Sermayenin emperyal bağımlılığı nereye dönüşür?
07-09-2019 08:00ABD’nin ve Körfez ülkelerinin yaptırım uyguladığı Katar’dan destek arayışı gibi veriler ve iktidarın geçmişteki diplomatik karnesi, bu şekilde bir kopuşun gerçekçi olmadığını göstermektedir. Rusya için Türkiye bugün S-400 hava savunma sistemlerini satabileceği, nükleer teknoloji transferi yapabileceği yağlı bir müşteri.
Vedat Altan
Uluslararası siyasi konjonktürün sıkıştığı/dönüştüğü ve zor kararların alınması gereken durumlarda genellikle içe kapanmacı yaklaşım iç siyaset açısından alıcı buluyor, siyaseten alıcı bulunan bu durum ve arayış ekonomik ve siyasal olarak ne kadar gerçekçi?
Uluslaşma hareketlerinin 19. yüzyılda ivme kazanması ile birlikte Osmanlı parçalanmış, yeni birçok devlet ortaya çıkarken paylaşım savaşı ile de amentüsü okunur hale gelmiştir. Bu şartlarda ortaya çıkan yeni Türkiye’nin sermaye ve burjuvazisinin eksikliği kısa sürede kendisini hissettirmiştir. Osmanlı’nın son döneminde Çin ve İran ile birlikte Lenin tarafından “yarı-sömürge” olarak adlandırılan bu topraklar kurulduğu dönem itibarı ile de belirli avantajlarının üzerine yükselmişti. Kapitalizmle entegrasyonda büyük hamle yapılacağı sırada kapitalist dünya en büyük bunalımlarından birine girmiştir. Bu süreç ta 1950’lere kadar ertelenmiştir.
Emperyalizm çağında geç kapitalistleşen bir ülke olarak Türkiye uluslaşma sürecini tamamlayamadan emperyalizmin ilhak ve sermaye egemenliğinin bekçiliği politikalarıyla tanışmıştır.
Kopuş mümkün mü?
Bir süredir bölgedeki çatışmalı ortamların merkezinde yer alan Türkiye’nin makas değiştirip değiştirmeyeceği, emperyalizmden kopup kopamayacağı, NATO’dan çıkıp çıkmayacağı vb. başlıklar daha sık sorulmaya ve tartışılmaya başlandı. Bu tartışmaların gerçekliği var mı? Var ise ne kadardır?
Emperyalizmden kopuş var mı sorusuna “evet var, iki türlü” diye cevap verebiliriz. Birincisi yüksek milliyetçilik ve savaş ekonomisi yaklaşımı ile emperyalizmi tepetaklak etme üzere kendi felsefesinin yeniden inşası ile. Bu inşa gerçekleşmez ise emperyalizm tarafından yeni bir sömürü ilişkisine tabi kılınacağını bilerek ve ağır sonuçlarına katlanılacağını görerek hareket ederler. İkinci yol ise ulusallaşma/bağımsızlaşma kinetiği arzedecek olgu ise sosyalist hareket ve sosyalist devrimdir; bu başlığın tartışmada şu an yeri yoktur. Tartışılan sosyalist seçenek olmadan bunun mümkün olup olmayacağı, emperyalizm içi dengeler ve sermaye hareketleri ile kendilerine alan açılmasıdır.
Türkiye direniyor mu?
Emperyalistler arası rekabet, bugüne kadar aynı kaptan yemek yiyen müttefikleri kıyasıya bir paylaşım mücadelesine sokuyor. Suriye ve İran başta olmak üzere emperyalizmin pazar ihtiyaçları ile entegre olmayan her ülke saldırganlıktan payını alıyor. Diplomasiyi iç politikada güç kazanmak için kullanışlı bir araç haline dönüştüren milliyetçi-popülist yönetimler bugün birbirleriyle daha fazla karşı karşıya geliyor. Saldırganlığın sonunda ortaya çıkan “kriz”ler ise aktörlerin her birini yeni konum almaya veya bu dengeler içinde hamle yapmaya zorluyor. Sınırımızda süren savaş ve gerici politikaların ülkeyi ne haleye getirdiği malumunuz; bu hamleler içinde Türkiye’nin yapabileceklerinin sınırları bulunuyor. Gelinen noktada Türkiye’nin Batı’dan kopup kopamayacağı bir tartışma konusu haline geldi. Rusya ile kurulan politik ve ekonomik ilişkiler, Erdoğan’ın gerekirse Çin’e yönelebileceğini dile getirmesi ve BRICS’e göz kırpması… ABD’nin ve Körfez ülkelerinin yaptırım uyguladığı Katar’dan destek arayışı gibi veriler ve iktidarın geçmişteki diplomatik karnesi, bu şekilde bir kopuşun gerçekçi olmadığını göstermektedir. Rusya için Türkiye bugün S-400 hava savunma sistemlerini satabileceği, nükleer teknoloji transferi yapabileceği yağlı bir müşteri.
Kapitalist kriz ulusal burjuvazileri korumacı önlemleri almaya ve artırmaya iterken gümrük vergileri ticaret savaşlarının önemli bir silahı olmaya başlıyor. AKP kendisine cephe alan aktörlere karşın bu silahı kullanmaya çalışırken tersinden de yabancı sermayenin önündeki engelleri sınırsız bir şeklide kaldırma uğraşına girişiyor. Hükümetin daha çok yaptığı direniş göstermekten, pazarlık ve alan açma siyasetinin başat olduğu bir süreç tarifi.
Emperyalizm sömürü sürekliliği adına evet mi diyor?
