Siyasal islam kadın sorununa yanıt verebilir mi?
10-03-2019 08:34Siyasal İslam’ın kadın sorununa verdiği yanıt özetle eşitsizliği, sömürüyü kabullenmek ve itaat etmektir. Binali Yıldırım geçtiğimiz günlerde bu anlayışı tek bir cümle ile açıkça ifade etti: ''itaat et rahat et''. Açık değil mi?
SEMA AYDIN
Yukarıda sorduğumuz soruya siyasal İslam’ın kadın sorununa yanıt üretmek iddiası var mı şeklinde itirazlar gelebilir. Elbette her ideoloji toplumsal yaşamı yeniden şekillendirme, aynı zamanda yaşanan çelişkileri de çözme iddiasındadır. İslamcı hareketin tarihsel olarak da meşruluk kazandığı alanlardan biri toplumsal yaşamı adalet temeli üzerine kurduğu iddiasıdır. Arap yarımadasında İslamiyet öncesini cahiliye dönemi olarak adlandıran, toplumsal yaşamın kadınlar ve kız çocukları için büyük bir cehennem olduğunu savunan tez İslamiyet’in ortaya koyduğu yaşam şeklini bir kurtuluş olarak sunmaktadır. İslamiyet öncesi Arap toplumunda kadınların veya kız çocuklarının sahip olduğu haklar ya da yaşadıkları dezavantajlar ayrıca bir değerlendirmeyi hak ediyor. Ancak Muhammed Peygamberin evlendiği Hatice’nin sahip olduğu zenginlik ve nüfuz, Arap toplumunda İslamiyet öncesi kadının yeri olmadığına dair propagandayı boşa çıkaran en önemli kanıtlardandır.
Tarihsel olarak bakıldığında insan topluluklarında cinsler arası iş bölümünün ayrıcalık haline gelmesinin, özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla şekillendiği, tek tanrılı dinlerin de bu sürece eşlik ettiği görülmektedir. Dolayısıyla ilkel topluluklarda görülen anasoyluluk yerini ataerkil yapıya, çok tanrılı dinler yerini tek tanrı inancına bırakmış, tanrıçalar tarih öncesi döneme ait figürler olarak kalmış, kadın ikincil hale gelmiştir. Eski Ahit’ten, İncil’e ve Kuran’a aktarılan yaratılış hikayesi, Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı, ilk büyük günahı işleyerek cennetten kovulmanın müsebbibi olduğu anlatısını bugüne taşımıştır. Kadınlar bu günahın bedelini uzun sayılabilecek bir dönem ödemek durumunda kalmışlardır. Kilisenin egemen olduğu uzun dönemler boyunca kadınlar, cadılık suçlamasıyla cezalandırılmak dahil pek çok baskıya maruz bırakılmışlardır.
Önceki tek tanrılı dinlerden farklı olarak İslamiyet’in kadınlara geniş haklar tanıdığı iddiası ise demagojinin ötesine geçememektedir. İki kadının tanıklığına karşın bir erkeğin tanıklığını kabul etmesi, miras hakkından erkeğin iki, kadının bir pay almasını öngörmesi, kadına itaat etmeyi, erkeğe itaat etmeyen kadını dövmesini salık vermesi, namazı bozan şeyler arasında eşek, domuz ve kadını sayması, kadını fitne ve dun ( aklen eksik) şeklinde tanımlaması ve daha burada sayamadığımız pek çok başlıkta kadını ikinci sınıf olarak görmesi İslamcı anlayışın kadına bakışını ortaya koymaktadır.
Şeriat ile yönetilen ülkelerde kadın hakları
Siyasal İslam’ın iktidar olduğu ülkeler incelendiğinde kadınların pek çok başlıkta eşit birer yurttaş olmaktan çok uzak oldukları rahatlıkla görülebilir. Son zamanlarda yapılan kimi reformlara rağmen Suudi Arabistan ve gelişkin bir medeniyetin devamcısı olan İran’da kadınlar en temel haklarından dahi mahrum bırakılabilmektedir. Suudi Arabistan’da kadınların hala evlenmek ya da boşanmak konusunda tek başlarına karar vermeleri, banka hesabı açtırmaları, istediği gibi giyinmeleri yasak. Harem selamlık uygulamalar devam ediyor. Eğitim görseler dahi çalışma yaşamına katılmaları kimi kurallarla sınırlanmış durumda. Üç yıl öncesine kadar seçme seçilme hakkına sahip değillerdi. Araba kullanmak dahil toplumsal yaşama katılımları konusunda ciddi sıkıntılarla karşı karşıya oldukları bilinen bir gerçek.
Şeriat ile yönetilen bir diğer ülke İran’da ise hem Şii mezhebinin egemen olması hem de tarihsel ve kültürel olarak taşıdığı birikim nedeniyle Suudi Arabistan’daki kadar katı bir anlayış mevcut değil. Ancak burada da kadınların ikinci sınıf görüldüklerini belirtelim. Şeriat hukuku gereği kadınların erkeğe bağımlı olması ve itaati beklenmekte, kamusal alanda görünürlükleri kısıtlanmaktadır. Anayasa’da kadın ve erkeğin, sahip oldukları haklar bakımından eşit şekilde korunduğu ifade edilmektedir. Elbette şeriatın öngördüğü hakların korunmasından bahsediliyor. Burada da kadınlar işe girmek ya da yurtdışına seyahat etmek için kocasından izin almak zorunda. Kadınlar yargıç olamıyor ve devlet başkanlığı seçimlerine katılamıyor. Tecavüze uğrayan kadınların korunmasına yönelik yasal düzenlemeler yok ve recm cezası halen uygulanmaktadır.
