Sanat piyasası, Cemiyet hayatı ve İşçi sınıfı
Sanat piyasası için milyonlarca lira değerinde eser üreten, milyonlarca lira kazanan, sanatı da sanatçıyı da yüceltmenin kutsamanın bir anlamı var mı? Ayrıca sanat piyasası ve sanat çevresindeki “sanat tüccarlarını, küratörleri, eleştirmenleri, koleksiyonerleri, sponsorları, spekülatörleri ve sanatın artıklarıyla beslenen ne kadar sosyetik, züppe, beleşçi, sahtekâr varsa hepsi, bütün o asalak takımını” unutmamak gerek.
Bekleme salonlarında bulunan gazetelerin magazin eklerini sadece yanımda okuyacak başka bir şey olamadığı için değil, nedeni belirli bir merak ve iştahla okurum, okurken de çok eğlenirim. “İş, Cemiyet Dünyasının ünlü isimleri ile ilgili haberler” çok özel bir alandır. En çok da sergi açılış haberlerine celb-i dikkat eylerim. Bu sayfaların değişmez klişe başlığı “İş ve cemiyet hayatı bu sergide buluştu”dur. Ünlü ressam X’in geçtiğimiz hafta gerçekleşen sergisinin açılışına iş ve cemiyet hayatının ünlü isimleri katılmıştır(!) Yurtiçinde ve yurtdışında yüzlerce sergi açarak sanatseverlerin beğenisini kazanan X’i cemiyet hayatının ünlü isimleri yalnız bırakmamıştır(!) Ayrıca sergiye katılan hanım ziyaretçiler, şıklıklarıyla muhteşem görünüyorlardır!
Cemiyetten kasıt İstanbul’un burjuva sınıfının beyleri ve hanımlarıdır.
Sanat, genellikle burjuvaların sevdiği bir şey olarak etiketlenir. Bu hiç şaşırtıcı değil, zira burjuvalar daha fazla sanat tüketicisi olma eğilimindedir. Elbette bu egemen sınıf güzel evlerde yaşarlar, tiyatroda çok iyi oyunlar izlerler, çok seçkin konserlere giderler, arada çok iyi yazılmış kitaplar okurlar, çok güzel tatillere çıkar ve pahalı restoranlarda yemek yerler. Ne de olsa pahalı resimlere, konserlere ve tiyatro biletlerine para ödeyenler onlardır.
***
216 Türk ressamının müzayede performansının ölçüldüğü FORBES Dergisinin Sanat Raporu (Şubat 2019) sonuçları “sanat piyasası” hakkında ilginç veriler sunuyor. 2018 bir önceki yıla göre yüzde 40 artış kaydederek 94.7 milyon liralık ciro gerçekleşmiş. Söz konusu raporda 280 sanatçının piyasa hareketi incelenmiş. En çok işlem gören 216 sanatçının 3 bin 842 işlemi raporda yer almış. Bunlardan 2 bin 874’ü satılmış satılan eser oranı yüzde 74.8 olmuş. Bir önceki yıl 72,8 imiş.
Raporda “2017’de milyon lira sınırını aşan 21 imza vardı ve bu isimlere ait 827 eser satılarak 41 milyon liraya ulaşılmıştı. 2018’de ise ciroda milyon lira sınırını aşan imza sayısı 25 oldu. Bu 25 ismin toplam bin 10 adet eseri satıldı ve 63 milyon liralık ciro elde edildi. Toplam 216 sanatçıdan 25’ini ayrı tuttuğumuzda, 191 sanatçının, bin 864 eserinin satışından elde edilen cironun ise 31 milyon lira olduğu görülüyor.” deniyor.
Özetle 2018 cirosunun yüzde 67’sini 25 ressamın satışları oluşturuyor. Bu ilk 25’te hayatta olan ressam sayısı 7 ve bunlar toplam 13 milyon 412 bin liralık hacme sahipler. Hayatta olmayan 18 ressamın cirosu ise 49 milyon 925 bin lira.
***
Türkiye emekçi sınıfının sanatla ilişkisi ise ya çok azdır ya da hiç yoktur…
FORBES Dergisinin Sanat Raporu’nu bir yana bırakıp bir de DİSK-Ar’ın “Krizde Emeğin Durumu Ekonomik Krizin İşçi Sınıfına ve Çalışma Yaşamına Etkileri Araştırması-1 ” (2019 Şubat) ayı Raporuna bakalım: “İşçi sınıfının geçim şartlarını ortaya koyan önemli göstergelerden biri olan açlık ve yoksulluk sınırıdır. Krizle birlikte açlık ve yoksulluk sınırında ciddi bir artış yaşandı. 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 2018 Şubatta 1658 TL iken Ocak 2019’da 1957 TL’ye yükseldi. Böylece açlık sınırı 2019 için belirlenen 2020 TL asgari ücretle eşitlendi. Asgari ücret henüz yılın ilk ayında açlık ücreti haline geldi. Yoksulluk sınırındaki artış ise daha yüksek gerçekleşti. Şubat 2018’de 5738 TL olan yoksulluk sınırı, Aralık 2018’de 6745 TL’ye, Ocak 2019’da ise 6758 TL’ye yükseldiğini okuyoruz. Böyle bir tablo karşısında emekçilerin “sanat tüketicisi” olması beklenemez elbette.
