Türkiye’de gerçek anlamda sosyal demokrat bir hareketin ya da partinin bulunup bulunmadığı tartışması günümüzde özel bir önem taşımamakla birlikte, emperyalist ya da görece gelişmiş kapitalist ülkelerdeki klasik sosyal demokrat kalıplara uyan bazı akımlar belli oranlarda öne çıkabiliyor. Bu akımlara dünya üzerinde, sosyalizm sonrasında sınırsız at koşturma döneminin açıldığının düşüncesini sağlayan akımın ise liberalizm olduğu açıktır.
Saf anlamıyla neo-liberal ekonomi politikaları ve bunların siyasal alana yansımalarından bahsetmemekteyiz. Tersinden neo-liberalizme ve sonuçlarına tepki duyanları kapsamak adına da kimi zaman onları mumla aratacak liberal politikaların ya da öznelerin öne çıktığı bir dönemden geçtik. İspanya’da Podemos, Yunanistan’da Syriza tam da böyle bir zemin üzerine oturmuştu. Emperyalist ülkelerde de paralel bir biçimde, İngiltere’de Jeremy Corbyn ve İşçi Partisi’ne, ABD’de ise Bernie Sanders’a bel bağlanması, emekçiler nezdinde, karşımıza çıkmaktadır.
Dünya üzerinde örneklerini gördüğümüz ve kabalaştırdığımız bu örneklerin “tahammül edilebilir bir kapitalizm” yanlısı oldukları, neo-Keynesçiliği iktisadi model olarak önerdikleri, neo-liberal küreselleşmeci politikaların işçi sınıfı üzerindeki etkilerini ortadan kaldırmayı vaat ettikleri, bir adım sonrasında ultra-emperyalizmi insanlığın kurtuluş yolu olarak savunabilecekleri bilinmekte ya da tahmin edilmektedir.
Bu akımın son yıllarda Türkiye reel siyasetinde temel karşılığı HDP’de cisimleştirilmeye çalışılsa da, “radikal demokrat” olarak lanse edilen liberal demokrat HDP projesinin çökmesi ile birlikte, düzen muhalefetinin akacağı ana kanal CHP’de şekillenmeye başladı. 24 Haziran seçimlerinde adı konulan, 31 Mart seçimleri için güncellenen “Millet İttifakı”nın arka planında biraz da böylesi bir projecilik olduğunun altını çizmek gerekmektedir.
Ortaya atılan projenin politik ve ideolojik yöneliminin “AKP’yi geriletmek” söylemi adı altında, öncelikle İkinci Cumhuriyet’in yerleşme dinamiklerini kendi kulvarında ve toplumsal alanda tetiklemek, devamında ise sermaye iktidarının yaşadığı ya da yaşayacağı meşruiyet sorunların görünmez hale getirmek olduğu en temel doğrular olarak tespit edilmelidir. Bu durum aynı zamanda emekçilerin tepesine binen sömürü düzeninin geleceğinin garanti altına alınması ile eş anlamlıdır.
Dolayısıyla CHP’nin pozisyonunun klasik bir sol sosyal demokrasiden ziyade sağ liberal demokrat bir eksende serpilip geliştiğini söylemek yanlış olmayacak gibi görünmektedir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığı sonrasında CHP’nin İkinci Cumhuriyet adı verilen yeni rejimin asli unsurlarından biri olacağı çokça yazılmıştır. Tüm kritik noktalarda bu misyonu yerine getiren bir kapitalist sistem partisi olan CHP günümüzde ise Millet İttifakı adı altında bir adım öteye geçerek Türkiye sağının kendini yeniden ürettiği zeminlerden birine dönüşmüştür.
Sermaye politikaları ve emperyalizm işbirlikçiliği başlıklarında sermaye iktidarı ile tam uyum içerisinde olan CHP’nin sağa kayışının alenileştiği temel başlık ise gericilik olmuştur. Buradaki perdenin çarşafa rozet takılması ile açıldığını öncelikle hatırlatmak gerekiyor.
12 Eylül ile birlikte önü tamamen açılan siyasal İslam’ın Refah Partisi adıyla iktidara gelişi, 28 Şubat süreci ve devamında AKP aracılığıyla tam anlamıyla düzenin merkezine oturması bir bütündür. Bu bütünlüğün içerisinde FETÖ ve bilumum gerici örgütlenmeyi siyasal iktidarın ve devletin merkezine yerleştiren AKP aynı zamanda ülkemizdeki toplumsal dönüşümün en önemli aktörlerinden biri olmuştur. İşte, CHP’nin çarşaf açılımını tam da bu bağlamda kaba anlamıyla “Kemalizmin iktidardan düşüşü”nün, “siyasal İslam’ın zaferi”nin ve kılık kıyafet özgürlüğü tartışması üzerinden liberalizmin zirveye çıkışının kutsanması olarak yorumlamak doğru olacaktır. Benzeri bir olay 2012 yılında İzmir’de tekrarlanmıştır. Her iki olayda da meselenin siyasal İslam’ı güçlendiren yanları dışında, çarşaflı kadınların “aslında Kemalist” ve emekçi olduklarının vurgulanmaya çalışılması ise CHP’nin sağa kayışını örtmenin bir yolu olarak değerlendirilmişti.
