Yerel seçimler ve Kürt siyasi hareketi: HDP hangi kilidi açtı?
07-04-2019 08:58Genel bir tabirle “AKP-MHP bloğunu geriletmek” adına Kürt siyasi hareketinin aldığı pozisyon seçim sonuçları açısından belirleyici bir noktada olsa da, bu pozisyonun sermaye düzeni, gericilik ve işbirlikçiliğin geriletilmesinde nasıl bir katkısı olacağı meçhul…
Neşe Deniz Babacan
31 Mart yerel seçimleri mahalli idareleri hangi partilerin ya da adayların alacağının ötesinde Türkiye’nin genel siyasetinde yarattığı etki ve sonuçları ile ele alınmayı hak ediyor. HDP’nin seçimlerde aldığı pozisyonu da bu etki ve sonuçlar bağlamında aşağıdaki maddelerde ele almaya çalışacağız.
HDP’nin 31 Mart yerel seçimlerindeki politik duruşunun temelinde ve ideolojik arka planında liberalizmin ağır bastığını bir kere daha ifade etmek gerekmektedir. Türkiye siyasetinde liberallerin güncel olarak kendini yeniden ürettikleri temel zeminlerden bir tanesinin HDP olduğu açıktır. “Çözüm süreci”nin kesilmesi ile birlikte AKP karşıtı bir pozisyona yerleşen HDP, sermaye düzeninin temel aktörleri arasındaki anlaşmazlığın göbeğinde kullanışlı bir araca dönüşmüştür. Özellikle 2014 yılı itibariyle dünya üzerindeki Syriza ve Podemos gibi hareketlere atıfla ülkemizde demokrasinin en radikal çizgisinin yeşertildiği özne muamelesi yapılan HDP’nin, devrimci demokrat bir çizgiden liberal demokrat bir çizgiye geçiş yapması ise Kürt siyasi hareketindeki temel başkalaşım noktalarından biri olarak görülmelidir. (Bu bahsettiğimiz meselenin kökleri elbette geçmiş yirmi yıllık bir döneme bakarak görülebilir. Ancak bu yazının amacı bu tartışmayı derinleştirmek olmadığından dolayı bunun üzerinde durmayacağız.)
Bugün yaşananlar ve HDP’nin son seçimlerde aldığı politik pozisyon bu başkalaşım üzerinden değerlendirilmelidir. Türkiye’de rejim açısından köklü bir dönüşümün yaşandığı evrede başta liberaller olmak üzere, düzen muhalefetinin en büyük unsuru olan CHP ve yine düzen muhalefetinin popüler sayılabilecek unsuru olan HDP’nin üst yapısal bazı değişiklikleri talep etmek dışında köklü bir yönelimlerinin olduğunu söylemek mümkün değil. Üzerine bir de sermaye sınıfının yönelimlerini eklediğinizde, HDP’nin geçmiş dönemlerde “Erdoğansız başkanlık sistemine” neden Evet dediğini de, her seçim öncesinde ve sonrasında HDP eş başkanlarının neden TÜSİAD ziyareti ya da kabulü yaptıklarını açıklamamız mümkün olacaktır.
Bugün düzen muhalefetinin cephesinden yapılan tespit tam ve klasik anlamda reformizmin temel argümanları çerçevesinde şekillenmektedir. Sermaye iktidarını, iktisadi durumu ve sömürü mekanizmalarını perdeleyecek şekilde yapılan faşizm tahlillerinin de, üst yapısal dönüşümlerin önemlice bir kısmına onay vererek bunların bazı sonuçları ile hesaplaşmaya çalışmanın da, siyasi iktidar ile sermaye sınıfı arasında set çekerek ilkine yapılacak basınç sayesinde ikincisi ile anlaşarak daha kabul edilebilir bir kapitalizme ulaşılabileceği düşüncesi de bu argümanların sonuçlarında ortaya çıkmaktadır. Demokrasi cephesi çağrılarının bu seçimlerde de bir şekilde gündeme gelmesinin, HDP’ye bu noktada bir misyon biçilmesinin temel nedenleri burada aranmalıdır.