Emekçi sınıfların kültür harcamalarında TÜİK’e göre televizyon başköşede duruyor. Kitap, gazete ve dergiler ise hane halklarının 2017 yılında gerçekleştirdiği toplam kültür harcamasının dağılımına bakıldığında; televizyon ve TV yayın giderlerinin yüzde 31,2; kitap, gazete ve derginin yüzde 14,7; kablolu/özel TV yayın hizmetlerine ödenen ücretlerin yüzde 12; veri işlem ekipmanlarının yüzde 10,9; kırtasiye ve çizim malzemelerinin yüzde 10,1; sinema, tiyatro ve konserin yüzde 5,6 paya sahip olduğu görülmüş.
Ressam Neşet Günal’ın yoksul köylüleri resmettiği tablo 2 milyon 250 bin liraya alıcı bulduğu bir ülkede bu istatiksel verilere şaşırmamalı…
***
Dünyada ise daha farklı görünümleri var sanat piyasasının…
Sanat, dünya ölçeğinde finansal olmayan varlık olarak sınıflandırılıyor ve bu nedenle finans sektörü için yürürlükte olan düzenleme ve kontrollerden muaf… Çoğu ülkedeki müfettişler, savcılar, hâkimler ve düzenleyici kurumlar da bu tür suçları doğru bir şekilde tespit etmek, soruşturmak yahut kovuşturmak için yeterli donanıma sahip değil. Ayrıca, sanat dünyasını kapsayan düzenlemelerle uluslararası yasalar ve anlaşmalar, büyük miktarda para aklama potansiyeli olan birçok boşluğa sahip.
İsviçre, Lüksemburg ve Singapur’da bulunan serbest bölgeler çeşitli vergi avantajları sunuyor. Dünyanın süper zenginleri giderek pahalı şeylere yatırım yapıyorlar; açık liman malların gümrük vergisi ödemeden boşaltılabildiği ve gemiden gemiye aktarılabildiği yer anlamına geliyor. İşte bu zenginler Lüksemburg gibi “gümrük vergisinden muaf limanları” tercih ediyorlar ve depoları haline getiriyorlar. Mesela Lüksemburg’daki Findel Havaalanı pistinin birkaç yüz metre ötesinde inşa edilen ambarların milyarlarca dolar değerindeki güzel sanatlara ve diğer hazinelere ev sahipliği yapacağını yazıyordu The Economist.
***
Sermaye düzeninde sanatçının pazar için üreten sıradan bir imalatçıya dönüştüğü, yapıtlarını piyasada yüksek kazanç getirecek bir şey olarak görmeye sürüklendiği, ruhsuz bir çağda sanatın artık ticari bir şey olduğunu tekrar tekrar anlatmak artık gerçekten bıkkınlık verici… Sanat piyasası için milyonlarca lira değerinde eser üreten milyonlarca lira kazanan sanatı da sanatçıyı da yüceltmenin kutsamanın bir anlamı var mı? Ayrıca sanat piyasası ve sanat çevresindeki “sanat tüccarları(nı), küratörler(i), eleştirmenler(i), koleksiyonerler(i), sponsorlar(ı), spekülatörler(i) ve sanatın artıklarıyla beslenen ne kadar sosyetik, züppe, beleşçi, sahtekâr varsa hepsi, bütün o asalak takımı(nı)” unutmamak gerek.
X Kültür Sanat AŞ’nin kurucusu ve yöneticisi Z beyin “küresel sanat koleksiyoncusu seçkin sınıfın, jeopolitik olaylar sebebiyle sarsılabileceğini” belirterek, sanat alımında duygusal bir yönün de olduğunu dile getirmesine de bakmayın siz. Bu duygusallık külliyen yalandır!
Karl Marx’ın 152 yıl önce yazdığı gibi kapitalist üretim sürecindeki gelişmeler, yalnızca bir zevkler dünyası yaratmakla kalmıyor, vurgunculuk ve kredi sistemiyle beraber binlerce hızla zengin olma kaynağı da ortaya çıkarıyor. Belli bir gelişme düzeyine ulaşıldığında, aynı zamanda bir zenginlik gösterisi ve dolayısıyla itibar aracı olan ve herkesçe normal görülen derecede bir israf, bu “talihsiz” kapitalist için bir iş zorunluluğu haline bile gelebiliyor. Lüks, sermayenin temsil masrafları arasına katılıyor. Ayrıca, kapitalist, gömüleyici (parayı dolaşımdan çeken herhangi bir harcama yapmaksızın elde tutan) gibi kendi kişisel çalışması ve kendi kişisel kaçınması oranında zenginleşmez, başkalarının emek gücünü emdiği ve hayatın sağladığı her türlü zevkten işçiyi uzak tutabildiği oranda zenginleşiyor.
–
1- https://www.economist.com/briefing/2013/11/23/uber-warehouses-for-the-ultra-rich
2- Baudrillard, Jean. (2010). Sanat Komplosu, Yeni Sanat Düzeni ve Çağdaş Estetik (Çev. Elçin Gen ve Işık Ergüden). İstanbul: İletişim Yayınları. s.16
3- Marx, Karl. (2011). 3. Artık Değerin Sermaye ve Gelir Olarak Ayrılması. Kaçınma Teorisi (Çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan). Kapital 1. Cilt (s. 574). içinde İstanbul: Yordam Kitap.