Yerel seçimler ve sınıf tavrı
"Yerel yönetimlerde işçi sınıfı kendi sınıf tavrını göstermek ve programını açıklamak zorundadır. Sermaye düzeninin yaşadığı ekonomik krizin dayattığı kamulaştırma gerçeğini, ekonominin toplumsal ihtiyaçları karşılayacak bir biçimde yeniden düzenlenmesi gerçeğini, rantın değil, toplumsal ihtiyaçların belirlenmesi gerçeğini ancak böyle bir tavırla siyasetin içinde yer edindirebilirsiniz."
Coğrafya derslerinde “üç tarafı denizlerle çevrili kara parçasına yarımada denir” tanımı akıllara kazınmıştır. Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrili olduğu için Anadolu ve Trakya yarımadalarına sahip olduğu coğrafya dersinin aklımıza kazıdığı ezberlerdendi. Benzer bir biçimde, Türkiye’de siyasetin de, özellikle son beş yılda üç tarafının “seçimlerle” çevrili olmasından ötürü, “yarım siyaset” olarak tanımlanmasında hiçbir sıkıntı yok.
Elbette okuyucu yanlış düşüncelere sahip olmasın. Seçimler siyasetin bir parçası ve “genel oy hakkı” “sınıf mücadelelerin” eseri olarak elde edilmiş bir hak. Ancak, özellikle son beş yıllık siyaset performansımız incelendiğinde, seçimlerin “siyaseti dışlayan” bir tür “matematik hesabına” dönüşmesi de işin bir gerçeği. Dolayısıyla, siyasetin, “yarım siyaset” olarak tanımlanması da olağan karşılanmalı. Öte yandan, bu kadar büyük bir “matematik aşkı” insana şu soruyu sormasına neden oluyor: “Acaba bu kadar büyük bir matematik sevdası, temel bilimlerin gelişmesi için kullanılsaydı, “aydınlanmanın” evrensel sonuçlarına varmamız daha kolay olur muydu?”
“Teşbihte hata olmaz” derler ama buna bir ek daha yapmak gerekir; siyasette de!
Lakin 31 Mart seçimlerine yaklaştıkça, düzen siyasetçilerinin söylemlerinin içeriksizliğine bakınca siyasetin bir kez daha “hataya” neden olacağını öngörmemek olmaz. İster istemez, yerel seçimler yaklaştıkça, bu kadar hatanın ardı ardına yapılmasının bir nedeni olduğunu düşünmek zorunda kalıyoruz. Bu düşünceyi geliştiren elde tek bir sonuç kalıyor: bu kadar hatanın ardı ardına sergilendiği bir seçim atmosferinin temel nedeni, ister iktidar partisi olsun, ister meclis muhalefeti olsun, tüm bu siyasi partilerin 24 Haziran sonrasında temel hedefinin “kendi konumlarını korumak” dışında bir hedefinin bulunmamasından kaynaklanmaktadır. 24 Haziran seçimleri sonrasında siyasal sistemimizdeki değişiklik, Türkiye sermaye sınıfının yaşadığı krizle birleştiğinde ortaya “korumacı” eğilimleri çıkarttı.
Ancak bu korumacı eğilimlerin siyasetin “sınıf mücadelelerine” ne kadar açık olduğunun da netleşmesine neden olduğunu ifade etmek gerekiyor. Düzen siyasetinin farklı tonlarının “programatik” olarak birbirine benzeşmesi ve krize dönük “sermaye sınıfı lehine” adımları tartıştırması, yerel seçimin düzen açısından anlamını da göstermektedir.
***
31 Mart yerel seçimi, ekonomik bir krizle karşı karşıya kalan sermaye düzeninin, yereldeki yeniden üretim mekanizmalarının nasıl ilerleyeceği ile yakından ilgilidir. En azından sermaye düzeninin partileri açısından anlamı “bu noktadan” incelenmektedir. Dolayısıyla temel iki tartışma düzlemi; birincisi krize dönük çözüme, ikincisi ise sermaye birikiminin kaynağına dönüktür.
