Bağımsız birey için demokratik bilinç gerek

Hukuken reşit olsa da bireysel bağımsızlığı olmayan insan, yaşadığı sorunlarla iktidarın sorumluluğu arasında bir bağ kuramadığı için gönül bağıyla ve sadakat duygusuyla oy kullanıyor.

Geçim sıkıntısından yakındıktan sonra “seçim olsa yine AK Parti’ye oy veririm” diyenlerin videoları sosyal medyada sık sık paylaşılıyor. Yirmi yıldır iktidarda olan bir siyasal partiyi yaşadığı sorunlardan sorumlu tutmayan ortalama yüzde 30’luk bir kesimin varlığı birçok kişiyi umutsuzluğa itiyor.

İnsan, seçme hakkını kullanamadan geliyor dünyaya… Gelmek isteyip istemediği kendisine sorulmuyor. Nerede, ne zaman doğacağını, ailesini, sınıfsal, etnik ya da inanç kimliğini seçemiyor. Bedensel ve zihinsel gelişimini tamamlayana kadar da yakınındaki yetişkinlerin seçimlerine göre yaşamını sürdürüyor. Geleneksel toplumlarda aile büyüklerinin, komşuların müdahaleleri de kişilerin seçimlerinde belirleyici oluyor. Feodal döneme özgü ağalık, şıhlık ve şeyhlik gibi toplumsal sistemlerin boyunduruğu altında olan insanlar, zihinsel gelişimini tamamlayamıyor. Psikolojide bağlanma kuramıyla açıklanan bebeğin hayatta kalmak için annesine ya da en yakınındaki bir başka kişiye duyduğu sığınma gereksinimine koşut biçimde birçok yetişkin de bu tür sistemlere sığınarak kendini var ediyor. Otoriteye bağlanarak gerek psikososyal, gerekse ekonomik gereksinimlerini karşılamaya dönük bir konfor alanı elde edenler, itaat ve biat kültürünü içselleştiriyor. Böylesi anakronik toplumsal sistemler, bilgi çağı olarak isimlendirilen yaşadığımız yüzyılda bile varlıklarını güçlü bir biçimde sürdürebiliyor. Hatta modernitenin has evladı olan liberal kapitalizmin popülist yönetimleri, kamu kaynaklarını kullanarak bunlara destek oluyor.

Kuldan, köleden birey olmaz

Ülkemizde aşiret ve cemaatler, siyasal iktidarlarla kurdukları sembiyotik ilişkiler sayesinde yıllardır alaturka kapitalizmden besleniyorlar. Hükümetler, yüzbinlerce insanı uysallaştırarak depolitize eden bu tür geleneksel yapıları oy deposu olarak koruyup gözetiyor. Ayrıca, geçmişten bugüne merkezi yönetim kademeleri dahil bürokraside görev yapanların önemli bir bölümünün de bu oluşumların rahle-i tedrisinden geçenlerden seçildiği biliniyor. İradesini ruhani ya da cismani liderlere teslim edenlerden özgür iradeleriyle karar vermeleri, tercih yapmaları beklenemez. Muktedirin talimatıyla mecliste el kaldıran da, seçimde sandığa oy atan da maddi ve manevi çıkarları karşılığında iradelerine ipotek koyulmasına izin verenlerdir. Bu koşullarda yapılan seçimler ve oylamalar, demokrasinin araçlarını kullanan antidemokratik bir iktidar zihniyetine meşruluk sağlamaktan öte hiçbir anlam taşımıyor. Özgürce tercih yapabilmenin ve karar verebilmenin ön koşulu bağımsız birey olmaktır. Batıda Rönesans ve Reform hareketlerinin etkisiyle özgürlük arayan halk, temel haklarını elde etmek için derebeylerine, aristokratlara ve din adamlarına karşı büyük mücadeleler vermiştir. Birey olmak, bağımsız olabilmek, kendi haklarını bilmek, benimsemek, koruyabilmek anlamı taşımaktadır. Bu ilkeler ise ancak demokratik bir toplumda yaşam bulabilir.

Gönül güçlüden yana

Popülizmin kıskacındaki bugünün kapitalist dünyası, demokrasi idealinden giderek uzaklaşıyor. Popülist liderler toplumsal bütünü parçalayıp farklılıkları ayrıştırarak birbiriyle çatıştırıyor. İnsan, toplumsal yanı aşındıkça yalnızlaşıyor ve sınıf bilinci geliştiremiyor. Kutsallar üzerinden kara propaganda yöntemiyle kurgulanan yapay ikilikler, yandaş kitlede ‘düşmana’ karşı muktedirin safında durma eğilimini artırıyor. Bireysel irade yetersizliği de muktedirle özdeşleşerek telafi ediliyor. Hukuken reşit olsa da bireysel bağımsızlığı olmayan insan, yaşadığı sorunlarla iktidarın sorumluluğu arasında bir bağ kuramadığı için gönül bağıyla ve sadakat duygusuyla oy kullanıyor.

