Yollar nerede birleşti nerede ayrıldı? Kürt sorunu özelinde geçmişe kısa bir bakış…
06-01-2019 17:35Bugün hale geçerli olan Kürt halkının sosyalist mücadele içerisinde alması gereken yer, ideolojik ve siyasi hamlelerle unutturulmuş, Kürt halkına ülkenin devrimi değil, demokrasi için bir rol atfedilmiştir.
Nigar Demir
Bugün hale geçerli olan Kürt halkının sosyalist mücadele içerisinde alması gereken yer, ideolojik ve siyasi hamlelerle unutturulmuş, Kürt halkına ülkenin devrimi değil, demokrasi için bir rol atfedilmiştir.
Türkiye’de sosyalizm mücadelesi tarihinde Kürt sorunu ve bununla birlikte gelişen Kürt hareketinin özgün bir yeri bulunuyor. Özgünlüğün birden fazla nedeni olmakla birlikte özellikle iki noktada bu sorunun ele alınışı ve örgütlenişinde kendini diğerlerine göre daha da fazla hissettirmektedir. İlki Türkiye sosyalist hareketinin bugüne kadar en güçlü sayılabileceği dönem ile Kürt siyaseti hareketinin gelişiminin zamansal çakışması, ikincisi ise, Türkiye’de devrim arayışında Kürt siyasi hareketinin dalgalanmalarının sosyalist siyasete etkisi ve sonuçlarında yatmaktadır.
İlk özgünlük pratik olarak kapanmış bir parantezdir. Ancak ideolojik olarak açmış olduğu yolun gözle görünür sonuçları, Kürt halkının aydınlanmasında atılan güçlü tohumları içerisinde barındırması ve soruna bütünsel bakış açısından bu parantezin kapanması bir kenara halen canlı bir tartışma ve bir mücadele başlığı olarak ortada durmaktadır. İkincisi ise günümüzde de devam etmekte sol içinde ayrışma başlıklarının esasında yer almaya devam etmektedir.
Türkiye sosyalist hareketinin doğum dinamikleri ayrı bir yazının konusudur ancak Kürt sorunu özelinde 1900’lü yılların başında Türkiye sosyalist hareketine bakarak burada bir Kürt açılımı arayanlar, bugünden Türkiye sosyalist hareketini meseleye “duyarsız” kabul edenlerin var olduğunu biliyoruz. Özellikle 1920 de kurulan TKP’nin yüzünü ülkenin kurtuluşuna dönmesi, ayaklarını memlekete basma iradesi ve emperyalizme karşı verilen mücadelenin bir parçası olduğu dönemlerde cılız bir fener ile bu dönemde “Kürt duyarlılığı” aramanın, bazen de aynı cılız fener ile dönemde “Kürt düşmanlığı” dahi bulmanın niyete endekslenmiş bir zorlama olduğunu belirtmeliyiz.
Ülkemizde neredeyse 1960’lı yıllara kadar Türkiye sosyalist hareketinin toplumsal bir etkiye kavuşamadığını, fiilen örgütsüz ve siyasetsiz bırakılmaya çalışıldığını ancak buna rağmen ülke meselelerinde kimilerine göre arşiv değeri olan, bizlere göre ise bugüne de ışık tutan onlarca değerli tartışma yaşanmış, bu tartışmalar içerisinde Kürt sorunu da yerini almıştır.
Ancak eğer bir fener tutulacaksa, Türkiye sosyalist mücadelesinde 1960 ve 70’li yıllara tutulmalıdır.
1960’lı yıllar, Türkiye burjuvazisinin kabuklarını kırmaya çalıştığı, sınıf dinamiklerinin uç vermeye başladığı, siyasal gelişmelerin hızla aktığı ve bir bakiye olarak geçmişin 40 yılının sırtta taşındığı yıllardır. Emperyalizme karşı verilen kurtuluş savaşı kazanılmış ancak kuruluş sermayenin çıkarları sırtlanarak sürdürülmüş, reel sosyalizmden ülke uzak tutulmaya çalışılmıştır. 1960 darbesi geçmişe oranla görece özgürlük alanı yaratmış ise de asıl olarak ülke sermayesinin yapısal sorunlarına çare arayışının bir parçası olarak kurgulanmıştır. Bu çerçevede durum yoksul köylüler, işçi sınıfı ve Kürtler için değişmemiştir. Dönem Türkiye sosyalist hareketinin elinin kolunun bağlı olmadığı aksine ülkenin aydın birikimi, sınıf birikimi ve gençlik birikimini yavaş yavaş arkasına almaya başladığı yıllar olarak da tarihe geçmiştir. Türkiye sosyalist hareketi artık doğum sancılarını geride bırakmış, ülkenin kurtuluşu için örgütlü yapılarını kurmaya başlamış, ülkenin sorunlarına cevaplarını sıralamaya başlamış ve bunun toplumsal örgütlenmesinde yol almaya başlamıştır.
