ABD yaptırımları, ulusalcılık ve anti-emperyalizm
Türkiye’yi hedef alan CAATSA yaptırımlara karşı çıkış da tam da anti-emperyalist mücadelenin bir konusu ve solun, komünistlerin elinde bir mücadele bayrağı. Bu bayrakta NATO’dan çıkış var, İncirlik üssünün kapatılması ve askeri üslere el konulması var, ABD ile yapılan gizli ve açık anlaşmaların iptali var, emperyalizme karşı mücadelenin ekonomi politik başlıklar var.
Türkiye’de liberallerin ve Kürt siyasi hareketinin sultası altında bulunan sol kesimlerinin güncel amentülerinden birisi şöyledir: Günümüz Türkiyesi’nde AKP iktidarı ile emperyalist merkezler arasında gerilim vardır. AKP’nin MHP ile ittifak içerisinde olması ve bu gerilime oynayarak, “yerli ve milli” söylemine sarılması, Türkiye solunun anti-emperyalist mücadeleyi geri çekmesi için gerek şarttır. Zaten emperyalizm “AKP’yi devirince” Türkiye solunun önü açılacaktır. O yüzden ABD tarafından Türkiye’ye dönük yaptırımlara karşı çıkmaya gerek yoktur, çünkü yaptırımlar AKP’yi zayıflatacaktır. Bu bağlamda, Türkiye’de solun bir bölümü “AKP ve ulusalcılar ile yan yana düşmemek adına” yaptırımlara karşı çıkmazken, aynı mantıkla “AKP’den kurtulmak adına emperyalizm ve liberalizm ile yan yana” durmayı matah görmektedir.
Ancak yakın Türkiye tarihinde AKP iktidarı ile büyük ve derin ittifak içerisinde olan liberallerin ve AKP iktidarı ile masaya oturarak “çözüm süreci” adı altında Kürt emekçilerini İkinci Cumhuriyet rejimine eklemleyen Kürt siyasi hareketinin o günleri nedense unutulmuşa benziyor.
Bu yazıdaki esas konumuza dönersek, öncelikle AKP iktidarının “anti-emperyalist” bir karaktere doğru döndüğünü söylemek büyük bir yalan olarak görülmeli. “Yerli ve milli” hamasetine sarılan AKP iktidarı açısından kurulan ittifakların sonucu olarak bu söylemleri gündeme getirmesi ve sürekli beka sorunu üzerine siyaset yapılması burjuva iktidarlarının karakteri açısından şaşırtıcı değil. Bu noktada şu unutulmaz gerçeği not edelim: İslâmcılar kapitalizmin ve emperyalizmin çocuğudur ve ülkemizin başına emperyalistler tarafından musallat edilmiş, iktidara getirilmişlerdir. En “radikal söylemi” geliştirseler dahi bu geçmişten ve bağdan arınamazlar, ona göre vaziyet alırlar. Dolayısıyla, ülkemizde sosyalizm mücadelesi ile anti-emperyalizmin birleştirilmesi, gericiliğe ve siyasal İslâm’a karşı verilen mücadele ile özdeştir. AKP iktidarı olsa olsa toplumda bulunan “yabancı düşmanlığı”nı sömürecek politikalara oynayacaktır ve oynamaktadır da.
Günümüzün yeni “yetmez ama evetçi”leri ulusalcılar ise nedense bu günlerdir pek bir sessizler. ABD’nin Türkiye’ye dönük CAATSA yaptırımlarını gündeme getirmesi ile birlikte ülkemizde komünistler emperyalizme karşı bütünlüklü bir siyasi çıkışı hayata geçirirken “ulusalcıların sessizliği” bir tercih olarak görülmeli. AKP iktidarının ABD ile masaya oturmak için hiçbir fırsatı kaçırmayacağı konusunda hemfikiriz, ancak bu süreçte sermaye devletinin de büyük bir uzlaşmanın peşinde olduğunu not etmek bizce önem taşıyor. Ulusalcılar bu süreçte olsa olsa bu uzlaşmanın ve pazarlığını bir parçası olacak gibi görünüyorlar, emperyalizme karşı duruşun değil. Belki de kafaların arkasında Biden’ın seçilmesinin yaratacağı sonuçlar vardır kim bilir…
Son tahlilde ulusalcılığın özü sınıf uzlaşmacılığı üzerine kurulu ve bugün Türkiye kapitalizminin ve sermaye sınıfının yönelimi direnmeyi değil, pazarlığı gerektiriyor. Direniş olsa da nereye kadar olacağı da ayrı bir tartışma konusu elbette. Yaptırım gündemi öncelikle bu açıdan bir turnusol kağıdı işlevi görmeli. Yeri geldiğinde ABD karşıtlığında mangalda kül bırakmayan bir dizi ulusalcı kesimde ses seda yok. Sermaye ile bu kadar içli dışlı olursanız onların tercihleri sizin de tercihleriniz olur.
