22 Şubat’ta vizyona girip birçok festivalden ödül ile dönen Sibel filmini vizyonda kaldığı sürece bir türlü fırsat bulup izleyemediğim için çok üzülmüştüm ama Başka Sinema etkinliği sayesinde, sonunda, çarşamba akşamı izledim ve Damla Sözmez’in sergilediği oyunculuk adeta beni mest etti. Çekimler ve kamera açıları ise doğal ışık kullanılarak öyle güzel ayarlanmış ki, filmi izlerken siz de sanki sahnelerin içindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz. Ayrıca bir de üstüne Damla Sözmez’in hiçbir replik kullanmadan sadece ıslık ve mimikleriyle oynadığını söylemeden geçemeyeceğim, ki oyunculuğu için ‘oynamak’ fiili yeterli olmayabilir.
Her ne kadar filmimiz Almanya menşei olsa da Çağla Zencirci (Türk) ve Guillaume Giovanetti (İtalyan) isimli iki yönetmenin beraber çektikleri 3.uzun metraj film. Filmimiz Karadeniz’in Kuşköy isimli bir köyünde geçmektedir (ki bu köy kuş diliyle konuşmasıyla meşhur olmuş ve yanlış hatırlamıyorsam mini bir de belgeseli mevcuttu). Sibel karakterimiz 5 yaşındayken geçirdiği ateşli bir hastalık sebebi ile konuşma yetisini kaybetmiş ve bu yüzden ıslıklarla, yani kuş dili ile iletişim kuran bir kadındır ve köyün muhtarının en büyük kızıdır. İlerleyen yaşına rağmen evli değildir, hatta evlenmek gibi bir derdi yoktur, köydeki diğer kadınlar gibi başını bağlamaz, çemberi hep boynundadır, tarlaya gitse bile elinde kendi adının olduğu bir tüfek ile dağda kurt ve keklik avlayan, kendini bir erkeğe karşı da fiziksel olarak savunmasını bilen bir kadındır. Anneleri öldükten sonra hem babası, hem de kız kardeşiyle ilgilenmek zorunda kalması onu hiç yormaz filmin başlarında, ama köyün kadınlarından çok farklı olması onu çemberin dışına atar ve kendi kardeşi bile farklı olduğu için onu dışlar, ona kötü davranır. Çünkü Sibel’in evlenme gibi, güzel görünmek gibi bir derdi yoktur ve herkes gibi konuşamaz!
Film bize ataerkil Türk toplumunda kadınların içinde bulunduğu durumu ve toplumda sahip olmaları gereken rolleri anlatırken bunların dışında duran kadının ise toplumda nasıl ifşa edildiğini ve toplum tarafından nasıl dışlandığını bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Ayrıca bunu yaparken de Sibel karakterinin geçirdiği evrimi harika bir şekilde anlatıyor. Mesela filmin başında Sibel karakterimiz toplumda kabul görebilmek adına, kurdu avlayıp köylünün önüne atmayı ve bu şekilde köylü tarafından kabul göreceğini ve kendine saygı duyulacağını hayal ediyor ve bunu dillendiriyor. Aynı zamanda bir kına gecesi için hayatında ilk defa süslenip makyaj yapıyor ama kardeşi tarafından kına gecesinden kovulup herkes içinde rencide ediliyor. Ama Sibel o kadar dirençli bir kadın ki, ormanda kurt avlarken jandarmadan kaçan Ali isimli adama aşık oluyor ve kendisini takip edip Ali ile gören kardeşinin onu ispiyonlamasına rağmen hem babasının, hem de köylünün şiddet içeren ve psikolojik bütün baskılarına göğüs geriyor. Hatta babası silahının namlusunu alnının tam orta yerine dayamışken babasına ‘Çek, vur beni!’ diye rest çekebilecek kadar dirençli, saklandığı kulübenin keşfedildiğini anlayan Ali’nin kaçıp ortadan kaybolmasına rağmen onun bir gün geri geleceğine dair inancı tam olacak kadar güçlü bir kadın Sibel. Dahası kendi için değil, kendi ‘namusu’ kirlendi diye ailesine toptan tepki gösteren köy insanına karşı kardeşinin kafasını dik tutması için ona güç veren, yargılayıcı bakışları önemsememesi gerektiğini kardeşine öğreten bir kadın Sibel!
Eminim ki ülkemizde Sibel gibi milyonlarca kadın var. Eminim diyorum çünkü benim annem var; temizlik işçisi, iki çocuk annesi, boşanmış bir kadın olarak emekçiliği ile kendine toplumda birey olarak yer edinmiş, benim bir kız kardeşim var; kendine taciz eden adamı metrelerce kovalamış, benim İlerici Kadınlar Derneği’nde yoldaşlarım, dostlarım var; toplumda kadına biçilen rolü reddedip, bu biçime karşı mücadele eden! Ülkemizde annem gibi, kardeşim gibi, İKD’li yoldaşlarım, dostlarım gibi kadınlar ırmak olup, aktıkça, bu ülke kadını, erkeği yani işçisi, emekçisi bir olup, karanlıkları aydınlığa çıkaracaktır. Sibel ise filmde bu insanların bütününü temsil eder; gerçekçi sinemanın en güzel özelliği de budur ya: Bir karakter üzerinden bize toplumu anlatır.
Yazımı tamamlarken Sibel gibi kadınların dik duruşunun bir arada, örgütlü bir şekilde olduğu zaman daha da anlamlı ve güçlü olacağını hatırlatmak isterim. Unutmayalım ki Rosa Lüxemburg, İkinci Dünya Savaşındaki Sovyet keskin nişancı kadınlar, Behice Boran ve niceleri hiçbir zaman yalnız değillerdi, arkalarında duran örgütlü bir güç vardı ve bu güç hayatlarının sonuna kadar her daim mücadelelerine mücadele katmıştır.
Esenlikle…
Bu haber en son değiştirildi 25 Eylül 2019 12:27 12:27
ABD'li Senatör Lindsey Graham, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma…
Kadına yönelik şiddeti tek başına biyolojik bir mesele olarak erkek saldırganlığıyla açıklamak en hafif tabirle…
Bu düzen çürümüştür. Şimdi bu çürümüş düzeni yeni anayasa ile tescillemek istiyorlar. Medeni kanunu tartışmaya…
Yenidoğan davası, duruşmanın altıncı gününde devam ediyor. Örgüt lideri olmakla suçlanan Dr. Fırat Sarı savunma…
NNA’daki habere göre “Kurtarma ekipleri, düşman savaş uçaklarının bir konut binasını hedef aldığı ve çok…
Türkiye Komünist Hareketi Tunceli İl Örgütü ,Tunceli ve Ovacık belediyelerine kayyum atanması üzerine bir açıklama…