Son seçimler geçmiş bir yıl içerisinde yaşanan bir çelişkiyi gören gözler için açık hale getirmiştir. Hatırlanacağı üzere boykot edilmeyi hak eden 24 Haziran seçimlerinde HDP’nin barajı geçmesinin AKP karşıtı mücadelede en önemli parametre olduğu söyleniyordu. Bunun için de CHP-Saadet Partisi-Demokrat Parti ve İyi Parti arasındaki sağ ittifaka omuz vermeyi salık veren bu siyasi bakış açısının altının ne kadar boş olduğu HDP’nin yerel seçimler öncesi yaptığı açıklama ile aslında tuzla buz olmuştur. Kısaca özetleyelim, bu açıklamada yapılan temel vurgu, parlamenter sistemin artık sona erdiği, adem-i merkeziyetçiliğin önemli olduğu ve bu yüzden yerel yönetimleri HDP’nin ya da “en geniş demokrasi cephesi” adayının kazanması gerektiği yönündeydi. HDP açısından bu seçimlerdeki pratik sonuç doğu ve güneydoğu illerinde kayyumların, batıda ise AKP-MHP’nin yenilmesi şeklinde ortaya çıkmıştır. Reformizmin ve liberalizmin ayağa kalktığı zemin tam da burada oluşmaktadır.
Siyasette net ifadelere, basit ve somut hedeflere ya da halkı heyecanlandıracak, hareketlendirecek yönelimlere sahip olmak elbette doğrudur. Ancak sermaye düzenine ve örneğin Cumhur İttifakı’nın temsil ettiği değerlerin önemlice bir bölümüne laf etmeden yapılan çağrılar halkta ve emekçilerde geçici umutlar yaratsa da uzun vadede yine sermaye düzeninin lehine çevrilebilecektir. HDP’ye atfedilen kilit parti pozisyonunu tam da bu bağlamda ele almak gerekmektedir. Bugün Türkiye’nin farklı yerlerinde sermaye düzeninin en önemli partilerinden biri olan CHP’yi, faşist İyi Parti’yi ya da İslamcı Saadet Partisi’ni destekleyebilen HDP’yi, önümüzdeki dönemde “barış ve demokrasi” adına AKP ya da AKP türevi bir partiye destek vermekten alıkoyacak bir şey bulunmamaktadır.
Siyasette elbette ittifaklar da yapılabilir, siyasi partiler birbirlerini destekleyebilir. Ancak Türkiye’de solun ve sosyalizmin, daha doğrusu devrim cephesinin güçlenmesini isteyen bir yanda yer alıyorsak, HDP’ye atfedilen kilit parti rolünü ya da son seçimlerde alınan pozisyonları bu bağlamda ele almak doğrusu olacaktır. Bu rol, Türkiye’de sola ağır bir zarar daha vermiş, oylar İslamcılara, ANAP kökenlilere, faşistlere, aşiret reislerine verilmiş, bu devrimci bir görev olarak lanse edilmiş, abdestler fena halde bozulmuştur. Bu durumun “faşizmi geriletmekten” daha öte anlamlar taşıdığı ise Ekrem İmamoğlu’nun seçim sonrasında tüm düzen güçlerine yaptığı itidal çağrılarında, Mansur Yavaş’ın seçim sonrasında yaptığı bozkurt işaretlerinde ya da CHP Genel Merkezi’nin önünde çekilen tekbirlerde görülebilir. HDP tam da bu kilidi açmıştır.
HDP’nin kilidini açtığı bu kapıdan geçilirse nerelere gidileceğini görmek içinse Dersim’deki seçimlere bakmak yeterlidir. Türkiye genelinde HDP’nin demokrasi cephesi kurmak adına attığı adımlar ve CHP destekçiliği, Dersim’in bazı ilçelerinde komünistler yerine CHP’nin seçilmesine, bir ilçesinde ise AKP’nin seçilmesine neden olmuştur. Liberalizmin bir siyasi hareketi nasıl sağa kaydırdığının en temel örneği olarak ülkemiz tarihindeki bu seçimlerde yaşananlara ve HDP’nin pozisyonuna bakmak yeterli olacaktır.
Siyasette bazı zamanlarda devrimcilik ve reformizm arasındaki ince çizgide yürüyebilirsiniz. Hatta bazen risk alır, tercih edersiniz. Düşmemek için önleminizi alırsınız, bile bile lades demezsiniz, emekçi sınıfların kurtuluş kavgasını merkeze koyar ona göre gereğini yaparsınız. Gericiliğe, sermaye diktatörlüğüne ve işbirlikçiliğe karşı durursanız sosyalizm mücadelesine zarar gelmez.
Ancak eğer ki reformizm ile karşı devrim hattı arasındaki ince çizgide yürümeye karar verdiyseniz bu başka bir şeydir. Orada abdestiniz ne kadar kuvvetli olsa da, meseleyi “kirlenmeden siyaset olmaz canım” diyerek sulandırsanız da, Lenin’den darb-ı mesellere de başvursanız durumu kurtarmaya yetmez. Varılacak nokta az çok bellidir.
Yerel seçimleri ve HDP’nin seçim politikasını değerlendirirken bir de bu pencereden bakmakta fayda vardır.