Bir diğer turnusol kağıdı ise emperyalizme karşı mücadelenin olmazsa olmazı olan emperyalist kurumlara karşı mücadele. CAATSA yaptırımları ve hemen öncesinde gündeme gelen AB yaptırımları gündeminde NATO karşıtlığını gündeme getirmeyen; NATO’dan ve Gümrük Birliği’nden çıkışı, askeri üslere el konulmasını düşük perdeden de olsa söylemeyen ulusalcılar açısından “yerli ve milli dik duruş” tam anlamıyla “onurlu pazarlıkçılığa” indirgenmiş durumda bu çok açık. Daha ötesi yok. Hatta eleştiri biçimi bile “NATO kardeşliğine” vurgu yapan ve “bir NATO üyesi bir diğerine böyle yaptırım yapar mı?” şeklinde sızlanmadan öteye gitmeyen ve aslında NATO’yu meşrulaştırmaktan başka bir anlam taşımayan bir çizgide gidiyor. Aynısını yakın zamanda Avrupa Birliği gündeminde de gördük. AB yaptırım sopasına, AB’nin suyuna gitme siyaseti ile yanıt veren AKP iktidarına ve AB emperyalizmine karşı tek ses yükselmedi.
Bu açılardan bakıldığında kişisel bir olay olmayan ve Türkiye’yi hedef alan CAATSA yaptırımlara karşı çıkış da tam da anti-emperyalist mücadelenin bir konusu ve solun, komünistlerin elinde bir mücadele bayrağı. Bu bayrakta NATO’dan çıkış var, İncirlik üssünün kapatılması ve askeri üslere el konulması var, ABD ile yapılan gizli ve açık anlaşmaların iptali var, emperyalizme karşı mücadelenin ekonomi politik başlıklar var.
Ulusalcıların kitabında ise “bu gündemi kazası belasız nasıl atlatırız” yer alıyor. Özellikle son dönemde Libya’da, Ukrayna gündeminde, Dağlık Karabağ savaşında NATO çizgisini temsil eden ve Rusya ile karşıt noktalarda yer alan AKP iktidarının ve destekçilerinin bu açıdan NATO’yu sorgulamaları imkansız. Örneğin Dağlık Karabağ savaşında Azerbaycan, Rusya ve Türkiye’yi kazanan ülkeler safında sanki ortaklarmış gibi gösteren ulusalcı zihniyet, bu savaş sonucunda İran’ın başına gelenleri ve İsrail’in rolünü görmezden gelmeye devam edebilir. Ve bunu “milli şahlanış” edebiyatı ile halkımıza yutturmayı deneyebilirler.
Son dönemde Türkiye’nin İsrail ile yaşadığı yakınlaşmanın aslında ABD ile oluşan açıyı kapatma ihtiyacının ürünü olduğunu da görmezden gelebilirler. Ülke çıkarlarını yeri geldiğinde emperyalizm veya İsrail ile işbirliğinde gören zihniyet büyük bir körleşmenin ürünü. Benzeri, statü ve ulusal çıkarlar adına emperyalizm ile açık askeri, siyasi ve ekonomik işbirliğine giren Kürt siyasetinde de mevcut.
AKP destekçisi kesimleri geçelim, bugün AKP iktidarına muhalefet eden ulusalcı çevrelerden daha tutarlı bir çizgi beklenebilirdi. Ancak, yaptırımlar gündeminde birbirlerinden bir farkları olmadığını ortaya koyuyorlar. Bazıları, NATO’nun askeri yönünün ötesinde aslında Türkiye için çok büyük bir siyasi olanak olduğunu ve Türkiye’de NATO taraftarlığının ne kadar arttığını çok izlenen muhalif televizyon kanallarından anlatabiliyor, daha tutarlı sayabileceğimiz bir diğerleri ise bu dönemde komünistlerin ABD karşıtlığını yükseltmesinin AKP’nin ekmeğine yağ sürebileceğini vaaz ediyorlar.
Çok yazık…
Sınıflar mücadelesi ve işçi sınıfının iktidarı yerine dünya üzerindeki farklı ulusların karşıtlığını koyan anlayış, sermaye karşıtlığından ve emperyalizme karşı duruştan taviz verdiği için vardığı yer sermaye iktidarına destekçilik oluyor. Yeri geldiğinde gündeme getirilen emperyalizm karşıtlığının “milli burjuvazi” hayalleriyle süslenmesinin pratik sonucunu ise Ethem Sancak’a peşkeş çekilen ve aynı zamanda Katar’a satılan Tank Palet Fabrikası’nda cisimleştiğini görebiliriz.
Tüm bu bahsettiklerimiz bağlamında sosyalist devrim çizgisi ile anti-emperyalist mücadele arasında çok daha güçlü bağların kurulacağı bir döneme doğru yol aldığımızı görmek gerekmektedir.
Ülkemizde yaşanan durum tam da budur. ABD’nin yaptırımlarına karşı anti-emperyalizm bayrağını yükselten komünistlerin düşüncesi ve eylemi böylesi bir yöne işaret etmektedir.