Bir Sait Faik vardı…
“Bohemliğinden, avareliğinden, bilgiçlik taslamayışından olacak, gözde yazarlar arasında adını anmazlardı. Siyasal olarak Sabahattin (Ali) gözden düşüp, adı unutturulmaya başlandığında birini çıkarmak gerekiyordu yerine, Sait’i işte o zaman keşfettiler. Sait’te bulunmayan neler yüklediler Sait’e!"
Stavro Panayotidis
“Modern zamanlarda” (2017) Türk edebiyat yazarları arasında en çok para kazanan isimlerin ilk sırasında 1.8 milyon TL ile Elif Şafak, 2. sırada 1.4 Milyon TL ile Nobel ödüllü edebiyatçı Orhan Pamuk yer alıyordu. Kahraman Tazeoğlu: 1.3 Milyon TL, Ahmet Ümit: 1.1 Milyon TL, Ayşe Kulin: 928 Bin TL, Soner Yalçın: 607 Bin TL, Azra Kohen: 572.4 Bin TL, Canan Tan: 549 Bin TL, Hasan Ali Toptaş: 442 Bin TL…
“Eski zamanlarda” ise Sait Faik, annesi Makbule Abasıyanık’tan aldığı harçlık ve öykülerinden gelen -o da ödenirse- telif parası ile geçinmeye çalışırdı. İki yakasının bir araya geldiği hiçbir zaman görülmemiştir. Sait Faik’in harçlığını annesi, önceleri aydan aya maaş gibi kendisine verse de para kısa zamanda suyunu çekiyordur. Tutkulu, başına buyruk bir hümanist olan Faik’in eserlerinin Türkiye’de kabul görmesi zaman aldı. Sait Faik edebiyatın bir heves, bir arzudan çok, bir iç ihtilalinin fışkırması olduğunu bilir. O da her heveskâr gibi, içinde bir ihtilal varmış gibi yazmıştır.[1]
Sait Faik’in bambaşka bir dünyası vardır, günümüzdeki çok kazanan piyasa yazarlarından hiç olmamıştır hatta karşılaştırılamaz bile. Kalemi satılıklardan değildir. “Elverir ki, namuslu olalım: Kalemimizi ne devlete, ne patrona, ne de hatta millete (demagoji yapmağı, efkârı umumiye denilen mikrobu kastederek söylüyorum) satalım[2] der. Örneğin “Ay Işığı”[3] adlı öyküsünden yola çıkarak nasıl bir dünya görüşüne sahip olduğunu açık bir biçimde görülebilir. Öyküdeki kahraman bir gazeteye iş başvurusu yapar. Başyazar siyasi görüşlerini sorar. Olmadığını söyler. Hiç düşünmediği şeyi sormuştur. Ne milletvekili olmak, ne de gazetede politik yazılar yazmak niyetindedir. Röportajlar yapmak muhabirlik olmak için siyasi görüşlerinin ne faydası vardır? Yine de kimi insanlar ve kendi hakkında düşünceleri vardır. Hükümetler, rejimler konusunda hiçbir fikri yoktur.
“Başmuharrir ağız aramakta usta idi:
-Yani nasıl bir dünya arzuluyorsunuz?
Artık kızmıştım:
– Nasıl bir dünya mı? Haksızlıkların olmadığı bir dünya…
İnsanların hepsinin mesut olduğu, hiç olmazsa iş bulduğu, doyduğu bir dünya… Hırsızlıkların, başkalarının hakkına tecavüz etmelerin, bol bol bulunmadığı… Pardon efendim! Bol bol bulunmadığı ne demek? Hiç bulunmadığı bir dünya.
Sevilmeye layık, küçücük kızların orospu olmadığı, geceleri hacıağaların minicik kızları caddelerden yirmi beş ara pazarlıkla otellere götürmediği, her genç kızın namuslu bir delikanlı ile konuşabildiği para için namus, ar, hayâ, hayat, gece, gündüz satılmadığı bir dünya… Muhabbet tellallarının günde otuz lira kazanmadığı bir dünya… Sokaklarda sefillerin bulunmadığı bir dünya… Kafanın, kolun çalışabildiği zaman insanın muhakkak doyabildiği, eğlenebildiği bir dünya… İçinde iyi şeyler söylemeye, doğru söylemeye salahiyetler kıvranan adamın, korkmadan ve yanlış tefsir edilme-den bu bir şeyleri söyleyebildiği bir dünya.”
Gazeteci Mehmet Kemal’in bir yazısında Sait Faik’in edebiyat dünyasındaki yeri için yaptığı saptama ilginçtir: “Bohemliğinden, avareliğinden, bilgiçlik taslamayışından olacak, gözde yazarlar arasında adını anmazlardı. Siyasal olarak Sabahattin (Ali) gözden düşüp, adı unutturulmaya başlandığında birini çıkarmak gerekiyordu yerine, Sait’i işte o zaman keşfettiler. Sait’te bulunmayan neler yüklediler Sait’e! Semaver sabahleyin kaynarken, işçiler işe gidermiş, Sait işçileri anlatırmış… Falan filan gibi zorlamalar… Oysa Sait Faik, içinden ne gelirse onu yazıyordu, gizli, kapalı bir yanı yoktu”[4] Sait Faik’i kimlerin keşfetmiş olduğunu söylemiyor Mehmet Kemal. Ama ima ettiği şeyin Sait Faik’e “Toplumcu Gerçekçi” bir nitelik atfetme çabası olarak yorumlamak mümkün görünüyor.