Aynı dönem Kürt halkının politizasyonunu da doğrudan etkilemiştir. Kürt feodalitesi sermaye iktidarı ile olan açısını giderek kapatırken, Kürt aydınları, okuyan Kürt gençleri ve yerel bazı unsurlar Türkiye’deki yükselen sosyalizm mücadelesinin parçası olmaya başlamışlardır.
Bu bir aradalığın iki önemli nedeni vardır. İlki Türkiye’de devrim arayışı ne Kürt aydınları için ne de Türk aydınları için bölgesel değil, bir bütünlük içinde ele alınmış kaderler ortaklaştırılmış, toplumsal etkiye bir sınır çekilememiştir. İkinci Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 4. Büyük Kongresi’nde Kürt sorunun tanımı ve çözümünde yatmaktadır.
TİP 4. Büyük Kongresinde bu başlıkta alınan kararların bazıları şöyledir;
- Türkiye’nin doğusunda Kürt halkının yaşamakta olduğunu,
- Kürt halkının yaşadığı bölgenin Türkiye’nin öteki bölgelerine oranla geri kalmış olmasının temel nedenlerinden birinin kapitalimin eşitsiz gelişme kanununa ek olarak, bu bölgede Kürt halkının yaşadığı gerçeğini göz önüne alan hakim sınıf iktidarlarının güttükleri ekonomik ve sosyal politikalarının bir sonucu olduğunu
- Bu nedenle Doğu sorununu bir bölgesel kalkınma sorunu olarak ele almanın hakim sınıf iktidarlarının şoven- milliyetçi görüşlerinin ve tutumunun bir uzantısından başka bir şey olmadığını,
- Partinin Kürt sorununa, işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesinin gerekleri açısından baktığını kabul ve ilan eder.
TİP, omurgayı bu şekilde çakarken sonuna kadar haklı ve doğrudur. Kürt sorunu dönemin sosyalistlerince, popülist bir söylemle değil, titizlikle ele alınmış, ele alınmakla yetinmemiş, Kürt illerindeki mitinglerle taçlandırılmış, Kürt halkının sosyalizm mücadelesine içkinliğin altı çizilmiştir.
Yukarıda sayılan tespitler TİP’in kapısına kilit vurulmasına neden olmuş, 12 Mart faşist darbesi sonrasında 20 Temmuz 1971 tarihinde Anayasa’nın 57. maddesinde bulunan ‘Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği’ temel ilkesine ve Siyasi Partiler Kanunu’nun 81. maddesindeki ‘azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler, azınlık yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler’ maddesi gerekçesi ile TİP hakkında kapatma kararı alınmıştır.
Politik olarak Kürt ve Türk emekçilerinin bir arada örgütlenmesi ve sosyalizm hedefi ile ilerlemesi, sermayenin işine gelmemiştir.
1970’li yılların ikinci yarısında sosyalist mücadele içerisinde daha da açık hale gelen ayrışmalar, sermaye iktidarının aldığı önlemler, Türkiye sosyalist hareketinde baş gösteren Devrimci Demokrasi, mücadelenin faşizme karşı verilmesi tespitleri, sosyalist hareketi giderek iktidarın alınması hedefinden uzaklaştırmış, ortaya çıkan boşluğu sermayenin ideolojik ve baskı araçları almaya çalışmıştır.
Yukarıda anlatılan pratiğin ve tespitlerin gerçek anlamda ilerlemesi yarıda kalmış ve bunun en doğrudan sonucu ise en değerli olanın terk edilmesi olmuştur. Kürt siyasi hareketi yoluna ayrı ve devrimci demokrasi ekseninde devam etme arayışına başlamış, bu kapsamda sonuçları bugüne kadar uzanan uzun bir yolun başlangıcı 1970’li yılların ikinci yarısına denk gelmiştir.
Yolların ayrıştığı yerin başlangıcı burada aranmalıdır. Bu yol ayrılığının özelde Kürt Sorunu’na genelde Türkiye devrimine bir katkısının olmadığını aradan geçen 50 yıla bakarak anlamak mümkündür.
50 yılın tam bir özetini vermek bu yazı kapsamında oldukça zor. Sonucunun özeti ise şudur: Sermaye iktidarının zorlandığı, zayıf karnı haline gelmiş olan Kürt sorunu Kürt siyasi hareketinin tercihleri ile sermayenin ve emperyalizmin elinde bir karta dönmüştür. Türkiye solunun bir kesimi bu tercihlerin yanında durmayı devrimci görev saymış ve Kürt siyasi hareketinin içinde erimiş ya da işlev kaybetmiştir, ancak daha da önemlisi, bugün hale geçerli olan Kürt halkının sosyalist mücadele içerisinde alması gereken yer, ideolojik ve siyasi hamlelerle unutturulmuş, Kürt halkına ülkenin devrimi değil, demokrasi için bir rol atfedilmiştir.
Biz komünistlerin görevi ise bellidir. Tarihimiz bu göreve halen ışık tutmaktadır. TİP’in 4. Kongresi’nde dediği gibi, “Partinin Kürt sorununa, işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesinin gerekleri açısından baktığını kabul ve ilan eder.”
Bu deneyimi daha da aşacağımıza yarım kalan işi tamamlayacağımıza eminiz.