İnanmadık
"Peki böyle bir tabloda gençliğe ne kalır? Bataryanın dolmasını beklemek mi yoksa yeni güncellemelerden medet ummak mı? İkisini de elinin tersiyle itmeli; ne güncellemeler ne batarya problemleri."
YAĞIZ PEKRU
Türkiye gençliği, doğumundan erişkinliğine kadar aile, yakın akraba ve tüm çevresinden ağız birliği yapılmışçasına şu çerçeveyle büyütülüyor; ‘benim çektiklerimi çekmesin, kendi ayakları üzerinde dursun, kendi ailesini kursun’. Bu o kadar normalleşmiş bir kendiliğindenlikle yapılıyor ki işçi sınıfının Türkiye’deki konumunu ve geleceksizlik kaygısını insanın yüzüne çarpıveriyor bir anda. Sistemin cefasını çekenlerin bu feryadı sistemin içinde öyle bir yoğrulmuş ki bu sisteme tekrardan bağlanmanın bir kanalını oluşturmuş dahi denilebilir. İş bulamayan diploma sahibi gençler, işsizlik ordusuna katılmalarını bir mücadele başlığı haline getirmek yerine; kapitalist sistemde sınıfın kendi içindeki rekabetine kapılıyorlar.
Genel anlamda bakıldığında, çelişkilerin üzerinin örtülmesi ve sisteme bağlanmanın bir yolu da seçimlerden geçiyor. Bu şekilde de ‘demokrasi gereği’ ellerimizin yine kırıldığı seçimde, bir şeyleri değiştirebilmemiz için bir beş yıla daha ihtiyaç duyuyoruz. Siyasete müdahil olmanın ilerisine bakıldığında, İzmir’deki grev AKP’nin ekmeğine yağ sürerken, grevlerin kökünün kazınması Cumhurbaşkanı için bir gurur kaynağı oluyor. ‘Kazandığı üniversiteyle mezun olduğu üniversitesi farklı’ olan öğrencilerin tepkisinin “ideolojik” (yani bazı saplantılar dolayısıyla AKP’ye oy vermemek veya görüşü ne olursa olsun projelerinden ötürü İmamoğlu’na oy vermek) olması gibi garip bir tabloyu doğuruyor. Bu sıralarda gençliğe siyasetle uğraşacaklarına kendilerine katma değerli ürün üretmeleri ve kendilerini bilime adamaları öğütleniyor, grevdeki işçilerse emperyalizme (dış mihraklara) karşı savaşımızda milli ekonomimizin zayıflamasındaki sebeplerden sayılıyordu. Yani burjuva demokrasisinin tanıdığı biçimlerde bile olsa kitleler seçim dışında (Haziran Direnişi gibi) siyasete müdahil olmamalıydı.
Önümüzdeki yerel seçimlere baktığımızda bu seçimin bir nevi sermaye grupları arasındaki ihale dağıtımı ve burjuva iktidarının meşruluğunun tasdik edildiği bir seçimden ibaret görmek çok da güç olmasa gerek. Tabii burada sisteme karşı oluşan tepkilerin de soğrulması gerekiyor dediğimiz gibi ve burada var olan iktidara ikame edilebilecek bir partinin varlığı başat rol oynuyor günümüz Türkiye’sinde olduğu gibi. Her seçimde olduğu gibi bugün de böyle; “Devrimci Kemaller, ekmek için Ekmeleddinler, atlayın gençler Beştepe’ye gidiyoruz”dan ‘seçim yolsuzluklarına karşı avukatlar cübbelerini hazır tutsunlar’a kadar. Bugün nereye geldiğimize bakalım, “Kemal koltuğu bırakmıyor”dan, “İnce seçim gecesi nereye gitti”ye… Son vakamızı es geçmeden de olmayacak gibi duruyor. CHP ve MHP’den ayrılan faşist ‘İYİ PARTİ’nin adayı olan Ekrem İmamoğlu’nun Binali Yıldırım’ı aratmayan esprisi. İmamoğlu kurduğu mizansende şarj olma işleminin kendisi, Binali Yıldırım’ın kendisinin ise zayıf pil uyarısı olduğunu söyledi. Bu kadar düşük bütçeli bir söylevin Türkiye’de yaşanması bizleri üzerken, kendisine bu mizansen üzerinden cevap vermekten de kendimizi alamıyoruz. İmamoğlu kazansa da kazanmasa da yapılmak istenen bellidir, pili biten sadece Yıldırım değil aynı zamanda rejimin ve sistemin ta kendisidir. Eğer İmamoğlu’nda göstergenin yeşil yanacağına inanıyorsa, bu gençliğin düzen karşıtlığının soğrulacağı, başka bir tanımla düzenin sıkışmalarını kendilerinin daha iyi atlatacağı düşüncesinden ileri gelmektedir.
Gel gelelim sistem karşıtlığı bulunmayan bu siyasal etkinlikte (her ne kadar Meclis Başkanı aksini iddia etse de), muhalefet partilerinden yana yeni rejime (İkinci Cumhuriyet) karşı bir muhalefet olduğu iddia edilebilir mi? 24 Haziran’dan başlayarak korsan seçimleri meşrulaştıran, böylece hukuksuzluk hukukunun hüküm süreceği İkinci Cumhuriyet’in kuruluşunu tasdik eden ve bununla da yetinmeyip AKP’nin karşısına AKP olarak çıkmaya çalışan bir muhalefetin halka sunduğu sağcıların içinden sağcı beğendirmekten başka bir şey değildir. Açıkça görüleceği üzere oyun İkinci Cumhuriyet paradigmalarına göre oynanmaktadır.
Peki böyle bir tabloda gençliğe ne kalır? Bataryanın dolmasını beklemek mi yoksa yeni güncellemelerden medet ummak mı? İkisini de elinin tersiyle itmeli; ne güncellemeler ne batarya problemleri. Gençliğin geleceksizliğine pasolardaki indirim çözüm olamaz. Akarsuyundan ülkenin altından üstüne her yerinin satıldığı bir düzlemde ‘ucuza gitti’ tatavası yapan muhalefet, demokrasi şovenizmini ise sıcak para akışı üzerinden kuruyor. Eğitim, sağlık hizmetlerinin hizmet olduğunu yalnızca Tayyip Erdoğan hasta-müşteri gafından sonra hatırlayabilir hale geliyor. Örneklerini arttırabileceğimiz bu ezbere söylenen nutukları bir kenara bırakalım.
Gençlik bu ezberlenmiş nutuklara inanmadı! Ezberler bozulmalı, sandıktan açlık sınırının yirmi lira üstündeki sömürü düzeni değil; sosyalizm güçlü çıkmalıdır.