Siyasetten kaçış ya da ikamecilik siyaseti
Siyasetten kaçışın, ikamecilik siyasetinin bir diğer adına “taktikler siyaseti” de denilebilir. Siyasal mücadelede sınıf siyasetinin başlıkları ya da stratejisi yerine gündelik bazı taktikleri geçirme hastalığı “faşizm cephesi”ne karşı “demokrasi cephesi”ni gündeme getirenlerde daha fazla görülüyor.
Kamil Tekerek
Siyasal mücadelenin bazı temel başlıklarını pas geçerek “muhalefet etmenin” başlı başına “siyaset yapmak” olarak gündeme geldiği günlerden geçiyoruz.
Türkiye solunun özellikle son birkaç yıllık pratiği muhalefet dinamiklerini harekete geçirmeye, sınıflar mücadelesinin yeri geldiğinde reddiyesine ve bu bağlamda düzen muhalefetinin de yardımıyla “AKP’yi geriletmeye” odaklanmış durumda.
Ve bu durumun kendisi işçi sınıfının kurtuluş ve adlı adınca sosyalizm mücadelesinin yerine geçen bir “ikamecilik siyaseti”ni beraberinde getiriyor. AKP’nin temsil ettiği değerlere ve yaptıklarına ya da yapacaklarına karşı duruşun önemsiz olduğunu söylemiyoruz. Ancak koskoca sermaye düzeninin ve bunun diğer unsurlarının bu yüzden görmezden gelinmesi yanlış.
Elbette muhalefet edilen başlıkların önemsiz olduğunu da iddia edecek değiliz. Bazıları toplumsal alanda geniş bir karşılık da bulabiliyor. Ancak gerçek anlamında sınıf siyasetinden kopukluk ve örgütsüzlük beraberinde birkaç şeyi getirebilir: Adı geçen başlıkların hızlı bir şekilde önemsizleşmesi, anlık tepkilere hapsedilmesi, tencerenin buharının alınması, insanlarda yine başaramadık duygusunun oluşması bunlara örnek olarak verilebilir.
Bugün düzenin büyük bir kanadına karşı yine düzenin bir dizi öznesinin bileşiminden oluşan başka bir kanadı işaret ediliyorsa bilin ki, siyasetten kaçış ve ikamecilik siyaseti tam da o yüzden gündeme geliyordur.
Bizim kitabımızda işçi sınıfının siyaseti yazıyor. Eşitlik, özgürlük mücadelesinin esasları piyasacılıkla amansız bir mücadele, gericiliğe karşı duruş ve emperyalizm ile hesaplaşmadır. Bunların bileşkesinin işaret ettiği yer sosyalist devrim, bunun öznesi ve öncüsü ise işçi sınıfıdır. Bahsettiğimiz yanlışlar tam da bu ezberlerin gündem düşürülmesi nedeniyle oluyor onu not edelim ve geçelim.
Özellikle son seçimlerde ortaya çıkan tablo, tam da bu siyasetsizlik dediğimiz olguya örnek olarak verilebilir. AKP’nin seçimlerdeki yenilgisi üzerinden, Erdoğan’ın ya da AKP’nin iktidardan düşüş ve/veya rejimin yeniden yapılanması senaryolarına dair yapılan yatırımlar düzen siyasetinin birer bileşeni olmaya endeksli halde.
Örneğin, AKP’den CHP’ye ya da kayyumlardan HDP’ye geçen belediyelerdeki israf, yandaş zengin etme ya da tarikatları ihya siyasetine karşı yapılanlar, ele aldığımız konunun sonuçları ve toplumsal yansımaları ile ilgili. Daha doğrusu bunların hepsi karşı çıkılamayacak ve hatta sahiplenilecek olgular olarak siyaset yapmanın yerini alıyor çoğu zaman.
Oysaki bizler açısından sermayenin el değiştirmesi olarak ifade edeceğimiz sürecin mücadele edilecek onlarca boyutu hala varlığını korumaya devam ediyor. O yüzden “muhalefet hareketi”nin “görece halkçı” ya da popülist uygulamalarını bir kenara koyalım ve neyle, nasıl mücadele edilmesi gerektiğini ifade etmeye çalışalım.
Kazdağları’nda sadece çevreciliğe sıkıştırılan mücadele ne madencilik konusunda doğruların ortaya konulabilmesini ne de emperyalist şirketlere karşı gerçek bir mücadele hattının oluşmasını sağlıyor.
Ekonomik krizin sadece sonuçlarına ya da AKP’nin bazı politikalarına indirgenerek sorgulanması gerçek anlamda devletçiliği, emperyalizm karşıtlığını ve sermaye sınıfı ile hesaplaşmayı ertelediği oranda burjuvazinin kendisini aklamaktan başka bir işe yaramıyor.
AKP’nin dış politika açılımı olan ve artık işbirlikçiliğin sembolü olarak görülebilecek “güvenli bölge” meselesini Kürt siyasi hareketi ve liberallerin penceresinden bakarak eleştirme yanlışına düşmek bunun başka bir örneği.
Siyasetten kaçışın, ikamecilik siyasetinin bir diğer adına “taktikler siyaseti” de denilebilir. Siyasal mücadelede sınıf siyasetinin başlıkları ya da stratejisi yerine gündelik bazı taktikleri geçirme hastalığı “faşizm cephesi”ne karşı “demokrasi cephesi”ni gündeme getirenlerde daha fazla görülüyor.
Önümüzde seçimler mi var? Hemen Davutoğlu ya da Gül projesi gündeme gelsin, Türkiye solu da fazla ses çıkarmadan onlara destek atsın isteniyor. Daha doğrusu taktikler nedense eşitlik ve özgürlük için yapılması gereken siyasete üstün geliyor.
AKP’ye karşı mücadele ya da duruş mu dediniz? Sessiz kalınmaması ve susulması yönündeki bazı çıkışlar tüm toplumda yankı uyandırsa da, hemen tepkinin siyasallaşmaması için önlemler alınıyor ve “gerekli açıklamalar” yapılıyor: “Amacımız siyaset değil, önemli olan tepki göstermek” denilip geçiliyor, yeri geldiğinde kimlik siyaseti kutsanıveriyor. Liberalizm etkisini hızlı gösteriyor. Ya da iki sınıf arasındaki mücadele işçi sınıfının farklı düzlemlerindeki iki bireyi arasındaki yanlışlar ya da doğrulara indirgenerek perdeleniveriyor.
O yüzden bu topraklarda komünistlerin yapacağı çok iş var. Siyasetin hakkının verilmesi ve işçi sınıfı siyasetinin, komünist siyasetin yükseltilmesi gibi büyük bir görevimiz var.
10 Eylül vesilesiyle son söz: 99 yıl önce bahsettiğimiz siyasi hattı cesaret, kararlılık ve umutla bu topraklara taşımak için büyük bir hamle yapanlar; Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve diğerleri bugün böyle konuşabilmemizin temel nedeni olarak tarihte yerlerini aldılar. Cesaret adı altında sağa sola yalpalamak da, kararlılık adı altında siyasetten kaçış da, umut adı altında sermaye düzenine eklemlenmek de bizden uzak olsun.
Bizim yolumuz belli. Haydi şimdi bu yolun hakkını vermek için harekete geçelim. Düzen güçleri örgütsüzlüğü ve siyasetten kaçışı kutsuyorsa biz “önce örgüt, önce siyasal mücadele” diyelim…