Sorgusuz kabule dayalı biat kültürünün etkisi altındaki yandaş kitlenin, liderden vazgeçmesi için güç odağının değiştiğini görmesi gerekiyor. Sığınabileceği daha güçlü bir cismani lider figürü ortaya çıkmadıkça mevcut olana bağlılık devam ediyor. Muktedir, muhalif kesimlere yönelik güç gösterileriyle kamuoyuna hala gücü elinde tuttuğu yönünde mesaj verirken kendi seçmenini de konsolide ediyor. İktidarın bu stratejisinin etkili olmasında ana muhalefet partisinin çekingen siyaset tarzının da payı var. Seçmenin oy verme nedenlerini değiştirilemez bir gerçeklik olarak kabul eden ana muhalefet partisi, AKP’li hedef kitlenin suyuna gitme stratejisiyle toplumsal değişimin de kapısını kilitliyor. Postmodern dönemde önem kazanan tüketici odaklı pazarlama anlayışına benzer biçimde seçmen odaklı yaklaşımı benimseyen siyasal partiler, genellikle kamuoyu araştırmalarıyla kitlenin duyarlılıklarını saptayıp ona göre davranmakla yetiniyor. Statik bir kitle imgelemine göre kurgulanan siyaset tarzı, yeni bir dünya oluşturmaya dönük dinamikleri de pasifize ediyor. Antonio Gramsci’nin “eski öldü, yeni doğamıyor” söylemindeki yeninin doğumu da bu yüzden gecikiyor. Oy aparmak için kitlenin nabzına göre şerbet verildiğinde sadece iktidarın oluşturduğu statükonun korunmasına hizmet edilmiş oluyor. İktidarı değiştirmeyi amaçlayan muhalefet partilerinin öncelikle toplumu değiştirme idealine sahip olmaları gerekiyor.

Toplumcu demokrasi zamanı

Popülizmin yaşam kaynağı olan depolitizasyonla mücadelenin biricik yolu, demokratik örgütlenmeden geçiyor. Bireysel hak ve özgürlüklerin yanı sıra sınıf bilincinin gelişebilmesi için de en iyi öğretmen, demokratik ortamlardır. Evde, mahallede, işte, okulda, meslek odalarında, demokrasi geleneği yerleşmedikçe toplumda kurtarıcı arayışı da, biat kültürü de sonlanmaz.

Kurtarıcı kültünü zihinlerden temizlemek için öncelikle muhalif siyasal partiler kendi söylemlerini demokratikleştirmelidir. Tıpkı cinsiyetçi ya da ırkçı söylemler gibi antidemokratik söylemler de siyaset dilinden temizlenmelidir. Özellikle ‘egemenlik ulusundur’ şiarına sahip çıkan TBMM’de, Reis’in talimatını yerine getirmekle övünen milletvekilleri varsa, CHP’li vekiller talimat sözcüğünü sözlüklerinden bir an önce çıkarmalıdır. Örneğin ana muhalefet, bundan böyle “genel başkanımızın talimatıyla” diye başlayan tümceler kurmamalı; AKP seçmenini kazanmak için iktidara öykünmek yerine demokratik dile özen göstererek bir rol model alternatifi olduğunu kamuoyuna göstermelidir. Muhalefet partileri akılcılık, laiklik, bireysel hak ve özgürlükler, sınıfsallık gibi ilkeler temelinde, toplumda bir zihniyet devrimini hedeflemelidir. Biat kültürünün kul haline getirdiği bireyin özgür iradesine yeniden kavuşması için de böyle bir zihinsel devrime gereksinim vardır. Böylelikle, çoktan seçmeli bir soruda birbirine yakın seçeneklerden hangisini işaretleyeceği konusunda kararsız kalan seçmenlerin işi de kolaylaşacaktır.

Popülizme inat bireysel hak ve özgürlüklerin herkes için korunup geliştirilmesini öngören toplumcu bir demokratik düzen uğruna mücadele etmek, bugün artık çok daha gerekli hale gelmiştir.

Mesaj: Geçen yıldan beri Serbest Kürsü’de buluştuğumuz Gazete Manifesto okurlarını artık bu köşede bekliyorum. Değerli okurları ve Gazete Manifesto’ya emek verenleri yeniden içtenlikle selamlıyorum…

Yazarın Diğer Yazıları
Ronald-Donald döngüsü 14 Kasım 2024
Neofaşist küreselleşme 20 Eylül 2024
Kirli mahremiyet 25 Temmuz 2024