Yabancı sermayenin Türkiye’deki gidişten rahatsız olduğu, AKP politikalarından rahatsız olduğu uzun zamandır liberal basında sürekli tekrarlanıyor. Madem bu kadar rahatsızlar neden iş yapıyorlar neden başka yere gitmiyorlar? Bu sorunun cevabı iş siyasetin dış politikada ve ekonomide yaptığı adımları anlamak açısından da kritik hale geliyor. Uluslararası sermaye geldiği ülkelerde ne arıyor? Hukuk güvencesi? Yüksek kar? Sınıf mücadelesinin baskılanması? Rahatsızlık denilen şeylerin esasında yukarıda saydığımız başlıklarda verilen içeriklerdeki sonuçlara bakmaktadır. Hukuki dayanak ve tutarlılık istemektedir. Yatırımını koruyacak yasalar istemektedir ve bunu hükümete şikâyet olarak bildirmektedir. İstediği hukuk sadece ticaret yasalarındadır, ülke halkına dair bir hukuki istekleri yoktur, varsa da sadece söylem düzeyinde kalmak zorundadır. Yakın dönemde Merkez Bankası Başkanı değişikliğinde kopan fırtınayı hatırlayacak olursak istenilen hukuki güvencelerin ne kadar “halk için” olduğunu anlarız. Peki, bu güvence olmadığı durumlarda yabancı sermaye kaçmakta mıdır? Hayır. Yakın dönemde Bulgaristan ve Türkiye arasında kalan Volkswagen’in daha fazla hukuki güvence veren Bulgaristan yerine daha az hukuki güvence veren hatta vermeyen ama bunun yerine alım garantisi, ucuz iş gücü, sigorta primleri başta olmak üzere devlet adına yapılacak her türlü ödeme ve kesintinin kaldırılmasını tercih etmiştir. Kısacası emperyalizm için hukuki güvencenin tam olmaması onlar için bir sıkıntı teşkil etmemektedir. Başka bir yerinden bakarsak – Türkiye’deki yabancı sermaye ve sürekliliğine – işi daha net kavrarız.
Dünyadaki sıcak para miktarının inanılmaz boyutlara gelmiş olması bu balonun kimse tarafından söndürülmesini gündeme getirmiyor. Bu kadar büyük finansal kaynak daha fazla kazanmak için ihtiyacı olan yerlere daha fazla akmakta, yaklaşmakta olan krizi hem kazanca çevirmekte hem de ertelemektedir; bu hareketler ise devletin içerde ihtiyacı olan parayı sağlamaktadır. Siyasi sonuçları ise toplumsal tepkinin azalmasıdır
Yerli sermayenin ne kadar ilişkisi var?
Güçlendirilen merkezi otoritelerin sermayeye yüksek kar sağlaması ne kadar kazançlı ise otoriter yönetimler ile ilişkisinde dönem dönem sıkıntılar yaşamasına neden olmaktadır. Son kertede sermaye, iktidarı tariflemede kendisini merkeze oturttuğu için büyük ölçekli bir sonuç doğurmamaktadır. Merkezi iktidarın bazı uygulamaları sıkıntıya soksa da yerli sermaye karlarına bakmaktadır. Koç grubunun hedeflerini 10 yıl yerine sadece 3 yılda erişmesi, iktidar sermaye ilişkisini açıklaması açısından önemlidir. Peki, yerli sermaye gruplarının emperyalizmle ilişkisinde sorun nedir? Ya da var mıdır?
Aralarındaki ilişkiyi faydacı bir ilişki olarak tarif etmek mümkündür ve bu karşılıklı kazanç içinde sürdüğü sürece sorun yoktur. Sorun emperyalizmin yasalarında gizlidir, daralan pazarlar, yeni pazar ihtiyaçları, teknoloji transferi, yeni teknolojik transferinin lisanslarının verilmemesi içerdeki sermayeyi emperyalizm ile “işbirlikçi” hale getirmektedir. Ülkemizde yapılan üretimin ciddi bir kısmının hale eski teknoloji ile yapıldığını ve bununda maliyet yüksekliği ile açıklandığını hatırlatalım. Yeni teknoloji ile üretim yapılmasını ise ya yabancı sermaye doğrudan kendisi yapmakta yada lisanslama ve sayı adetler ile belirlemektedir. Örnek verecek olursak Türkiye ekonomisinin ana kalemlerinden otomotiv endüstrisi bu şekilde çalışmaktadır. Otomotive mal üreten yan sanayinin kalıp ve lisanslama ile kıskaca alındığı son 3 yılda yedek parça üretimi yapan firmaların %40’ının el değiştirdiği doğrudan yabancı sermayenin eline geçtiği ya da en az %51 hissesini satın aldığını bilmek bile gidişatı açıklamaya yeter. Sermayenin son kertede ilişkisini daha fazla tarif eden şey emperyal olmanın yasallıklarından geçmektedir.
En başta sorduğumuz soruya tersinden sorarak net cevabı daha çabuk verebiliriz, emperyal merkezlerden kopmak isteyen var mı? Türkiye burjuvazisinin niyeti var mı? Bu sorunun cevabı nettir. Yoktur. Bağımlılık ilişkilerini bu kadar yüksek olduğu kopuşun çok yüksek maliyetlerinin olacağı bilindiğinden sermaye bu ilişkiye hiçbir şekilde kalkışamaz. Ama sürtünme yüzeylerini arıttırarak gerilim siyaset ile manevra alanı da her zaman açacaktır. Sürtünme yangına neden olmadığı sürece sorun yoktur. Bizim görevimiz bu sürtünmeyi yangına çevirmektir.