RÖPORTAJ | Metal işçisi TİS'e hazırlanıyor!
Birleşik Metal İşçileri Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, enflasyon ve zamlar kıskacındaki emekçilerin durumunu, Türk-İş’in işçilere ihanetini, Toplu İş Sözleşmesi sürecini ve mücadele başlıklarını Sınıf Tavrı’na değerlendirdi.
Birleşik Metal İşçileri Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, enflasyon ve zamlar kıskacındaki emekçilerin durumunu, Türk-İş’in işçilere ihanetini, Toplu İş Sözleşmesi sürecini ve mücadele başlıklarını Sınıf Tavrı’na değerlendirdi.
Sınıf Tavrı: Yerel seçimlerin hemen ardından üst üste yapılan zamlar emekçilerin sırtına yüklenmekte. Hem ekonomik gidişat hem de emekçiler cephesindeki yansımalarına dair görüşlerinizi alabilir miyiz?
Adnan Serdaroğlu: Ekonomik gidişatın bu denli kötüleşeceğinin belirtileri uzun zamandır gündemdeydi. Özellikle ekonomik krizin iş yerlerine, iş yerlerinden ekonomiye, ekonomiden çalışanlara yönelik olarak bir etkilenme süreci başlamıştı. Biz bunu daha önceki süreçlerde de defalarca söyledik. Ekonomik kriz, işçileri ve iş yerlerini etkilemeye başladı ve bunun sonucunda da önemli ölçüde krizden kaynaklı sorunlar yaşanacağını aylardır söylüyorduk.
Bugün aslında bunun sonuçlarını yaşıyoruz. Ekonomik kriz ortaya çıktı, ekonomik krizin yansımaları ise çeşitli şekillerde ortaya çıkıyor. Birincisi olabildiğince işçilerin işten çıkartılmaları, işsiz bırakılmaları… Fabrikalarda iş oranları azalmaya başlıyor, bunun sonucunda da bundan ilk etkilenen işçiler oluyor ve işçiler işten çıkartılıyor. İkincisi toplumun bütün kesimleri bundan etkileniyor, zamlar ortaya çıkıyor ve zamlarla birlikte de toplumun alım gücü gün geçtikçe düşüyor. Enflasyon yükseliyor, bunun da sonuçları yeni bir pahalılık olarak ortaya çıkıyor.
“AKP kalkınmayı betonlaşma üzerinden yapmaya çalıştı”
Zamların ortaya çıkmasının nedenlerinden birisi şu ki; Türkiye şu anda döndürülebilir bir ekonomiye sahip değil. Sürekli olarak borçlanıyor, borçlanmanın vadelerinde de ödeyebilecek bir kaynağı yeteri kadar yaratamıyor. Bunu halkın sırtına yükleyerek, yeni vergiler getirerek, yeni zamlar ortaya çıkartarak; olabildiğince halkın üzerinden bu borçları ödemeye ve ekonomiyi döndürmeye çalışıyorlar. İkincisi, geçmişte uygulanan birçok yanlış politika, aslında Türkiye’yi bugünkü noktaya getirdi. Türkiye dış kaynakları, dışarıdan aldıkları kredileri, iç kaynakları çok hovardaca kullandı. Yani o bahar dönemlerinin, sıcak paranın çok olduğu dönemlerin sürekli devam edeceğini düşündü ve buna yönelik olarak yanlış bir strateji istedi. Örneğin her şeyi betona yatırdı; kalkınmayı betonlaşma üzerinden yapmaya çalıştı. Bu dünyanın birçok ülkesinde denendi, başarılı olamadı; zaman zaman oralarda da krizler yaşandı. Türkiye’de de aynı şekilde bir kriz durumunu ortaya çıkarttı betonlaşma. Yani siz kalkınmayı fabrikalar üzerinden, üretim üzerinden yapmaz; betonlaşma üzerinden yapmaya çalışırsanız bir gün gelir tıkanır, dünyadaki sıcak para akışı başka ülkelere gider. Siz o rahatlığı tekrar bulamazsınız; bu da Türkiye’nin içine düşmüş olduğu durumu yaratır. Borçları ödeyemeyince, yeni vergilerle bu kaynakları yeniden yaratmaya çalışıyorlar.