Tam da bu noktada altı çizilecek olan şey ise Sait Faik’e Toplumcu Gerçekçiliği atfetmenin çok zorlama bir yaklaşım olacağı gerçeğidir. Biliniyor, Sait Faik, Ermeni balıkçılarının, Rum Ortodoks rahiplerinin, işçilerin, garsonların, memurların, çocukların, lümpenlerin ve suçlularının, evsizlerin, hayal kırıklığına, haksızlığa uğramışların hayatını yazmıştır. Evet, Sait Faik “Semaver”de İstanbul’da Halıcıoğlu’nda fabrika işçisi elektrikçi Ali’den, “Üçüncü Mevki”deki yolculardan, “Belvü Bahçesi”ndeki garson Ahmet’ten, “Kalorifer ve Bahar”daki küçük çocuk “Capon”u yazmış olması onu “Toplumcu Gerçekçi” olarak nitelemeye yetmez; hümanisttir o bayrakları değil, insanları seviyordur. Sait Faik, hümanist bir yazar olduğunun ipuçlarını verdiği “Stelyanos Hrisopulos Gemisi” adlı öyküsü “Yücel” dergisi tarafından kozmopolit olduğu gerekçesiyle yayınlanmaz. Zira bu öyküde Rum “vatandaşlar” ana karakterlerdir. Sait Faik, Yaşar Nabi’ye yazdığı mektupta şunları söyler:
“İhsan Aygün bey denilen bir zat benden bin rica ile bir hikâye istemişti. Ben de kendisine ‘Stelyanos Hrisopulos Gemisi” diye bir hikâye vermiştim. Yücel mecmuasına konacaktı. Geçen hafta İhsan Aygün beyden öğrendim ki, mecmua sahipleri yazımı kozmopolit bulmuşlar. Hâlbuki yazım, siz de takdir edeceksiniz ki, çok humain bir yazıdır. Ve hattâ mahallî renkli bir yazıdır. Bir adanın sakinleri Rum olmakla Türk olmamaları ve isimleri Hrisopulos olmakla insan yerine konmamaları lâzım gelmeyeceğini benden âlâ takdir edersiniz.”[5]
Sait Faik, kitaplardan, insanları sevmek gerektiğini, insanları sevince doğanın, doğayı sevince dünyanın sevileceğini, oradan yaşama sevinci duyulacağını öğrendiğini söyler. Ne ki belli bir zaman sonra insanları, kitapların öğrettiği şekilde sevmediğini ifade eder. Beyinin vapurdan iner inmez çantasını kapan uşaktan iğrenmeyi, sabahleyin altı buçukta tabiatla kavga için sokağa fırlamayan adamın çalışmadığını kendi kendine öğrenmiştir. “Ama şu sabahleyin altı buçukta tabiatla kavga için sokağa fırlamayan adam, isterse akşama kadar insanları aldatmak için didinsin. Kaç para eder! Gözümde, milyonu olsa da kalp para ile metelik etmez. Şimdi artık kimi sevdiğimi, kime saygı duyduğumu biliyorum.”[6]
Sait Faik öykülerinde kimleri yazmışsa yani “iyileri, kahramanları, namusluları, hak yemezleri, alın teri ile sert tabiattan kavga ve dostlukla ekmeğini çıkararak, birbirlerine fedakârlıklar ederek yaşayanları” işte onlar Sait Faik’i son yolculuğuna uğurladılar. “Biz, arkalarından seyrediyorduk. Çoğunun pantalonu yamalı idi, kasketleri hâlâ arkaya yana dönüktü. Cemaat, Sait Faik’in hikâyelerindeki eşhastan mürekkepti.”[7]
[1] Yaşar Nabi, “Sait Faik’in İlk Şiirleri” (Varlık, sayı: 408, Temmuz 1954)
[2] Faik, Sait. “ Yazıcılığın Yirminci Senesinde” Yeditepe Gazetesi, 16 Mayıs 1950
[3] Faik, Sait. Mahalle Kahvesi- Havada Bulut. Ankara : Bilgi Yayınevi, 1988. s. 151.
[4] Kemal, Mehmet. Sait Faik’in Gölgesi. Cumhuriyet. 1984.
[5] Nabi, Yaşar. “Dost Mektupları”. İstanbul: Varlık Yayınları, 1972, s. 89-90.
[6] Faik, Sait. Mahalle Kahvesi- Havada Bulut. Ankara : Bilgi Yayınevi, 1988. s. 46.
[7]Adil, Fikret. http://earsiv.sehir.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11498/10704/001505026006.pdf?sequence=1.