Seçimlerden sonra: Maraton bitti mi?

Yeni evrenin, “reform” söylemi üzerinden şekillenmesi beklenmektedir. Reform söyleminin cazibesine karşın, emekçilerin örtük tepkilerini ekonomik ya da siyasal biçimleriyle birlikte bu dönemde görmek mümkün olacak. Örtük tepkilerin, belirgin bir olgunlaşma taşıması ve düzen karşıtı bir görünüme yakın vadede kavuşması mümkün değil.

Irmak Ildır

Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu! / Düşüncemizin katlanması mı güzel/ Zalim kaderin yumruklarına, oklarına/ Yoksa diretip bela denizlerine karşı/ Dur, yeter demesi mi?

23 Haziran’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi için yenilenen seçimler, William Shakespeare’in Hamlet adlı eserinin ünlü tiradını akıllara getirdi. Pek çok kişi açısından bir “son çıkış” olarak yorumlanan 23 Haziran seçimleri, “zalim kaderin oklarına” dönük bir direnç olarak görüldü. Millet ittifakının adayı olan Ekrem İmamoğlu’nun beklenenden de ezici bir biçimde seçimleri kazanması, “işte bütün mesele bu” diyenler için büyük bir umut doğurdu.

Seçim sonucunun, iktidara karşı büyük bir tepkiyi göstermesi önemli. Bunu her kesim, iktidar partisi de, rahatlıkla yorumlayabilir. Ancak, pek çok kişi açısından seçim sonuçları Türkiye büyük bir maratonu geride bırakmış olarak yorumlandı. Son iki yerel seçim arasında kalan dönemde toplam 8 seçim gören Türkiye, bu dönemi ileride “seçimler dönemi” olarak yorumlayabilir. Bununla birlikte, gerçekten de büyük maratonun kendisi bitti mi? Yoksa esas, uzun koşu her aktör için yeni mi başlıyor?

Bu soruya verilecek yanıt önemli. Eğer bu soru sadece seçimler düzleminde ele alınacak olursa, o zaman eksikli bir yanıt verilmiş olur. AKP’nin kurduğu siyasal mekanizmalar açısından, erken seçimin önüne geçilmesi için elde yeterince araç bulunuyor. Üstelik, her iki ittifakın da ana aktörleri, AKP ve CHP, şimdilik erken seçimi dillendirmeyecek kadar hesap içinde. AKP açısından hesap, gerek kurduğu ittifakın, gerekse de kendi parti içindeki dinamiklerin nasıl bir yönelim kazanacağı ile alakalı. AKP’nin Gül veya Davutoğlu tarafından bölünmesi parti içindeki dinamiklerin yalnızca bir tarafını oluşturuyor. Öbür tarafta ise parti içi güç odaklarının mücadelesi bulunuyor.

Dolayısıyla, her bir aktör için seçimler sonrasındaki yakın dönem, bir hazırlanma evresidir. Bu hazırlanma evresi içinde şu ya da bu aktörün yeni bir pozisyon belirlemesi olasılıkların içindedir. Ancak asıl iplerin kopacağı yer bundan sonraki dönemdir. 2019’un sonbaharından sonra, ekonomik krizin olgunlaşma evresi kendini gösterecek. Krizin olgunlaşma evresi düşünüldüğünde, her aktör için esas koşu şimdi başlıyor.

Uzun koşunun düzen siyaseti açısından şimdilik iki ana aktörü bulunmaktadır. 17 yıllık iktidarı boyunca sermaye sınıfının görece bütününün temsilini üstlenen bir siyasi aktör olan AKP’nin ve Erdoğan’ın, bundan sonraki süreçte bu bütünlüğü koruma şansı azalmaktadır. Diğer yandan, “demokrasi cephesinin” de bu bütünlüğü sağlama şansı sınırlıdır. Demokrasi cephesinin, “sosyal-liberal” sayılabilecek programı sermaye sınıfının bütününe hitap etme konusunda zorlanacaktır.

***

Sermaye sınıfının, krizin olgunlaşma evresinde, iç gerilimlerinin artması ve bir dizi bölmede “tasfiyelerin” gündeme gelme olasılığı bulunmaktadır. Burada esas belirleyicilik, emperyalizmin çıkarlarının ne yönde olacağıyla yakından ilgili. Bu konuda, bir dizi sinyal birikiyor. İlk sinyal, ABD cephesinden geldi. Amerikan sermayesi, ABD-Türkiye arasındaki ilişkilerin klasik döneminin biteceği ve yeniden kurulacağını hesaplamaktadır. [1] Yeniden kuruluşun, masa başında sağlanamayacağı açık. Bu nedenle, emperyalizmin çıkarları açısından, kapitalizmin Türkiye’deki krizinin daha az hasarla atlatılmasının hesabı yapılmaktadır.

Krizin olgunlaşma evresinde, krize dönük açıklamanın aynı özde ama iki farklı biçimde karşımıza çıkması bekleniyor. Krizin sebebinin Türkiye’nin kuşatılmasıyla, siyasi baskının ve hukuksuzluğun artışı olarak gören anlayışların tamamı esastaki sorunun “yönetememe” olduğunu saptamaktadır. Ancak, her türlü veri krizin esas sebebinin sistemsel kaynaklandığını bize göstermektedir. O nedenle karşımızda, krizin faturasını emekçilere kesmek üzere hazırlanan bir sermaye sınıfı bulunmakta.

Sermaye iktidarı faturayı kesmek için “büyük uzlaşı” dönemini açmak zorunda değil. Ancak, her ne koşul olursa olsun, krizin olgunlaşma evresinde sınıf mücadelesinin başka bir evreye taşınması zorunlu hale gelmektedir. Yeni evrenin, “reform” söylemi üzerinden şekillenmesi beklenmektedir. Reform söyleminin cazibesine karşın, emekçilerin örtük tepkilerini ekonomik ya da siyasal biçimleriyle birlikte bu dönemde görmek mümkün olacak. Örtük tepkilerin, belirgin bir olgunlaşma taşıması ve düzen karşıtı bir görünüme yakın vadede kavuşması mümkün değil.

Öte yandan bu örtük tepkilerin, belirli bir düzeyde bile olsa, düzen karşıtı bir görünüme kavuşması bir önceki döneme göre daha olanaklıdır. Gericiliğin kuşatmasının etkisi bugün belirli bir oranda zayıflamıştır. Dolayısıyla buradaki zayıflamaya denk düşecek başka bir eğilimin, sınıf bilinci ile buluşturulması olanaklıdır. Bu durum, geçmişe oranla kıyaslandığında daha güçlü bir maddi zemine sahip.

Bu maddi zeminin, güçlü bir söyleme dönüştürülmesi yeni bir sınıf hareketinin uzun soluklu mücadelesi ile buluşturulduğunda ancak gerçek bir mevzi elde edileceği açık. Uzun solukluluğu ve iradeyi, bu dönemde daha dirençli kılmak gerekiyor. Öyleyse, Türkiye’nin gireceği maratonda, bizim tarafın da stratejisini iyi kurgulaması gerekiyor. Unutulmasın ki; strateji kurgusunun yoksunluğunda, tavşan ve kaplumbağa masalında olduğu gibi, yarışı tavşan değil, kaplumbağa kazanır.

Notlar

[1] https://www.amerikaninsesi.com/a/istanbul-erdogan-erken-secim-secmen-kopus-yeni-parti-abd-s400/4973570.html