1. Sosyalist Yazarlar Birliği Kurultayına (1934) katılan Yakup Kadri’nin konuşması
Eski Türkiye, kapitalist Avrupa için ekonomik ve politik bir sömürge alanıydı. Bu bakımdan Türkiye’nin yazgısı, bütün ülkelerin proleterlerinin yazgısıyla aynıydı, Kapitalizm canavarı Avrupa işçi sınıfının eti ve kanını yiyip içerek nasıl beslendiyse, Anadolu köylüsünün eti ve kanını da yiyip içerek öyle beslendi. Kapitalizmin birlik cephesine karşı savaşırken silah kardeşleri olarak birbirimize yaklaştık. Ülkenizde neler geçmekte olduğunu özenle izledik.
17 Ağustos 1934 tarihinde gerçekleştirilen I. Sosyalist Yazarlar Birliği Kurultayı iki hafta sürmüştür. Falih Rıfkı’yla birlikte bu Kurultaya katılan Yakup Kadri, 25 Ağustos günü I. Kurultayda Fransızca olarak şu konuşmayı yapmıştır.[i]
Size dostlar diyorum, çünkü ben sizinle hemen hemen aynı zamanda emperyalizme ve saltanata karşı savaşan dost Türk halkı adına sizi selamlamaya geldim.
Eski Türkiye, kapitalist Avrupa için ekonomik ve politik bir sömürge alanıydı. Bu bakımdan Türkiye’nin yazgısı, bütün ülkelerin proleterlerinin yazgısıyla aynıydı, Kapitalizm canavarı Avrupa işçi sınıfının eti ve kanını yiyip içerek nasıl beslendiyse, Anadolu köylüsünün eti ve kanını da yiyip içerek öyle beslendi. Kapitalizmin birlik cephesine karşı savaşırken silah kardeşleri olarak birbirimize yaklaştık. Ülkenizde neler geçmekte olduğunu özenle izledik.
Bugün Sovyet yazarlarının kurultay çalışmalarına katılmaktan mutluyum. (Alkışlar.) Dünya savaşı, çok eski toplumsal ve politik kültür değerlerini yıkan bir felaket katastrofiktir. Ve kuşkusuz, Dünya Savaşı, yeni bir sorunu ortaya koyan bir başlangıç oldu. Oysa uygar insanlık dünyası, bu sorunun çözümünü bekliyordu; çünkü bu sorunların çözümü bütün dünyaya yeni bir toplum düzeni getirmeliydi.
Bu sorunlardan biri, görüşümüze göre, yazın ve sanat sorunudur ve bizler burada bu sorunları, insanların felsefi düşünürlerini çözümlemek için toplandık. 35 -40 yıl önce şiirle anlatılan insanlığın hali kendisini açıklamak istiyordu. Eskinin tragedyası ve draması bize bugün yalın, çocuksu geliyor. Bizim için yazın ve sanat yapıtları, özellikle 19. yüzyılın ikinci bölümünün yapıtları aklanmış belgelerdir. Söylediğim yapıtlarsa toplumsal denetim bilmeyen kaos içindeki toplumların tipik ürünleridir. O yazın yapıtları, hem ahlak, hem toplumsal ve politik bakımdan yozlaşmış toplumların çok güzel tanıklarıdır.
1934 yılının genç erkeği, hangi sınıftan olursa olsun Werther’in Acıları’nı paylaşabilir mi? Ya da 1934 yılının genç kadını, Madame Bovary’nin trajik figürü için ağlar mı? Bence ne Flaubert, ne Anna Karenina’nın ünlü yazarı zamanımız genç kızının yüreğinde nostalji yaratamaz. 1934 yılının genç erkeği ya da kızı için bu türlü insan tipleri ancak tarih meraklıları için bir değer taşır. Yirmi yıl önce yaratılmış roman tipleri için de böyledir. Evlilik dışı ilişki yazınının romanda başlatıcısı olan Paul Bourget, tiyatroda başlatıcısı olan Alexander Dumas fils, burjuva yazınının bu adulter konusu (evlilik dışı sevi ve cinsel ilişki) artık çağımızda şöyle bir hafif gülümseme yaratır ancak. İşte görülüyor ki yeni çağı başlatanların çabaları artık aklanmıştır. Yüreklerimizde de devrimin olduğunu duyuyoruz, görüyoruz ve devrimden güvençliyiz. Şair ve yazarlardan yeni bir söz bekliyoruz. Ne olacaktır bu yeni söz? Yazık ki yeni yazını yaratmayı hedef alan yeni kuramların yıkıldığına kimileyin tanık olduk. Yaratıcılık, endüstrinin herhangi bir kolu gibi belli bir teknik gerektiriyor. Kimilerinin sandığı gibi, yaratıcılık kaotik ve anarşik bir edim değildir. Elbette, entelektüel endüstrinin yöntemleriyle ekonomik endüstrinin yöntemleri bir değildir; bunlar birbirinden ayrımlıdır. İşte bu yüzden kimi devrim ülkelerinde – Türkiye de içinde olmak üzere – yazarlar çağlarını tam yansıtan ölümsüz yapıtlar yaratamamıştır. Öyle görülüyor·ki, çağımızın sanatçıları dediğimiz insanların görmek ve anlamak yetenekleri, yazının eski yöntemlerine göredir. (Eski yöntemleri kullanıyorlar.) Geçmiş kuşağın sanatçısı dünyayı nasıl inceliyorsa, bugünkü sanatçı da aynen öyle inceliyor. Şair, ama havası (melodisi) eskimiş. Sizin yazınınızda bile sınırlı gerçekçilik hastalıklı bireycilik ve psikanaliz egemendir. Kahraman tipleri eski örneklerde olduğu gibi kurulmuştur. Ben Sovyet yazınına değin, daha doğrusu okuma olanağını bulduğum kimi Sovyet romanları üzerine konuşuyorum. Onlarda kimileyin zavallı Raskolnikov ve ilginç olan eski örneklere göre tipler, en gerçek ve en canlı tipler oluyor. Ama her şeyin planlı biçimde yapıldığı ve bütün güçlerin devrime verildiği çağımızda ahlak ve yazın değerlerimizin koruyucusu olan gerçek sanatçıyı kendi haline bırakabilir miyiz? Nasıl bırakabiliriz? Sanatçı kendi öz beğenisine göre çalışmalı mı?