Bir de aslında en önemli şey Türkiye’nin parasının değersizleştirilmesi… Uluslararası alanda TL’nin kıymeti son derece düştü, bunun sonucunda da uluslararası piyasalarda daha güçlü olan paralar TL üzerinden çok daha güçlü hale dönüştürüldü; borçların ise daha da yükselmesine neden oldu. Dolar ve Euro üzerinden yapılan borçlanmalar, bu paraların değerinin yükselmesiyle kat be kat fazlalaştı. Bir kısır döngü var şu anda. Borçlarını ödeyemiyorsun; kaynak bulamıyorsun, uluslararası piyasalarda kredibiliten tamamen düşmüş durumda; sürekli puan düşürmeye maruz kalıyorsun, uluslararası bir takım girişimlerin başarısızlıkla sonuçlanıyor ve tüm bunların sonuçları da Türkiye ekonomisinin olumsuz etkilenmesine neden oluyor. Türkiye’de yaşayan halk da bu gidişattan zamla, vergiyle, işsizlikle, baskıyla, zulümle daha fazla etkileniyor.
“Türk-İş Başkanı’nın olayı münferit bir vaka değil”
S.T. : Tam da çizdiğiniz bu kriz tablosunun faturasının emekçilere kesilmek istendiği bir süreci artık daha açık yaşıyoruz. Son günlerde özellikle Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’ın Çalışma Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk ile yaptığı görüşmedeki ‘itiraf’larının mikrofonlara yansıması kamuoyu ve emekçiler nezdinde bir infiale yol açtı. Başkanın dalgınlığı aslında bir sendikanın niyetini ve misyonunu da açık etmiş oldu. İşçilerin sarı sendikalara bakışını da etkilemesi muhtemel bu skandala dair BMİS’in görüşleri nelerdir?
A. S. : Aslında biz çok şaşırmadık; malumun ilamıydı biraz. Türk-İş’in geleneksel tavrının aslında bir mikrofon kazasıyla açığa çıkmasıydı. Biz bunlara yıllarca birçok alanda şahit olduk; ama bu seferki daha alenen olduğu için Türkiye gündemine daha fazla geldi. Türk-İş’in kurulma amacı işçilwei olabildiğince devletçi politikalarla yönetmeye çalışmak, ıslah etmek, onları “terbiye etmek”, bir çerçeve içerisinde tutmaktı. Sadece Türk-İş de değil, kurulan yeni sendikalar da Hak-İş de Memur-Sen de var olan siyasi yapının, düzenin temsiliyeti noktasında duran; işçileri de buna entegre etmeye çalışan bir anlayışı sergiliyorlar. BMİS olarak yıllardır bu sarı sendikal anlayışı deşifre etmeye çalışıyoruz. İşyerlerinde biz belki kamuoyuna anlatamadığımız sorunlar da yaşıyoruz bu sendikaların izlemiş olduğu politikalarla birlikte. Bu yapılar, Türkiye’deki sendikal alanı bir kıskaca almış durumda. Hükümetle ilişkileri, sermayeyle ilişkileri üzerinden kendilerini tarif etmeye ve konumlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla son olayı çok yadırgamadık, fabrikalarda bu politikanın çok daha kötü izdüşümlerini görüyoruz.
Yalnız bu durum şöyle bir sonuç ortaya çıkartıyor aslında: Bu kadar alenen yapılan bir şeye karşı işçilerin hiçbir reaksiyonunun ortaya çıkmaması biraz garip. Ya işçiler de bu tür şeylerin olağan karşılanması gerektiğini düşünüyorlar veya reaksiyon gösterdiklerinde kendileri açısından daha büyük risk barındırdığını düşünüyorlar. Sadece Türk-İş Başkanı’nın yapmış olduğu bir hata değil bu; bütün sendika başkanlarının ortaklaşa almış olduğu bir karar ve bu kararın da sonuçları bütün işçilere olumsuz olarak yansıyor. Şimdi, siz kamuda neredeyse enflasyonun altında bir sözleşmeyi imzalarsanız; bunun bütün diğer iş kollarına, bütün çalışanlara nasıl olumsuz yansıyacağını da düşünmeniz lazım.
