RÖPORTAJ | İKD Genel Başkanı Umut Kuruç: 8 Mart kutlanacak bir bayram günü değildir
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlanacak bir bayram günü değil, mücadele birikimimizi ileriye taşıyacak adımları atma kararlılığı gösterdiğimiz gün. Bu yüzden de İKD’nin emekçi kadınların mücadelesi 365 gün devam edecektir.
İlerici Kadınlar Derneği (İKD), 10 Mart Pazar günü “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” vesilesiyle , “Kadınlar krize karşı sözünü söylüyor: Sömürü ve yoksulluk kaderimiz değildir!” başlığıyla “Emekçi Kadınlar Kurultayı” düzenleyeceğini açıkladı.
İKD, Birleşik Metal İş Sendikası (BMİS) binasında düzenleyeceği Emekçi Kadınlar Kurultayı’nın ardından, aynı gün saat 16.00’da Kadıköy Süreyya Operası önünde 8 Mart eylemini gerçekleştirecek.
Manifesto olarak, 10 Mart’ta düzenlenecek olan kurultay ve eylem öncesinde İlerici Kadınlar Derneği Genel Başkanı Umut Kuruç ile 8 Mart ve kadın mücadelesi üzerine konuştuk.
Manifesto: Öncelikle 8 Mart’ın tarihsel arka planından biraz bahsedebilir miyiz? İKD’nin ‘emekçi kadınların mücadele günü’ vurgusu üzerine de bu bağlamda biraz konuşabiliriz.
Umut Kuruç: Öncelikle şunu söylemek gerek; 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlanacak bir bayram günü değil, mücadele birikimimizi anma, onu ileriye taşıyacak adımları atma ve kararlılığı gösterdiğimiz gündür. Elbette tarihsel kazanımlarımız kutlanmaya değerdir. Ancak bu günü tarihsel bağlamından kopartarak bir ‘kadınların bayram günü’ haline dönüştürmek abesle iştigaldir.
8 Mart’ın tarihsel arka planı sınıf mücadelesidir. 19. yüzyıldan bugüne kadar, 8 Mart’ı 8 Mart yapan kadınların sınıf mücadelesindeki rolüdür, emekçi sınıfların bu mücadelelerle ve ödedikleri bedellerle kazandıkları haklardır. Bu kazanımların üzerine, bu kazanımlarla birlikte, kadınlar güçlenmiş, özgürleşmenin yolunu açmıştır.
8 Mart 1857’de ABD’deki Cotton tekstil fabrikasında greve çıkan on binlerce kadın işçinin mücadelesidir, 1908’deki Ekmek ve Gül Grevi’dir, 1789’da Paris’te Fransız Devrimi’nin ateşini yakan “Ekmeğimiz nerede?” sloganıyla Versailles kapılarına dayanan binlerce yoksul, emekçi kadının kavgasıdır, 1871 Paris Komünü’ndeki Louis Michel’llerdir, Avrupa’da 1848’deki devrimlerde en ön saflarda yer alan işçi kadınların mücadelesidir, 1889’da Londra’da, 700 kibritçi kadın işçinin, vasıfsız işçilerin sendika hakkı için başlattığı büyük grevdir, 1917 Şubat’ında “ekmek ve barış” sloganıyla büyük Ekim Devrimi’ni başlatan kadın işçilerin yürüyüşüdür, Anadolu topraklarında 1876’da örgütleyicisinin 50 kadar Rum kadın işçi olduğu Feshane grevidir, 1908’de Sivas’taki ekmek isyanına öncülük eden kadınlardır, 1910-11 yıllarında özellikle kadınların çalıştığı dokuma ve tütün grevleridir. Bunlar ilk aklımıza gelen momentler elbette. Daha niceleri var…
Dolayısıyla, 8 Mart’ı işçi sınıfı mücadelesinden koparmak, belleğimizi silmekten başka bir anlama gelmez. 8 Mart’ı kadınların bayram günü haline dönüştürmek abesle iştigal olmanın ötesinde tam da sermaye sınıfının bu birikim karşısındaki manipülasyonuna teşne olmaktır.
Mesela Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını, 1977 yılında kabul etmiştir. Bu hem emekçi kitlelerin kazanımlarıyla ilgilidir hem de esas olarak uluslararası sermayenin, kapitalizm için bir anomali olan altın çağının sona erdiği büyük krizine tekabül eder. Ve dolayısıyla BM, bu günü kadınların mücadele günü olarak değil, bir kutlama günü olarak kabul eder. BM’nin ilgili kararında günün tarihçesi yoktur, 8 Mart 1857’de New York’ta ölen dokuma işçilerinin adı geçmez.