Bana göre günümüzün sanatçısı devrimin geçici yapıtını verebilir. Dönem daha bitmemiştir. Yeni dediğimiz insanın yüreğinde eski toplumun filizleri hala sürüyor ve insan eski toplum yaşamının koşullarını daha atamadı içinden. Şunu söylemek gerekiyor. Büyük kültür devriminden önce, örgüt ve toplumsal yapıcılık dönemi, ancak ondan. sonra da yüksek kültür dönemi geliyor. Yüksek kültür devriminden önceki dönem, örgüt ve toplumsal yapıcılık dönemidir. Toplumsal örgütlenme devriminden önceki dönem, devrim dönemidir. Bilmiyorum, devrim döneminden önceki dönemin skolastik ve akıl durağanlığıyla despotizm, fanatizm ve cahillik dönemi olduğunu söylemek gerekiyor mu? Toplumsal devrim, eski, hemen hemen ölü değerleri yıktıktan sonra sanat tam anlamıyla üretici olacak ve o zaman yeni temelleri üzerine kurulmuş genç toplum yeni kültürün ilk yazın yapıtlarını, başyapıtlarını rahat ve bol verecektir. Yeni Weimar şairlerine verimli bir toprak hazırlamak için onlara hoşgörü hakkı tanınmalıdır. Düşün hoşgörüsü dönemi Utreht Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla başlamıştır. Bu, Lessing’in Protestan skolastiğine karşı utkuyla biten savaşının sonucudur. Otuz yıllık savaş zaten bir bakıma devrim aşaması, vicdan özgürlüğü savaşıdır. Vicdan özgürlüğü yalınç bir politik hak olmadığı için Utreht anlaşmasıyla başlayan ve Lessing’in gelişiyle biten yazın ve sanat dönemi, çağının zekâsının bu yeni utkusunda sanat ve kültür yaratıcılığı için esin kaynağı oluyor.
Burjuva kültürü 19. yüzyılın antiklerikal , (papazlığa karşı) ve laik platformunda ilerliyor ve zenginleşiyordu. Bu kültür Fransız Devrimi ve ona bağlı olan kanlı savaşlar dolayında düşüncelerin birleşmesinin sonucundan başka bir şey değildir.
İki dönem arasında bir ara gerekiyor bize ki, bu arada sanatçı gererken entelektüel dinlenmeyi sağlayarak, hem kendi yüreğinin atışını, hem kitlenin nabzını dinlemeye fırsat bulabilsin. Böylece ilk önce yaşadığımız dönemi incelemeliyiz; bu yapılmazsa yeni kültürün önemi ve doğasına değin varsayımı yaratamayız.
Yaşadığımız dönem, nasıl bir dönemdir? Bir yandan parlamento yöntemleriyle varoluşunu savunan kapitalizm, öbür yandan Sovyet Rusya’da var olan komünist dünya ve üçüncü dünya olarak da kapitalizmin başka bir evresi olan faşizmdir. Savanarola’nın fanatizmini andıran küçük burjuva görüşüyle faşizm, ilk iki dünyaya tepkiden başka bir şey değildir. Ama son bir dördüncü dünya, iç ve dış ulusal bağımsızlığın gerçekleşmesini isteyen ulusal özgürlük savaşını veren halkların dünyasıdır.
