Türk Sağının Lalettayin Bir Karikatürü: Peyami Safa

Peyami Safa’da ideolojik maskeler çeşit çeşitti, “Birinci Cumhuriyetten bu yana, yaşadığımız çağın tersini anlatacak bir adam ararsak ondan daha iyi örnek bulamayız. Peyami sosyalist olmuştur, faşist olmuştur, kapitalist olmuştur, DP’ci CHP’ci, Milli Birlikçi olmuştur”. Peyami Safa, Nadir Nadi’nin tanıklığına göre son derece ilkel bir liberalizme bağlı tipik bir sağcıdır.

Türk Sağının Lalettayin Bir Karikatürü: Peyami Safa
İshak Rızâ

 

CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na sosyal medya paylaşımları nedeniyle yargılandığı davada 9 yıl 8 ay hapis cezası kararı verilmişti. Sosyal medya paylaşımlarıyla birlikte, Kaftancıoğlu’nun görülen ikinci duruşmada okuduğu, Nâzım Hikmet’in Peyami Safa’ya yönelik yazdığı bir hiciv şiir de dava dosyasına eklenmiş ve Kaftancıoğlu okuduğu bu şiir ile de ceza almıştı. Biz şüphesiz tarihçi değiliz. Edward Hallett Carr’ın “(…) geçmiş, ölü bir geçmiş değildir, belli bir anlamda bugün hala yaşayan bir geçmiştir.” deyişinden yola çıkarak “mukaddesatçı, milliyetçi, ruhçu, komünizm ve maddecilik düşmanı” Peyami Safa kısaca kimdi diye bir bakış denemesi kaleme almak kaçınılmaz oldu.

Peyami Safa’da ideolojik maskeler çeşit çeşitti, “Birinci Cumhuriyetten bu yana, yaşadığımız çağın tersini anlatacak bir adam ararsak ondan daha iyi örnek bulamayız. Peyami sosyalist olmuştur, faşist olmuştur, kapitalist olmuştur, DP’ci CHP’ci, Milli Birlikçi olmuştur” (Çirkin Basın Çirkin Yazar, 1960). Peyami Safa, Nadir Nadi’nin tanıklığına göre son derece ilkel bir liberalizme bağlı tipik bir sağcıdır.

P. Safa, sıradan sağcılar gibi insanlar arasındaki eşitsizliğin doğal bir yasa olduğunu düşünür, toplum içinde herkesin kendi gücüne, yeteneklerine dayanarak kendi hayatını inşa etmesi gerektiğine inanırdı. Bu eşitsizliği değiştirmek istemenin doğanın düzenine aykırı kaçacağını, bundan ötürü de eşitlik uğurunda harcanacak emeklerin, sonunda mutlaka başarısızlığa uğrayacağı düşüncesini savunurdu. Her türlü eşitsizliği giderme isteğinin tarih boyunca insanlar arasında gittikçe güçlenen bir eğilim olduğunu göremez ve bu eğilimi -tıpkı bir doğa kanunu gibi- sosyolojik bir gerçek olarak kabul etmezdi. Bununla beraber Fransa’ya yaptığı bir gezinin [1936] ardından bu “teorisine” küçük bir ek daha yapıyordu Peyami Safa: İnsanlar arasındaki eşitsizliğin sonucu olarak milletler arasındaki eşitsizlik de bir doğa yasasıydı! Güçlü uluslar, zayıf ulusları ezebilirler, ya da kendi çıkarlarına göre sömürgeleştirip yönetebilirlerdi. Milli amaçlar uğruna fertler arasındaki ekonomik çatışma da çok önemliydi ve asla başıboş bırakılamazdı. Fakat aynı amaçlar uğruna güçlü milletler, güçlerine dayanarak kendilerine pekâlâ bir yaşam alanı açabilirlerdi. Bu, onların hakkıydı (Nadi, 1964).

Her türlü meselede mutlaka bir fikri olan milliyetçi-muhafazakâr bir mütefekkir olarak P. Safa’nın milli mesele üzerine de görüşleri vardı ve bu görüşü de elbette faşizm üzerindendi.