İlk tartışmada, siyasi iktidar çözümü sermaye yanlısı “çözüm programı” ile çözmeye çalışmaktadır. Ancak bu programın işsizlik ve hayat pahalılığı konusunda emekçilere vaat ettiği yeni bir şey yok. Dolayısıyla bu iki olgu üzerinden siyasi iktidara dönük tepkileri soğurmak için geçici önlemler alınmaya çalışılıyor. Fiyat kontrolleri, gıda ürünlerinin devlet tarafından satılmaya başlanması gibi geçici çözümler gündeme gelmektedir. Bu geçici önlemlerin değil yangını söndürmeye, suyu taşımaya bile mecali olmadığı ilk günden ortaya çıkmaktadır.
İkinci tartışma ise, yerel yönetimlerin ürettiği değerler üzerinedir ve tartışmanın ana odak noktası “rant” üzerinden dönmektedir. İktidar partisinin dahi “rant eleştirisi” yaptığı yerel seçim programlarında, rantın da ne anlam ifade ettiği bulanıklaşmaktadır. Bu bulanıklığı ortadan kaldırmak için biraz kavramların kökenine inelim.
Klasik yaklaşımla rant, gelirin, kâr-faiz ve ücretle birlikte, ana kaynaklarından birini oluşturur. Genel olarak bakıldığında rant ile kast edilen şey; toprak ve madenler gibi yeryüzünün zenginliklerinin mülkiyet tekelini elde bulundurmaktan ileri gelen kazançtır. Aynı zamanda herhangi bir ürün üzerinde tekel sağlandığında elde edilen kazanç rant ile ölçülmektedir. Bununla beraber rant, ancak bir toplumsal ilişkiyi ürettiği ölçüde karşılığı olmaktadır.
Bu nedenle örneğin inşaat sektöründe elde edilen kazançlar sadece “rant” ile ölçülemez. Burada hem toprağın mülkiyetinin yeniden paylaşımından doğan bir rant vardır, hem de üretilen değerin finansal araçlar yoluyla daha büyük bir kazanç yaratma potansiyeli vardır. Aynı anda hem “kâr-faiz”, hem de rant yoluyla elde edilecek bir sermaye birikimi burada söz konusudur.
Yerel yönetimlerde bugüne kadar izlenilen yol rantın değerinin saptanmasıyla ilgiliydi. Şimdi hem iktidarın yerel yönetimler programında ifade edilen “gönül belediyeciliğinde” rantın yerine değer üretimi, hem de muhalefetin programında ifade edilen “rantın hakça dağıtılması” söylemi bu nedenle işin sadece bir yanına odaklanmaktadır. Her iki yaklaşımın da sermaye açısından kazanç, emekçiler açısından ise kayıp olacağını söylemek kehanet olmasa gerek.
Dolayısıyla bu iki tartışmada da emekçi halk için bugün başka bir zorunluluk ortaya çıkıyor. Yerel yönetimlerin her şeyi değiştirme fırsatı bulunmasa da, işçi sınıfı açısından kritik önem arz eden bazı başlıklarda kendi tavrını geliştirip ortaya koymasını sağlamaktadır. Bu tavrın 31 Mart günü bağımsız bir biçimde toplumun karşısına çıkması ve kent merkezlerinde anlamlı bir gücü teşkil etmesi sınıf mücadelesi açısından bir zorunluluktur.
O nedenle, yerel yönetimlerde işçi sınıfı kendi sınıf tavrını göstermek ve programını açıklamak zorundadır. Sermaye düzeninin yaşadığı ekonomik krizin dayattığı kamulaştırma gerçeğini, ekonominin toplumsal ihtiyaçları karşılayacak bir biçimde yeniden düzenlenmesi gerçeğini, rantın değil, toplumsal ihtiyaçların belirlenmesi gerçeğini ancak böyle bir tavırla siyasetin içinde yer edindirebilirsiniz.
Tersi gerçekleştiğinde ise “yarım siyaset düzeninin” devamı anlamı gelir… Bir kez daha söylemek gerekirse; siyaset hata kaldırmaz.