Ulusal egemenliğin koşulu
"Kapitalist sistemin örtülü baskılı rejiminde çıkar çevrelerinin farklı görüşlerinin yansıtıldığı ana karar organının tüm ulusal güçleri kapsadığı ve anlamlı ağırlıkla temsil edildiği ulusal parlamentonun varlığı burjuva demokrasisi mevcudiyeti olarak kabul edilir."
Salt egemenlik sözcüğü, kaynağı belirsiz hâkimiyeti ifade eder. Bu hali ile hâkimiyetin çıkış yeri, özel mülkiyet sistemlerinde, bir uçta diktatörlük diğer uçta da özgürlük arasında belirsizdir. Krallık da, diktatörlük de bir tür hâkimiyettir, parlamenter demokrasi de. Ne var ki, her iki tip yönetimde de sermaye, farklı odakların hâkimiyetinde olarak, emekçi halkın üzerinde başattır. Duruma göre, Michael Young’un meritokrasi kavramı da, Niskanen’in Bürokrasi kavramı da, farklı bağlamlarda hâkimiyet ifadeleridir. Ve son aşamada ulusal egemenlik de hâkimiyet ifadesidir. Bu yazıda kısaca iki uca yerleştireceğim hâkimiyet kavramlarını, mülkiyet koşulunun tüm olumsuzluğuna rağmen, olabildiğince mukayeseli olarak düşünmemize açmak istiyorum. Krallık, monarşi ya da kurumların işletilmediği durumda oluşturulan başkanlık sistemlerinin oluşturduğu hâkimiyeti bir uca, tüm kurumların bağımsız olarak çalıştığı yönetim biçiminin hâkimiyetini ise diğer uca koyarsak, birincisi diktatörlük, ikincisine ise burjuva demokrasisidir; birincisi kabile güdülemesidir, ikincisi sermaye başatlığında sözde cumhurun demokratik yönetimidir. Ulusal hâkimiyeti anlamına gelen ulusal egemenlik kavramı kullanılırken hangi kurumların dışlanıp, hangi kurumları içeri alınması gerektiği çok net saptanmalıdır.
Ulusal egemenlikle ilgisi olmayan mutlak monarşilerde, krallıklarda ya da çağdaş sözde demokratik görüntülü diktatörlüklerde belirli bir destekçi ya da baskı ile sindirilmiş taban söz konusudur. Özellikle medya araçlarının bu denli etkin olduğu ve iletişimin yaygınlaştığı günümüz koşullarında diktatörlükler salt baskı ya da 1933-45 yılları arasında Hitler’in Halkı Aydınlatma ve Propaganda bakanlığı yapmış olan Göbbels ’in “beyin tembel olduğu için güçlü propagandaya maruz kalan insanlar sizin arkanızdan gelirler” gibi ifadelerle ilanihaye sosyal taban oluşturulamaz. Özellikle kapitalizmin tüm çevreye yaydığı kışkırtılmış aleni zenginlik görgüsüzlüğü yanında çevreye yaygınlaştırılan tüketim çılgınlığı koşulunda diktatörün köleler tabanını tutabilmesi için mutlaka güçlü ekonomik kaynaklara sahip olması gerekir. Böylesi kaynaklar çoğu Ortadoğu ülkelerinde olduğu üzere petrol vb doğal kaynaklardan sağlanabileceği gibi, böyle bir kaynağı bir ülke diktatörünü emelleri uğruna görevlendirerek kullanabilmek için emperyalist devletler doğrudan ya da kapitalizmin uluslararası kaleleri işlevi gören kurumlar vasıtasıyla yardım hatta hibe görüntüsünde gözden çıkarabilir. Ülkeye hâkim kılınan diktatörün görevlendirilmesi ve azli o ülkenin tarihine kara leke olarak geçecek vahim bir durumdur. Bir ülkenin bir diktatör emrinde böylesi vahim koşullara sürüklenmesinde uluslararası nesnel koşullar yanında, ülkeyi bu duruma sürüklemeye aday olmayı psikolojisinde hissedenlerin siyaset sahnesinde belirmesi ve böylesi siyasilere koşulsuz destek sağlayan seçmen tabanının bulunması da önemli etmenlerdir.
Diktatörlüklere karşıt olarak burjuva demokratik cumhuriyetlerinde toplumsal hâkimiyet odakları karşı karşıya gelerek cumhuru oluşturur. Bir ulus içinde farklı düşünceden neşet eden fikirlerin karşılıklı gelmesi ve tartışarak oluşacak kararlar üzerinde herkesin ittifak edeceği ortam ulusal hâkimiyet ya da ulusal egemenliktir. Klasik burjuva devlet teorisinin siyaset bilimindeki tanımı da zaten karşılıklı fikirlerin çatıştığı ve uzlaşmaya yöneldiği siyasi platform olarak verilir. Bu sistemde toplumsal fikirsel ve eylemsel oluşum içinde herkesin katkısı ve işbirliği bulunur ve böylesi yaygın oluşumdan kaynaklanırcasına herkesin itaatten geri durmadığı bir tür müşterek hâkimiyet ortaya çıkar. Böylece belirlenen ulusal egemenlik ya da ulusal hâkimiyet kesinlikle tek insan yönetimi değildir, kurum ve kurullarıyla karşılıklı etkileşim içinde çalışan bütünsel bir sistemdir. Kapitalist sistemin örtülü baskılı rejiminde çıkar çevrelerinin farklı görüşlerinin yansıtıldığı ana karar organının tüm ulusal güçleri kapsadığı ve anlamlı ağırlıkla temsil edildiği ulusal parlamentonun varlığı burjuva demokrasisi mevcudiyeti olarak kabul edilir. Parlamentonun gerçek anlamda ve işler vaziyette bulunmadığı ya da şeklen varlığına rağmen toplumu temsil niteliği zayıf olan ya da belirli parti veya zümrenin örtülü ya da açık baskısı altında çalışan parlamento durumunda kesinlikle demokrasiden söz edilemez. Böylesi sistemlerdeki insan topluluğu ne ulusu ne de milleti temsil eder. Böyle bir topluluğun ulusal hâkimiyet erki söz konusu olamaz.
Parlamento kurulmuş meclis olup, kurucu meclisin ulusal irade ile oluşturulmuş toplumsal oluşum kuralları (konstitüsyon), yani anayasa çerçevesinde çalışır. Toplumu gereği biçimde temsil edemeyen kurulmuş parlamentonun yeni bir anayasa yapabileceği ya da var olan anayasanın bazı maddelerinde değişiklik yapabileceği görüşü mutlak butlanla batıldır. 23 Nisan Ulusal Egemenlik gününün anlamı, sömürü altındaki emekçilerin ve genel halkın, toplumun her kesiminin aynı hak ve hukuk kuralına tabi olarak gelişmesini sağlayacak gerçek parlamenter sisteminin oluşturulup, tüm yasal oluşuma eşit koşullarda katılımının sağlanmasıdır. Cumhuriyet olgusu ve tanımının gerçek anlamı, ancak tüm toplumsal kesimlerin demokrasinin kurum ve kuralları ile kararlarda egemen olmasıdır. Bu sistemde hiçbir gerekçe ile ülkenin tüm kurumlarına hâkim olan ve hemen tüm kurallarını saptayacağını düşünebilen tek insan ve başat güç sistem ve yönetimine yer yoktur.
Yarın, şekilden uzak ve inanarak kutlayacağımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik günü, tüm ulusun sinesinde daima ve ne pahasına olursa olsun daima yaşatılacak ulusal hâkimiyetin simgesidir. Ulusumuza kutlu olsun!