Benito Mussolini (Il Duce), İtalya başbakanı ve Ulusal Faşist Parti lideri olarak 1922’de iktidara geldi. İtalyan seçkinler, İtalya’nın Sosyalist ya da Komünist bir ülke olmayacağında emin olmak istemişlerdi. İlk başlarda, demokratik ve anayasal olarak hükmet eder gibi bir siyasi tutum sergilemiş gibi görünse de 1925’te İtalya’yı tek partili, totaliter bir devlete dönüştürdü ve 1943 yılına kadar diktatörlükle yönetti. İtalyan Faşistler daha sonraları iktidarı ele geçirmelerini bir ‘devrim’ olarak tasvir ve telakki ettiler. Peyami Safa da “Millet ve İnsan” kitabında (Safa, Millet ve İnsan, 1943) bizatihi İtalyan Faşistlerinin iktidarı ele geçirmelerini bir “devrim”, bir “inkılâp” olarak tanımlıyor ve selamlıyordu. Ona göre Türk tarihinin en büyük buhranından doğan millî zaferi [1923] ve bu inkılâbı yapan sınıf değil, milletti: “Aynı yıllar içinde bizimkinden pek başka şartlar altında doğan ve şüphesiz bizimkinden birçok ayrı vasıflara sahip İtalyan inkılâbı da, büyük harpten sonra ayaklanan sınıf ideolojisini tepeleyerek onu milliyet idealinin emrine verdi. Artık Almanya’da, Macaristan’da, Portekiz’de, İspanya’da ve bugünkü Fransa’ya kadar her yerde, nihayet bütün sınıf ihtilalleri tepelenerek, Ziya Gökalp’ın tahmin ettiği gibi “Milliyet mefkûresinin (ülküsünün) tabii, haline getirildi ve her buhrandan -daha zinde ve daha kuvvetli- milliyet mefkuresi feveran etti”.

Peyami Safa, her tipik sağcı gibi savaştan medet umar, ona göre savaş hali veya savaş tehdidi milletlerin ruhunu çalkalar; bir ilâç şişesinin dibine çöken tortuların havalanması gibi ulusal ruhun altına sinen toplumsal ilgi de harekete geçer ve kolektif bilinç su yüzüne çıkar. Böyle anlarda millî ruh bireysel hevesleri susturur. Aynı topraklarda yaşayan ama birbirlerini tanımayan ülke insanlarının arasındaki gizli bağların kıyasıya hissedildiği bu devirlerde -yediden yetmişe herkes az çok, toplumsal bir varlık olduğunun bilincine sahip olur. Buna örnek olarak I. Dünya Savaşından beri kültürsüz bulduğu halkın, kendilerini ilgilendirilen siyasi ve ekonomik meselelere daha yakından alâka duyduğunu tespit eder. Buradan da şu sonuca varır: insanları bireyselliklerinin dar çemberinden kurtararak millî meselelerde heyecan duymaya sevk eden motivasyonun en başında savaş hali, savaş tehdidi, ihtilâl, anarşi korkusu gibi felâketler veya bunların tehditleri gelmektedir.

Dünyadaki tüm lâlettayin antikomünistler gibi P. Safa da yeryüzündeki her türlü kötülüğün kaynağını Yahudilerde bulmaktadır: “Bütün sarı çiyan zehiri ile koynuna girdiği milleti sokan Yahudilik”(Safa, 1938). II. Dünya Savaşına karşı olanları ise “İsterik Yahudi karısı” olarak tanımlar: “İsterik Yahudi karısı, bugünkü cihan harbi önünde, uzun tırnaklar ile saçlarını yolarak haykırır: Medeniyet yıkılıyor, insanlık mahvoluyor, bu ne barbarlık, bu ne canavarlık!”. Barışseverler, Yahudilerin (Fransa, İngiltere, Amerika) yetiştiren “sulh esrarkeşleri”dir. Yahudi propagandasını Türklerin ağzından da işitince uğursuzluk sezer gibi ürperir. Hiçbir Türk, şu veya bu savaşın, kısaca savaşın canavarlık olduğunu ve uygarlığı yıktığını söylemeye ruhsatlı değildir. Çünkü bundan, bütün tarihi fetihlerle dolup taşan Türkün canavar olduğu ve medeniyetler yıktığı neticesi çıkar.

