Gülin Kara
“Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır?” diyor Attila İlhan. Elbette bu sözlerin geçtiği şiirin konumuzla pek alakası yok fakat özgürlük ile yalnızlık arasındaki tersine ilişkiyi kurmamızda, konuşmamızda bizim için bir vesile olabilir.
Özgürlüğün ağırlıkla yalnızlık ile açıklanabilecek bir kavram olmadığı aşikar çünkü “özgürlük” toplumsal bir kavramdır. Hatta bugünün kapitalist dünyasında özgürlük ‘kazanılması’ gereken bir kavramdır. Özgürlüğümüzü kazanmak içinse yalnızlık, para veya aile baskısından uzaklaşmak yeterli değildir. Yalnızlığı insanın dünyaya ve kendine yabancılaşması olarak kabul edersek, işte bunun yol açacağı ‘yalnızlık düşüncesi’ özgürlüğümüzü elimizden alan yegane şeydir.
Yabancılaşma ile ‘yalnızlık’ üzerinden devam edersek; insanın yalnızca kendine değil ürettiğine yabancılaşması da bir noktada yalnızlık ile sonuçlanıyor, yani örgütsüzlükle. Şöyle ki ürettiğine yabancılaşan insan, ürettiği değerin ve harcadığı emeğin kıymetini göremiyor. Böylelikle ne ürettiğini ne de harcadığı emeğini sahiplenemiyor. Bu durumda düşük ücretlere de kötü çalışma koşullarına da razı hale geliyor, ürettiği zenginliğe el koyulunca sessiz kalmayı daha kârlı buluyor. Bu noktada insan, kimi baskı ve kısıtlamalara boyun eğerek, hak ettiğinden daha azına razı gelerek taviz vermeye mecbur bırakılıyor. Sonunda bu davranış bir ezbere dönüyor. Herkes ezberleneni tekrar edince ezberi bozmak, emeğine sahip çıkmak, ‘yalnızlık düşüncesi’ nedeniyle zorlaşıyor.
Özgürlükse bu kısıtlamalar ve mecbur edişler yüzeysel anlamda ortadan kalkınca değil, bu mecburiyeti doğuran şey ortadan kalkınca geliyor. Boyun eğme mecburiyetini doğuran şeyin kendisi de kapitalizm olduğuna göre kapitalizme karşı mücadele verilmeden özgürlüğün elde edilmesi yalnızca güzel bir rüya olabilir.
Peki liseli gençler olarak biz özgürlük mücadelesinin neresindeyiz? Bize dayatılan bu sınırları ne kadar aşabiliyoruz, ya da aşmak için ne yapıyoruz? Bize bu sınırları dayatan sistemi yeterince tanıyor muyuz? Örneğin bize kitap okumayın demiyorlar ama ne okuyacağımıza kendileri karar vermek istiyorlar. Resim çizmeyin demiyorlar, şu konuda çizin diyorlar, bu konuda da yazın diye ekliyorlar. Niçin okullarımızda Nazım Hikmet’ler değil Necip Fazıl’lar anılıyor? Komünist Şair Nazım Hikmet niçin bize aşk şairi diye tanıtılıyor?
İşte, düzenin bizim için çizdiği sınırlar bellidir. Nazım Hikmet’i tanımamız için izin verirler, ancak ‘’ aşk şairi ‘’ olarak. Bir de Nazım Hikmet’in toplumcu bir şair olduğunu söyler onu da sınavda sorarlar. Ama Nazım Hikmet şiiri okumamıza, Nazım Hikmet oyunu oynamamıza izin vermezler.
Bir kuşak istiyorlar, kendilerinin de ifade ettiği gibi ‘’ dindar- kindar ‘’ bir kuşak. Bunun için memleketimizde olduğu gibi okullarımızda da ilericiliğe, sola bir sınır çiziyorlar. Sola, sosyalistlere eğitim adına söz söylemek yasakken, takkelilere, badem bıyıklılara serbest.
Malum memleketimizde sola çizilen sınır ‘düzen partileriyle’ ittifak zemininde ve biliyoruz ki bu sınır yıkılmadan gerçekten sosyalizm adına söz söylenemez. Yani sınırda yürümek değil, düzeni değiştirmek için sınırları yıkmak gerekir. Bu sınırın yıkılması sosyalizmin bağımsız hattının kurulup güçlenmesine bağlı. Aksi takdirde imamlara nikah kıyma yetkisi, patronlara zenginlik, emekçilere yoksulluk, kadınlara ölüm ve gençlere işsizlik veren bu düzenden çekilecek daha çok çilemiz olur.
Peki biz liseli gençlik olarak ne yapacağız? Sınırları nasıl yıkacağız? AKP’nin gerici ideolojisi doğrultusunda okullarımızda cemaatler ve vakıflar çalışmalar yapıyor, biz de bilim ve akıl dışı müfredatlarla, yarışçı sınav sistemiyle ve idarecilerin baskılarıyla boğuşuyoruz. Ekonomik krizin ve gittikçe artan yoksulluğun ise liseli gençlik üzerinde gelecek kaygısı yarattığı ortada. Aslında amaçlananlardan biri de bu: gençliğin gelecek kaygısı içinde yalnızca kendini düşünmesi ve ülke gerçeklerine ‘yabancılaşması’. İşte bu yabancılaşmanın alt üst edileceği yer ise mücadele.
Dünyayı ve memleketi tanımak, yurt sorunlarını tartışmak gerekir. Evrimi, insanlık tarihini, kapitalizmi ve emperyalizmi, gençliğin mücadelesini ve sosyalizmi öğrenmek gerekir. Anlatılmayan gerçekleri öğrenmek yetmez, bu anlatılmayanları anlatmak gerekir. İşte bu bilinçle, bugün liselerden bir irade yükselmeli ve mücadelenin vücut bulacağı yer bu irade olmalıdır. Okullarımızı aydınlanmanın ve özgürlüğün, eşitliğin ve laikliğin yani sosyalizmin kalesi haline getirecek olan mücadele yurt sorunlarını sahiplenmekten geçiyor. Bu sebeple dünyaya, memlekete ve insana yabancılaşmadan, bu yabancılaşmanın karşısında durup ‘’ yan yana gelerek ‘’ anlatılmayanları anlatıyoruz.
Özgür yarınlar için Aydınlanma Okulları 5 yaşında…