Bugün, emekçilerin mücadelesinden, yani bağlamından koparılmış, soyut ve biyolojik varoluşa indirgenerek kutlanan 8 Mart’larda bütün tarihsel birikim ve ilerleme göz ardı ediliyor. Cinsel kimlikler merkeze alınarak yaşadığımız eşitsizlikler ataerkilliğe indirgeniyor. Sınıf körü feminist hareket, “şortuma da türbanıma da karışma” sloganıyla bırakın kadının kurtuluşunu, onu kuşatan gericiliği meşrulaştırıyor, “hepimiz kadınız, aynı saftayız” şiarıyla sömürünün ve sınıf mücadelesinin üzerini örtüyor. Buradan kadının kurtuluşu çıkmaz. Bu yaklaşım, yüzyılların mücadelesinden bizlere devredilen bir tarihi hiçe saymaktır.
İKD için tarihsel arka planı az önce saydığım birikim ve çok daha fazlası olan 8 Mart tam da sınıfsallığı, kazanımları ve tarihsel ilerlemedeki köşe taşlarına tekabül ettiği için Dünya Emekçi Kadınlar Günü’dür.
Bizler, kavgamızın kiminle olduğunu, ne için mücadele ettiğimizi ve neyi hedeflediğimizi gözden kaçırmıyoruz.
Kadının kurtuluşu davası, işçi sınıfının kurtuluşu davasının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu mücadele yeniden tarihsel bağlamıyla kurulmalı, kadınlar sınıfsız, sömürüsüz bir yaşamın kuruluşunda yerini almalıdır.
Manifesto: Bugün AKP Türkiye’sinde 8 Mart kadınlar için ne ifade etmeli, İKD buraya nasıl bakıyor?
Umut Kuruç: 8 Martlar’ın sınıfsal niteliği ve tarihsel birikimi karşısında özellikle 1980’lerden itibaren öncesinde elde edilmiş kazanımların nasıl elde edildiği adeta unutulmuş, yerini düzen içinde “çözüm” arayan birtakım “mücadele” başlıkları almıştır. Bunlar daha ziyade kimlikler üzerinden, yani cinsiyet, etnik, dini kimliklerdir. Artık toplumsal kurtuluştan ziyade bireysel kurtuluşun öne çıktığını, bu anlamda da emekçi kitlelerin hak ve kurtuluş mücadelesini örgütleyecek anlayıştan ziyade, bunu dışlayan veya kenar süsü olarak bir yerlere iliştiriveren, adına “sivil toplum” denen kimlik mücadeleleri. Sınıf mücadelesi bir kenara itilmiş, onun karşısına sınıfı kimlikler üzerinden bölen bir takım kategoriler yerleştirilmiştir. Ne yazık ki kadın hareketinin büyük bir bölmesi sermaye iktidarları ve kurumlarının “emekçi kadınlar” vurgusunun üzerini örtme girişimlerine zemin sunmuş, mücadeleyi böyle bir alana sıkıştırılmıştır.
Dünyada ve ülkemizde sermayenin ideolojik manipülasyonları, 8 Martları birer tüketim vesilesi haline getirmek için büyük bir gayret içerisine girmiştir. Kadınlar için tüketimi körükleyen promosyonlar ve eğlenceler düzenlenmektedir mesela.
Sömürüyü giderek büyüten ve her yıl kârlarına kâr katan Leyla Alaton, Arzuhan Doğan Yalçındağ, Ümit Boyner gibi isimler de 8 Mart’ı ‘kutluyor’. Bir yandan kadın girişimciliği üzerinden fonlar kurarak sömürü çarkını büyütüyorlar. Bir yandan da sermayenin vazgeçilmezlerinden olan girişimcilik kültürünü güçlendirmeye çabalıyorlar.