Peyami Safa her banal sağcı gibi Türkiye’de sınıf çelişkisinin keskin olmadığına inanır. Mülkiyet, rekabet ve kazanç, serbest ekonomide olduğu gibi, ulusal menfaat ve mahkûm sınıflar aleyhine başı boş bırakılamaz. Üretimin iki faktörü, sermaye ve emek, aralarında sınıf kavgasına imkân bırakmayacak bir teşkilâtla, kazançtan — istedikleri değil — lâyık oldukları ve ulusal çıkarlara en uygun payı alırlar. Sınıf mücadelesine dayanan Marksist ekonomi -gerçi bu mücadeleyi doğuran serbest ekonomi “piç” olduğu için o da- liberalizmle beraber yıkılmaya mahkûmdur. Çünkü liberal olmayan bir düzende ne sınıf mücadelesi, ne de ona dayanan Marksist ekonomiye lüzum kalır. Liberal sistemde patronların çıkarlarını patron sendikaları, işçilerin çıkarlarını işçi sendikaları korumaya çalışır. Aralarında bazen grevlerle sonuçlanan şiddetli mücadeleye devlet karışmaz. İster grevle sonuçlansın, isterse birçok iktisadî hasarlara sebep olsun, bu mücadeleden en çok zarar gören millî menfaattir. Dolayısıyla millî ekonominin birinci merhalesinde yerli malları yabancı rekabetinden koruyan yerinde ve mümtaz bir himaye disiplini içinde doğmuştur. Ne ki, P. Safa’ya göre Türkiye’de sınıf çelişkisinin keskin olmaması demek sınıf çelişkisi namevcut demek değildir. Her ülkede olduğu gibi, kaba tasnifle bizde de aşırı zengin ve aşırı fakir iki sınıfın varlığını elbette kabul eder. P. Safa’nın, “Sermaye” ve “iş” arasındaki ahenksizlikten doğan bu tezatın, ancak örgütlenmiş bir millî ekonomi sayesinde ortadan kaldırılabileceğine inancı tamdır.

Son olarak her bayağı sağcı gibi P. Safa da Nâzım Hikmet’ten ve ilerici, solcu, aydın kim varsa hepsinden nefret ederdi. Nâzım’ın affı için imza kampanyası düzenleyeler de bu nefret kumkumasından nasibini alırdı. İsim vermeden o zamanki aydınlar için “TKP’nin İstanbul teşkilâtı Moskof hademesi Nâzım Hikmet’in affı için kapı kapı dilekçeler dolaştırdı” der, Nâzım’ın annesine “yakınlarından bir kadın, dilenci gibi Kadıköy iskelesinde durup gelenden geçenden imza topladı” der, hızını alamaz “Bugün Türk cezaevlerinde yatan basın mensuplarından hiçbiri Nâzım Hikmet gibi bir vatan haini, bir Moskof casusu değildir” diye kin kusardı.

Peyami Safa, “Yalnızız” adlı romanında “Kendi kendimden nefretimin çerçevelediği ve çirkinleştirdiği bir tarafta yalnızım.” diyordu. Kendi kendisinden nefretiyle çerçevelediği ve çirkinleştirdiği sıradan sağcılıkta yalnızdı…

Peyami Safa karikatürü, Çizen: Abidin Dino

Kaynakça
Çirkin Basın Çirkin Yazar. (1960, Ağustos 30). Ülke , s. 12.
Nadi, N. (1964, Temmuz 2). Peyami Safa’ya Ait Anılar. Cumhuriyet Gazetesi , s. 4.
Safa, P. (1943). Millet ve İnsan. İstanbul: İstanbul Halk Basımevi Akbaba Yayını.
Safa, P. (1938, Temmuz 23). Peyami Safa: İki Cins Yahudi. Cumhuriyet , s. 3.