“AKP kendi kuyusunu kazıyor”
Yarın bizim önümüze metal grubunda da çıkacak, camda da çıkacak, lastikte de çıkacak; bunların hepsi kamu sözleşmelerinde bize örnek gösterilecek. Geçen sene nasıl ki Memur-Sen kötü bir sözleşmeye imza atmıştı, bir tepki vardı; ama bu sene o tepkinin Memur-Sen’e gösterilmemesi için Memur-Sen’e imzalatmadılar, hükümetin istemiş olduğu sözleşmeyi kendi kurmuş oldukları Hakem Heyeti’ne imzalattırarak hem Memur-Sen’i korumuş oldular hem de kamu çalışanlarına kötü bir sözleşmeyi kabul ettirmiş oldular.
Bunların hepsi aslında planlı bir politikanın sonucu. Yani Türkiye o kadar kapalı bir sendikal alanda sürdürüyor ki faaliyetlerini, dışarıda kalan birçok sendika çok daha fazla efor sarf etmek zorunda kalıyor. Hem bu yaşanan olumsuzları kamuoyuna anlatmak hem bertaraf etmek hem de daha iyisini yapabilmek için. Sadece işçilere kötü bir sözleşme olarak yansımıyor bu, Türkiye işçi sınıfının gelecekle verecek olduğu mücadelenin şimdiden önünü kesmiş oluyor. Bir taşla üç-beş kuş vurmuş oluyorlar. 12 Eylül sonrasında izlenen yol ve yöntemler bugün AKP ile birlikte daha da katılaştırılmış bir şekilde devam ediyor. Ama bazı şeyler sürdürülebilir halde de değil. AKP’nin son dönemdeki tavırlarını da (seçim sonuçlarıyla birlikte) bugünkü ortaya çıkan tavırlarını da görüyoruz ki; artık bu kötü yönetim ve yönelimi sürdürebilecek noktada değiller. Olabildiğince paniklemiş durumdalar, her ne kadar sendikalar ve diğer teslim almış oldukları alanlar yardımcı olmaya çalışsa da artık yapmış olunan yanlışlar AKP’ye daha fazla yansımaya başladı. Muhtemeldir ki artık kendi kuyularını kendileri kazıyorlar. Bunların yandaşları olanlar da bunlarla birlikte halkın tokadını yiyecek diye düşünüyoruz.
“Bu düzen eskisi gibi devam etmeyecek”
S. T. : Sizler de sendika olarak Toplu İş Sözleşmesine hazırlanıyorsunuz, komisyonlar kurdunuz, hazırlıklarınızı yapıyorsunuz. 2015’te tanık olduğumuz o ‘Metal Fırtına’ sürecinden uzağız bir yandan, ancak bir yandan iktidarın o dönemki OHAL sopasının da uzağındayız. Kıdem tazminatı için verilen mücadele yakın dönemde göze çarpıyor, yaklaşmakta olan TİS sürecine nasıl bir atmosferde giriyorsunuz?