İstihdamda daha fazla kadının bunlar için sömürülmesi, daha fazla ucuz emekten başka bir şey olmadığını görmek lazım. Onlar için kadın sorununun çözümü burada yatıyor. Bazıları sömürüden daha fazla pay alırken; bazılarına da bu çarklarda öğütülmek düşecek. Yani 8 Martlarda kadın girişimciliğini geliştirme, destekleme organizasyonları önemli burada. 8 Mart reklamları da bu sürecin PR çalışması…
AKP iktidarı bir yandan kadın emeğinin en ilkel koşullarda esnek ve güvencesiz sömürüsünü sağlamaya çalışırken, bir yandan da dinci gerici ideolojik kuşatmayla kapitalizmin en temel birimi olan aileyi kadın üzerinden tahkim etmeye çalışıyor. Şiddeti bizzat resmi kurumları tarafından iyi hal indirimleriyle meşrulaştıran, kadınların kaç çocuk doğuracağına karar veren, imamlara nikâh yetkisi verip, aile danışmanı yapan, yoksulluğu sadaka sistemiyle kadınlar üzerinden yöneten bir iktidarla karşı karşıyayız. Kadını gericilikle kuşatarak sermayenin bekası için teslim almaya çalışıyor. Bunu gözden kaçırmamalıyız. O yüzden mücadele sömürüye ve gericiliğe karşı birlikte yürütülmeli.
“Hepimiz kadınız, aynı saftayız” sloganı burada boşa düşüyor işte.
Manifesto: Son günlerde karşılaştığımız, Siyasal İslamcılar’ın kadına dair söz söyleme çabalarını nasıl yorumluyorsunuz, KADEM örneği gibi?
Umut Kuruç: Bu soruya birkaç örnekle cevap vermeye çalışayım. Geçtiğimiz günlerde önce MEB ardından YÖK Başkanı Yekta Saraç, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesinin sonlandırıldığını duyurdu. Daha önce de MEB, “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” projesini durdurma kararı almıştı. Şaşırtıcı mı? Değil elbette.
Saraç bu kararı “Toplumsal değerleri ve kabulleriyle mütenasip” değil sözleriyle gerekçelendiriyor ve “adalet temelli kadın çalışmaları” anlayışı içerisinde olduklarını söylüyor. Çünkü gericilik “fıtrata ters” bulduğu eşitliği reddeder. Kadının ikinci sınıf insan olarak kendisine biçilen rol ve sadakaya tevekkülle boyun eğmesini ister.
Bir diğer örnek yine “toplumsal cinsiyet adaleti” kavramını kullanan KADEM… Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM), AKP eliyle kurulan rejimin en önemli örgütlerinden biri. Kadınları gericilikle teslim alıp, sömürü ve yoksulluğa mahkûm etmenin en önemli araçlarından biri. Önemli bir ideolojik işlevi var. Bizzat Tayyip Erdoğan tarafından kuruldu. Bu kuruluşun metinlerinde merkeze alınan aile için “modernitenin ve onun yan ürünü olan sekülerizmin toplum hayatında oluşturduğu tehdidi en fazla hisseden kurum” tespiti de sıkça yapılıyor. AKP’nin anayasadaki laiklik ilkesiyle bağdaşmayan “müftülere nikah yetkisi verilmesi” hamlesini destekleyen dernek, kamuoyunda “tecavüzcüleri kurtarma” girişimi olarak kabul gören, AKP’li yetkililer tarafından “küçük yaştaki birliktelikler nedeniyle ortaya çıkan mağduriyetlerin giderilmesi” amacıyla hazırlandığı öne sürülen yasa değişikliği için çocukların cinsel istismarında kendi iradesinin nasıl tespit edileceğine özen gösterilmesini talep etmişti.
Bu kuruluşun Cumhuriyet düşmanı olduğu, Başkanı Sare Aydın Yılmaz bundan birkaç yıl önce yazdığı makalede yer alan “Cumhuriyet döneminde, ortaya yeni kadın figürler çıktı. Bunlar geleneksel, kültürel değerler ile dini pratiklerden uzak, başörtüsü takmayan, spor müsabakalarına katılan, toplumsal alanda erkeklerle bir arada bulanmaktan kaçınmayan ve profesyonel mesleklere sahip olan kadınlardır.” ve “Cumhuriyet döneminde kamusal alandaki kadın, tüm kadınsal özelliklerinden sıyrılmış, tamamen maskülen bir görünümle karşımıza çıkıyor.” gibi ifadeleriyle de açık.
Daha bu yılın başında da aynı kurumun Genel Başkan Yardımcılığını yapan Sümeyye Erdoğan “Bizim kendi referanslarımıza, kendi değer kriterlerimize ihtiyacımız var. Aile, adeta bir şehrin surları gibi toplumları muhafaza eder ve korur. Aile, insani değerlere aşılandığımız bir ocaktır. KADEM olarak ailenin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden her türlü toplumsal hastalıkla mücadele ediyoruz. Ve şunu da biliyoruz ki kadına yapılan her destek, aileye yapılan destek demektir.” sözleri de henüz taze.
