimlerden bakiye kalan “demokrasi cephesi” programının da bu seçimlerde öne çıkmasını sağladı. Nitekim 24 Haziran genel seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kurulan ve “sağın sağ ile yarışı” anlamına gelen ittifaklar, bu seçimlere de taşınmıştır. Millet ittifakının, 24 Haziran seçimlerinde elde ettiği misyon, 31 Mart seçimlerinde bir aşama daha kat etmiş ve yanına “demokrasi cephesi” programının diğer bir uzantısı olarak HDP’yi de katmıştır.
Millet ittifakının bu stratejisi, muhalefetin “milli mutabakat rejimi” arayışı ile uyumlu hale gelirken, seçimlerden çıkan sonucun bu durumu pekiştirici bir özellik kazandığı açığa çıkmıştır. TÜSİAD’ın seçimlerin hemen ardından “reform” çağrısı yapması ve Erdoğan’ın bununla paralel bir açıklama gerçekleştirmesi, Millet İttifakı’nın “neden” ve “nasıl” denge unsuru haline dönüştüğünü de kanıtlamaktadır. Önümüzdeki dört yıl boyunca sermaye sınıfının istediği reformlar, “milli mutabakat” çerçevesi olmaksızın gerçekleşemez.
Kararlı ve kararsız dengenin ayrımı
Öte yandan, burada “nasıl bir denge?” sorusunu da cevaplandırmak gerekiyor. Düzen siyasetinde Erdoğan’ın varlığını tanıyan ve “başkanlık rejimi” ile uyumlu çalışan iki kutuplu bir görünümün, sermaye sınıfının arzu ettiği dönüşümü daha geniş kesimlerin meşruiyetine dayanarak gerçekleştireceği açıktır. Burada kurulacak dengenin, sermayenin yeniden üretimi noktasında yerel kanalları daha geniş bir biçimde tutması, sermaye sınıfı için olmazsa olmazdır.
Ancak bu kanalların genişletilmesi aynı zamanda rekabetin ve çelişkinin de güçlenmesi anlamına gelecek bir karşıt dinamiği devreye sokacağı unutulmamalı. Nitekim her kriz işçi sınıfının kendiliğinden tepkilerini, her biçimiyle, canlanmasına neden olurken, düzen siyasetinin yaşadığı çelişkilerin, ciddi bir sorun yaratması beklenmelidir. Millet ittifakının, demokrasi programı ile bir rahatlama vaat etmesi, biraz da bu sorunları hafifletmek için piyasaya sürülmüş durumda.
Siyasetin yukarıdaki verili durumu geniş emekçi kesimleri içinde belirli bir karşılık yarattığı rahatlıkla tespit edilebilir. Nitekim işçi sınıfının örgütsüzlüğü ve uzun yıllar boyunca kentli orta sınıfların “kuşatması” altında kalması bu eğilimleri daha da güçlendiriyor. Ancak bu eğilimlerin, yukarıda sözünü ettiğimiz kriz koşullarında ne kadar başarılı olacağı ciddi bir soru işaretidir.
Emperyalist-kapitalist sistemin ABD-Çin, ABD-AB vb.. problemlerinin var olduğu bir dönemde, Türkiye sermaye sınıfının bu çelişkilerden ve problemlerden bağımsız bir durumda bulunması beklenemez. Dolayısıyla, kriz koşulları “kararlı dengenin” kurulmasını engellerken, elimizde verili olarak duran “kararsız denge” konumu, küçük bir itki ile yer değiştirmeyi beklemektedir. Millet ya da Cumhur ittifaklarının bu itkiyi engelleme güçleri bulunmuyor.
“Tüm mümkünler” nasıl gerçekleşir?
Yer değiştirmenin, işçi sınıfı için “olumlu” bir ortam yaratabilmesinin tek koşulunun da işçi sınıfı tepkisinin, seçimleri de kapsayacak bir biçimde, örgütlü hale dönüştürülmesi ile mümkün. Tüm mümkünleri, gerçek kılacak yegâne koşul ise denge arayışının parçası olmaktan değil, karşısında olmaktan geçmektedir. Bunun için, rahat nefes almayı değil, nefes sıklaştırmayı sağlamak gerekiyor. Önümüzdeki dönem, hayatın akışı bunu zorunlu kılacaktır.