A. S. : Türkiye’de çalışanların, işçi sınıfının sorunları çok çeşitli, sadece sözleşmelerle sınırlandırılacak dar bir alan değil; kıdem tazminatı sorunumuz var ve kıdem tazminatı sorunu aslında bugün Türkiye’de hükümetin alelacele yapıp bir takım kaynakları ortaya çıkartmak için üzerinde canhıraş uğraştığı bir durum. Bununla bağlantılı olarak; bugün Türk-İş’in veya Hak-İş’in yapmış olduğu işler hükümetin elini kolaylaştırmak için yapılan işler. Şimdi TİS’lerde de siz bu izlenen enflasyonist politikalara karşı bir baskılandırılma içindesiniz. Nasıl ki kıdem tazminatlarına yönelik kendi politikalarını yaygınlaştıracak ve onların propagandasını yapacak bir sendikal alan yaratmaya çalışmışsa, TİS’lerle ilgili de olabildiğince baskıcı bir düzen, enflasyonun baskılandırılmasına yönelik daha ucuz toplu sözleşmeleri yapma politikaları devam ediyor. Bu açıdan, izlenen her yol, yapılacak her iş işçi sınıfının bütün sorunlarına yönelik yapılacak işle daha bağlantılı hale geliyor. Yaptığınız her iş, işçilerin sorunlarına direkt bağlı. Bugüne kadar münferit yapılan toplu sözleşmelerin hepsinde biz çok başarılı sözleşmeler yaptık. Grup sözleşmeleri dışındaki tekil sözleşmeler bizim örnek gösterilen sözleşmeler ve bütün işçilerin de memnun olduğu, onay verdiği sözleşmelerdi. Ancak grup sözleşmeleri farklı, grup sözleşmeleri biraz daha Türkiye toplu sözleşme süreçlerini etkileyen alanlar. Buralara çok önem verilmesinin sebebi bu. Mesela, biz 2010 yılından itibaren Türkiye’de metal grup sözleşmelerindeki düzeni değiştirmeye çalıştırıyoruz. 80’den sonra kurulan bir düzen vardı, biz bu düzene karşı 2010’a kadar bir güç biriktirdik ve 2010’da dedik ki, ‘hayır, bu düzen eskisi gibi devam etmeyecek’. 2010’da grev kararı alındı, bir sözleşme imzalanmıştı biz imzalamadık; bir çok yerde biz ekstra zamlarla o dönemki TİS’leri grubun üzerinde bir rakamla bitirmiş olduk. Sonraki süreçlerde de aynı süreçler tekerrür etti; yine kötü sözleşmeler oldu, biz imzalamadık, grevler oldu, grevler yasaklandı… Yüksek Hakem Kurulu’na (YHK) gitti. YHK bize kötü sözleşmeyi dayattı; ancak biz yine iş yerlerinde YHK’nin bize göndermiş olduğu sözleşmenin üzerinde rakamlarla sözleşmeler imzaladık. Bütün bunların karşılığını geçen dönemki sözleşmede aldık. MESS Grup sözleşmesinde tarihin en iyi sözleşmelerinden birini yaptık. Bütün işçilerin memnuniyeti ortaya çıktı. MESS’ten birçok iş yeri ayrıldı, yeni sendika kurdular; onlarla da son derece başarılı sözleşmeler imzaladık. Orada da grevimiz yasaklandı, Türkiye’de ilk kez grevin yasaklanmasına rağmen işverenin verdiği rakamların üzerine çıkartarak toplu sözleşmeyi bitirdik. İşyerlerinde direniş gösterdik. Sonra Anayasa Mahkemesi’nden hükümeti cezalandıran kararı çıkarttık.
7-8 senelik süreçte, Türkiye’de metal işçilerinin öncülüğünde bir takım farklı durumların ortaya çıkarıldığı bir dönem oldu. Bu dönem de ona benzer bir süreci ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Hem diğer sendikaları bu süreçte olabildiğince yanlış yapmamaya zorluyoruz, hem de bütün üyelerimizle birlikte kriz de olsa, fabrikalarda sıkıntılar da olsa “krizin bedelini biz ödemek istemiyoruz” sloganımızla iyi bir sözleşmenin alt yapısını oluşturmaya çalışıyoruz.
S.T. : Son olarak Türk-İş’e bağlı Türk Metal ile bir protokol imzaladınız. İşçilerin sendikal tercihlerinin önünü açan bir protokoldü. Özellikle MESS ile yürütülecek TİS sürecine bu protokol nasıl yansır sizce?