Türkiye’de İslamcı hareketin temel karakteri
Osmanlı’da kadınların toplumsal konumu ve hakları şeriat hukuku esaslarına göre şekillenmiştir. Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşanan reform girişimleri ve batıda ortaya çıkan hareketlerin de etkisiyle kadınların mücadelesi gündeme gelmiş, kadınlar kimi haklarını elde etmeye başlamıştır. Cumhuriyet’in kurulmasının ardından laik anlayışın da benimsenmesiyle birlikte kadın hakları konusunda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Ancak önceki dönemin devamcısı olarak İslamcı hareket yeni kurulan cumhuriyetin karşısında konumlanmış, şer-i hükümlerin uygulanması için mücadele etmiştir. Uzun yıllar muhalefette kalan İslamcılık 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte Türk-İslam sentezi ile birlikte kabul gören bir ideolojik motif haline gelmeye başlamıştır. 90’lı yıllar boyunca yükselen bir ivme izleyen ve AKP ile birlikte iktidar haline gelen İslamcı hareket, türbanı önemli bir meşruiyet zemini haline getirmiş, kadınların büyük desteğini görmüştür. Liberal ideolojinin de katkısını ve desteğini alan İslamcılık kadınları mağdur, türbanı da özgürlük sembolü olarak lanse etmiş, iktidarın basamaklarından biri haline getirmiştir. On yedi yıllık iktidarı sonrası bugün, kaynağını İslamcılıktan alan toplumsal gericiliğin karşılığı kadınlara şiddet, toplumsal kimliğinin zayıflatılması ve ikincilleştirilmesi olmuştur. AKP iktidarı yapılan hukuki düzenlemeleri işaret ederek kadın haklarında ilerleme sağlandığını iddia etse de yasal olan yaşamda karşılık bulmuyor, kadınların isyanı ise büyüyor.
Eşitliğin reddiyesi ve toplumsal cinsiyet adaleti
Kadınların desteğini kaybetmek istemeyen AKP, bir yandan geleneksel kodlarının hakkını vermeye çalışıyor; öte yandan bu alanda önemli bir birikime sahip olan toplumu ikna etme çabasına giriyor. AKP’nin kadın örgütlenmesinin adresi olan KADEM (Kadın ve Demokrasi Derneği) İslamcılık ile liberal ideolojiyi harmanlama, kapitalist üretim ilişkilerinin gereklerini yerine getirme gayretinde. KADEM, ”eşitlik fıtrata aykırıdır” diyerek kadın erkek eşitliğinin reddiyesi üzerine kurulu geleneksel İslamcı anlayışın temsiliyetini üstlenmekte, ”toplumsal cinsiyet adaleti” kavramsallaştırması ile liberal anlayışa yakınsama arayışına girmektedir. Öte yandan kamusal hizmetlerin tasfiye edilmesi ile birlikte çocuk, hasta, yaşlı bakımı gibi toplumsal işlevleri aile ve kadının üzerine yıkmaktadır, ailenin ve anneliğin kutsanması ise piyasacılığın üstünü örtmeye yetmemektedir.
Aile yaşamı ile çalışma yaşamını uyumlulaştırma adı altında esnek çalışma modeli temel çalışma biçimi haline getirilmektedir. Kadın Bakanlığı önce Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, ardından Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olarak değiştirilmektedir. Ancak bütün bunlar İslamcı hareketin kadın sorununda yaşadığı çıkışsızlığı aşmaya yetmemektedir. Bu cenahta tartışmaların sürdüğünü gösteren bir alıntı ile bitirelim. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tefsir profesörü Mustafa Öztürk’ün “Cahiliyeden İslâmiyet’e Kadın” adlı kitabında kadın sorununu irdelemektedir. ‘Öztürk’e göre “Kur’ân’ın temel inanç ve ahlâk normları değer içerikliyken toplumsal düzen ve hukukla ilgili hükümleri büyük ölçüde durumsal ve olgusal niteliklidir. Değer içerikli hükümler toplumdan topluma, dönemden döneme değişmeyen ve bütün peygamberlerin sunduğu ortak mesajları içerir. Olgusal hükümler ise şeriat olarak nitelenen, her peygamberin kendi dönemine ve toplumuna göre farklılaşabilen, altıncı yüzyıl Arap örfünün genel karakteristiği ile iç içe geçmiş hükümlerdir.” (1). Bu tespitten hareketle olgusal hükümlerin bugüne uyarlanmasının sınırlarına işaret edilmekte, yeni döneme uygun kavramlar önerilmektedir.
Öztürk ve benzeri ilahiyatçıların bu çabaları geleneksel İslamcı anlayışın ötesine geçmeyi kolaylaştırsa da, sınıflı toplumları veri alan, eşitsizliğe yaslanan, üretim ilişkilerinin içerisinde kadına biçilen rolleri gündeme dahi almayan gericiliğin ve kapitalizmin sınırlarında gezinmek durumundadır. Siyasal İslam’ın kadın sorununa verdiği yanıt özetle eşitsizliği, sömürüyü kabullenmek ve itaat etmektir. Binali Yıldırım geçtiğimiz günlerde bu anlayışı tek bir cümle ile açıkça ifade etti: ”itaat et rahat et”. Açık değil mi?