Buradan itibaren adım adım yeni rejimin girdiği yolda asli unsura dönüşen CHP’yi artık düzen muhalefetinin amiral gemisi olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Deniz Baykal döneminde düzen partisi olmasına rağmen baraj altında kalması dolayısıyla Meclis dışında kalan CHP, Kılıçdaroğlu döneminde yüzde 20-25’lik oy potansiyeline sahip bir burjuva unsuru haline gelmiştir.
2011 yılında MHP’nin Meclis dışında kalmaması için tabanda kaydırılan oylar ve verilen örtülü destek, 2014 yerel seçimlerinde başta İstanbul’da Mustafa Sarıgül ve Ankara’da Mansur Yavaş’la cisimleşen sağ aday politikası, yine 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya çıkartılan ve Ekmeleddin İhsanoğlu adaylığı adım adım CHP’nin aldığı şekli göstermesi açısından manidardır. Artık CHP’ye toplum tarafından layık görülen Kemalist, sol, sosyal demokrat, ilerici parti hüviyeti iyice tartışmalı hale gelmiştir. CHP, Türk-İslam sentezinin bir öznesine dönüşmektedir.
Tüm bunlarla birlikte Meclis’te emperyalist çıkarlar için yurt dışına asker gönderilmesi konusundaki tezkereleri sektirmeyen, milletvekilliği dokunulmazlıklarının kaldırılmasının yolunu açan, 15 Temmuz sonrasında Yenikapı ruhuna ortak olan, büyük meşruiyet sorunu taşıyan Cumhurbaşkanlığı referandumu sonrasında ortaya çıkan tepkileri bir şekilde soğuran da CHP olmuştur.
Son iki yıl içerisinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun Necmettin Erbakan’ı anma gecelerinde boy göstermesinin tesadüf olmadığının görülmesi için 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan seçimlere bakmak yeterlidir. Türkiye sağının kadim unsurları ile ittifak ederek AKP’nin geriletilebileceği düşüncesinin topluma yayılmasının en önemli öznesi liberaller ise bunu aracının ve temel zemininin CHP olduğu büyük bir gerçek olarak karşımıza çıkmış durumdadır.
O açıdan, “Demokrasiye kalkan olmak adına” faşist İyi Parti’nin önünü açan, İslamcı Saadet Partisi ile ittifak yapan, sağcı Demokrat Parti’ye kol kanat geren CHP’nin hesabına düşen Millet İttifakı tam da bu yüzden sağ bir ittifaktır. Her seçimde ısıtılıp toplumun önüne konulan Davutoğlu-Gül-Babacan üçlüsünün AKP’yi böleceği tezinin Millet İttifakı’nın temel motivasyon kaynağı olmasının nedeni belki biraz da burada aranmalıdır. 24 Haziran seçimlerinde Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı olarak Abdullah Gül’ün ortaya atılması da aynı sebeptendir.
Yazının girişinde projecilikten bahsetmiştik. Türkiye kapitalizminin ve sermaye iktidarının temel yönelimlerinden bir tanesi siyaset alanında toplumu birbirinin türevi olan öznelerden birine tercihe zorlamaktır.
Özellikle, Başkanlık rejiminin oturması ve İkinci Cumhuriyet’in yerleşmesi için ortaya konulan tüm başlıklar biraz da bu şekilde hayata geçecektir. Bugün düzen muhalefetinin temel projesi seçimler aracılığı ile AKP iktidarı ile hesaplaşma zemini açmak, bunun dışında “sermaye düzeninin bekası”nın söz konusu olduğu alanlarda sessiz kalmaktır.
Emek sömürüsü bakidir. Liberaller ve sosyal demokrasi suskundur.
Emperyalizm işbirlikçiliği vesilesiyle ülkemiz dibe batmaktadır. Liberaller ve sosyal demokratlar kraldan çok kralcıdır. AKP’yi AB’ye ve ABD’ye şikayet etmeyi kurtuluş olarak görmektedirler.
Örnekler çoğaltılabilir. Ancak öncekiler gibi 31 Mart seçimleri de liberaller ve CHP tarafından topluma sahte umutlar verilecek bir zemin olarak görülmektedir. Bu seçimlerde bazı büyük kentler sağcı Millet İttifak’ı tarafından kazanılırsa, sağcı Cumhur İttifakı’nın ve dolayısıyla AKP’nin yenileceği umulmakta, erken seçim planları yapılmakta, yerel seçimler vesilesiyle ortaya çıkan tüm rezillikler büyülü olduğu varsayılan “AKP’yi geriletmek” sözlerinin örtüsü altına gizlenmektedir. Ancak büyü gözleri kör etmekte, körleşmenin vardığı noktada devrimciler halkı faşist adaylara oy vermeye çağırmaktadır.
Sahi, geçmişi ne çabuk unuttuk… Nasıl ki bugün İyi Parti’yi İyi Parti yapan CHP ise zamanında da “muhalefet güçlensin” diyerek MHP’ye can simidi atan ve Meclis’e sokan da CHP idi.
Türkiye siyasetinin sadeleştiği bir dönemden geçildiği açıktır. Sadeleşmenin, daha doğrusu taraflaşmanın ekseni sağcılık ve solculuk bağlamında olmaktadır. Bugünün en temel doğrularından bir tanesinin bu olduğu görülmeli, devrimci siyaset de bu taraflaşma ekseninde şekillendirilmelidir.
Bu haber en son değiştirildi 24 Mart 2019 09:33 09:33
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…
Uluslararası Ceza Mahkemesi, (ICC) Gazze'de savaş suçu ı̇şledikleri gerekçesiyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…