A. S. : Metal iş kolunda Türk-İş’e bağlı sendikayla imzalanan protokol, Türkiye açısında önemli bir protokol. Referandum şartını ortaya koyduk. 12 Eylül’den önce DİSK’in bile zorlanarak hayat geçirmeye çalıştığı bir yöntemdi referandum. Biz bugün Türkiye’de referandum meselesini meşrulaştırdık, yasal düzenlemenin yapılması için hükümete baskı yapan bir toplumsal güç oluşturmaya çalışıyoruz. Türkiye’de işçilerin gerçek iradesiyle sendika tercihlerinin ortaya konulması aslında bu protokolle birlikte daha da belirginleşmiş durumda. Sadece işyerlerinin örgütlenmesinde ve işverenle olan ilişkilerinde örgütlenmenin önünün kesilmesini engellemesinden ziyade; TİS’lerde birlikte hareket etmenin koşullarını yaratmak için de kullanılabilir. Biz bunu da zorluyoruz. “Gelin birlikte işçilerin mücadelesini verelim, işçiler daha iyi şartlarda ve ücretlerle çalışabilsin, bunlar dayanışma ile gerçekleştirilebilir” diyoruz. Önerilerimizi de götürüyoruz, çağrılarımızı yapıyoruz; bir takım yanlışlıkların önüne geçmesi açısından da biz bu protokolün önemini bu sözleşme sürecinde göreceğimizi düşünüyorum.
“Hükümet patronlardan yana tavır almamalı, ‘hakem’ rolünü üstlenmeli”
Bizim TİS taslaklarımız hazırlanıyor, işyerlerindeki arkadaşlarımızdan aldığımız anketler çerçevesinde bir taslak oluşturulmuş durumda. Bugün ve yarın yapacağımız komisyon toplantıları ile birlikte şekillenecek. Bakanlıktan yetkiler geldi, bu yetkilerle birlikte çağrımızı MESS’e yapacağız ve müzakerelere başlayacağız.
Yine hükümet devreye girecek, çünkü bize göre değil ama işverene göre ‘yüksek’ bir zam talebinde bulunacağız. “Bize göre yüksek değil” diyorum; çünkü son bir yıl içinde neredeyse her şeye yüzde 50 geldi. Akaryakıta, gıdaya, doğalgaza, elektriğe, sigaraya, içkiye vs. Hepsine yüzde 50’nin üzerinde zam geldi. Bizim istediğimiz rakamlar aslında yüksek değil, onlara göre yüksek olabilir; muhtemeldir ki hükümete göre de yüksek bulunacak. Biz müzakerelerin yine bir şekilde hükümetin müdahale etmesiyle bir noktaya çekileceğini düşünüyoruz; hazırlıklarımızı da ona göre yapıyoruz. AYM’ye göre aslında grevin yasaklanması şu anda anayasaya aykırı. Buna rağmen grev yasaklama ihtimallerinin de olabileceğini düşünüyoruz.
Bugünden çağrı yapıyoruz. Biz işverenle olan görüşmelerimizi uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde bir şekilde sonuçlandırırız. Grev veya başka yöntemler… Ama hükümetin bu sürece müdahale etmek yerine çözümleyici olmasını ve patronlardan yana bir tavır takınmasından ziyade ‘hakem’ rolünü üstlenmesini öneriyoruz. Aksi takdirde fabrikalarda kaosun ve işverenle olan ilişkilerin çok daha zedeleneceği durumların sorumlusu olacakları konusunda kendilerine uyarıda da bulunuyoruz. Yaparlarsa da bu süreci olabildiğince kendi lehimize sonuçlandırmak için gayret edeceğiz.
Bu dönem daha zor olacak. Yalan ve kasıtlı yöntemlerle hesaplanan ya da gizlenen rakamlar var. Hayat pahalılığı, enflasyon hesaplarının dışında farklı bir mecrada yükselmiş durumda. İşsizlik had safhada. Buna rağmen biz bu TİS’lerde metal işçilerinin kararlı mücadelesiyle bizden sonra gelecek iş kollarına da örnek olacak şekilde biteceğine inanıyoruz. Mücadelemizi de bu inanç içerisinde sürdüreceğiz.
S. T. : Kolaylıklar diler, teşekkür ederiz.