Buna göre kadın ancak ailenin içerisinde var olabilir, ancak aile içerisindeki işleviyle anlamlıdır! Sermaye düzeninin sürekliliği de aileyle ve aile içerisinde kadınla güvence altına alınır. Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın konuşması kadınları kuşatan gerici hegemonyanın açık ifadesidir tabii.
En son dün bir duyuruya denk geldim.” Toplumsal Cinsiyet Eşitliği eşcinsellik İnsanlığa karşı savaştır, yasaklansın” sloganıyla 8 Mart için çağrı yapan Türkiye Aile Meclisi adında bir organizasyon. ‘Aile yıkan yasalar kalksın’ diye 8 Mart’ta Cuma namazından sonra fiili duaya çağrı yapıyorlar.
Toplumu teslim almanın biricik yolunun kadınları kuşatmak ve teslim almaktan geçtiğini bilen bu gerici zihniyete göre toplumsal yaşamda ve üretim sürecinde eşit olarak var olan kadın, hastalıklı ve sermaye iktidarı karşısında ciddi bir tehdit. Bu yüzden kadın aile içerisine hapsedilmelidir ve ancak sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda, «yardımcı kuvvet» olarak sömürü çarkları arasında ezilme özgürlüğüne sahip olabilir.
Tarihsel ilerlemeleri ve bunların kadının hanesine yazılan kazanımlarını reddediyor. Böylece mesela yoksulluk da, yönetilen bir başlık olarak kalıcı hale getiriliyor, sosyal hizmet adı altında dağıtılan yardımlarla milyonlarca yoksul emekçinin özellikle kadınlar üzerinden sermaye düzenine tevekkülle bağlanması hedefleniyor.
Dinci gericiliğin tekabül ettiği yer burasıdır. Kadına dair söz söyleme ısrarları burada yatıyor.
Bundan 30-40 yıl önce aklımızın ucundan geçmeyen bir gerici dönüşüm ve küstahlıkla karşı karşıyayız. Laikliği ve Cumhuriyet’in ilerici değerlerini ortadan kaldırırsanız, kadının özgürleşme zemininin nasıl ortadan kaldırıldığını yaşayarak hep beraber görürüz.
“Hepimiz kadınız, aynı saftayız” sloganı bir kez daha boşa düşüyor.
Manifesto: İKD 8 Mart’ta ne yapacak, programınızı anlatır mısınız bizlere?
Umut Kuruç: “Kadınlar krize karşı sözünü söylüyor: Sömürü ve yoksulluk kaderimiz değildir!” başlığıyla 10 Mart Pazar günü İstanbul’da Emekçi Kadınlar Kurultayı düzenliyoruz. Yoksulluğa ve sömürüye mahkûm olmadığımızı, eşitlikçi bir düzenin mümkün olduğunu, kadın mücadelesini sınıf mücadelesiyle birlikte hangi zeminde yükselteceğimizi hep birlikte konuşacağız. İşçi kardeşlerimizi dinleyeceğiz. Ardından saat 16.00’da Kadıköy Süreyya Operası önünde Kurultay’ın sonuçlarını açıklayacağımız bir basın açıklaması gerçekleştireceğiz.
Elbette mücadelemiz 8 Mart’la sınırlı değil. Röportajın başlarında da söylediğim gibi 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlanacak bir bayram günü değil, mücadele birikimimizi ileriye taşıyacak adımları atma kararlılığı gösterdiğimiz gün. Bu yüzden de İKD’nin emekçi kadınların mücadelesi 365 gün devam edecektir.
Manifesto: Son olarak kadınlara bir çağrınız var mı?
Umut Kuruç: Sömürenler, daha fazla sömürebilmek için gerici kuşatmayla yaşamlarımız ve çocuklarımız üzerinden bizleri teslim almaya çalışırken, bu kuşatmayı kırmanın yolu onların bize dayattığı mülkiyet ilişkilerini ortadan kaldırmak… Bunun için de sınıf kardeşliğini büyütmek, bu kardeşlikle örgütlenmek gerekiyor. Bize ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye uğraşırlarken sadece biyolojik bir varoluş üzerinden örgütlenen 8 Mart’ları bu yüzden reddediyoruz.
Hep diyoruz ve demeye de devam edeceğiz. Kadın mücadelesi işçi sınıfı mücadelesinden bağımsız değildir. Elimizden alınan kazanımları geri almanın yolu bu mücadeleyi toplumsal kurtuluş mücadelesiyle birleştirmekten geçer. Bu yüzden bütün emekçi kadınları 8 Mart’ta sınıf kardeşleriyle bir arada olmaya çağırıyoruz.