Ne, giyotinle ve halk ordularının silahlarıyla prestijini yükseltmeye çabalayan Büyük Fransız Devrimi, ne Otuz Yıl Savaşı, yaşadığımız çağ kertesinde devrimci olamamıştır. Çok yoğun ekonomik bunalım, işsiz orduları, sömürge ve yan sömürge halkları, kanlı kıyımlar, ekonomik yapıcılığın artması, açık ve gizli olarak silahlanan uluslar, faşizmin Neronca canavarlığı, işte çağımız budur. Zamanımız insanlığa çok ağır bir görev verdi. Rönesans çağında, çağın sorunlarıyla salt üç ya da dört küçük cumhuriyet ilgileniyordu.
Söz konusu görev, sanırım, 19. yüzyılın başlangıcında insanlığın önünde var olan sorunlarla ölçülemez. O zamanki sorunlar Batı Avrupa’nın ancak birkaç ülkesini ilgilendiriyordu. Şimdiyse insanlar, birbirleriyle bağlı olduklarını ve aynı yazgıyı paylaştıklarını anlamalıdırlar. Ancak o zaman “ide”lerin büyük dünyasını yaratmaya olanak vardır. Ve bu düşünce dünyasına gelene dek devrimler dönemini bitmiş sayamayız. Dünya ulusları bugün aynı haklara sahip değiller. Ve yeni dünyayı yaratma yolunda aynı ölçüde yürüyemiyorlar. Ve yeni toplum kuruluncaya dek de, yeni anlamıyla hoşgörü dönemi gelemez.
Devrim ve sosyalizmi kurmada Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni örnek gösterebiliriz.
Büyük sanatın zamanı daha gelmedi. Ama bana göre, büyük sanatın zamanını hazırlayan epik dönem iki ülkede de duyumsanıyor: Sovyet Rusya’sında ve Türkiye’de.
Biz çağdaş yazarlar, gerçekçi romancılar olarak stratosfere yükselen, en tehlikeli derinliklere inen buradaki insanları, Sovyetler ülkesinin topraklarında gördüklerimizi yazabileceğimiz kuşkuludur.
Dev konuların Syklop tarafından yaratıldığı söylenir. ‘Çeluskin’in (1932 yılında vapurlarla kutba ilk giden) destanı bütün dünyanın söylencelerini aşmıştır. Esinin bu kaynağından bütün uluslar, entelektüel ve ahlaksal hazineler alabilirler.
Ulusum Anadolu’da özgürlüğü için üç yıl savaş vermek zorunda kaldı. Bütün emperyalist dünya onu yenmeye, zapt etmeye çalışıyordu. Türk ulusunu yok etmek için bütün emperyalist dünya altını ve silahı harekete geçirdi. Tarihimizin çok acılı bir dönemiydi. Toplar, zırhlı arabalar, tanklar, uçaklar, ölüm kusan silahlar her yandan ulusun yaşamını tehdit ediyordu. Ve yüzyıllar boyunca Avrupa için iştah açıcı bir parça olan Türkiye, iki yüzyıl içinde topraklarının sürekli paylaşılmak tehlikesi altındaki Türkiye, Dünya Savaşı’ndan arta kalan bütün güçlerini toplamaya çalıştı istilacılara atılmak zorunda bırakıldığı için. Ya utku ya ölüm isteğiyle, zincirlerini kırmak mucizesini bütün dünyaya göstermek istedi ve bunu onurla başardı. (Alkışlar)
Zırhlı arabalara karşı ancak kağnı gönderebildik, uçak filolarına karşı hepsi hepsi üç ya da dört uçak. Savaşta utkuyu kazanmak için tüfeğimiz bile yetmiyordu.
Yoldaşlar, Türk köylüsünün özverisiyle, kahramanlığıyla bu utku kazanılmıştır. (Alkışlar) Bütün tekniğiyle ve yıkım araçlarıyla emperyalist Avrupa, Anadolu toprağında yenilmiştir. Ama bu tarihsel olay, bizim sanat ve yazınımızda tohumlanmadı. Çünkü başka ülkelerde olduğu gibi bizde de sanatçılar zamanın sesini hemen duymuyorlar. Bugün epik şairimiz yoksa inanıyoruz ki gelecekte olacak. Homer’in ortaya çıkmasından önceki dönemi yazık ki bilmiyoruz. Homer’den önce söylenen mistik şarkıların koleksiyonları ve fantezilerle dolu olan çobanların aşk şarkıları vardı. Bizden dört bin yıl önceki Yunan – Roma kültüründen bize kalan bunlardır. Bu kültür, uygarlığımızı doğurmuştur.
Büyük yazar Gorky’nin söylediği gibi, günümüzün işçi ve köylü şarkıları ve öykülerine dayanan yarının kültürünün çiçekleneceğine niçin inanmayalım? Onlar dahaca yazın dilini bilmiyorlar ve biz de kimileyin ‘Onların diline tam değerini veremiyoruz. Ama bir gün gelecek ki, birleşme ve karşılıklı anlaşma gerçekleşecek. Ve yazının ilk kaynağının gücü, tam ve mutlu bir noktada birleşecek. (Alkışlar)
[i] Aziz Nesin “Ah Biz Ödlek Aydınlar” Adama Yayınları s.143-149