"Benim oğlum da komünist oldu"
"Anam altta kalır mı? O da ‘Benim oğlum da Ankara’ya gitti komünist oldu.’ demiş. Garip anam ne bilsin, komünistliği de doktorluk, mühendislik gibi bir meslek zannediyor."
Anadolu bereketlidir. Buğdayı yetiştirmiş, susamış toprağına suyunu vermiş, kurumuş yaprağına canını vermiş, insanının rızkını insanıyla üretmiştir. Anadolu insanına aştan ekmekten de fazlasını ona ses olacak, söz olacak şairler aşıklar vermiştir. Yani Anadolu buğday yetiştirir gibi namus işçileri, yürek işçileri yetiştirmiştir.
Ahmed Arif de onu yetiştiren Anadolu’ya sözünü vermiştir.
Gün ola, devran döne, umut yetişe,
Dağlarının, dağlarının ardında,
Değil öyle yoksulluklar, hasretler,
Bir tek başak bile dargın kalmayacaktır,
Bir tek zeytin dalı bile yalnız…
1927’de Diyarbakır’da doğan Ahmed Arif eğitiminin ilk yıllarını Urfa ve Afyon’da tamamlamıştır. Afyon’da liseyi okurken şiirlerini yazmaya başlar ilk olarak. Sonrasında Ankara DTCF’de felsefe bölümünde okuyan Ahmed Arif, heybesindeki çocukluğundan getirdiği yoksulluğa, haksızlığa karşı duyduğu öfkesini bilinçli bir şekilde mücadeleye dönüştürmüş, oraya aktarmıştır. O artık komünisttir. Ve bir komünist gibi ‘Engereklere, çıyanlara ve aşına, ekmeğine göz koyanlara’ meydan okumaya karar vermiştir. Komünist kimliğinin ailesindeki yansımasını yıllar sonra şu anısında dile getirir:
“Emekliliğimden sonra Ankara’daki mütevazı evime çekildim. Gösteriş ve gürültüden uzak durmuşumdur hep, çünkü ben doğuluyum. Az gelişmiş değil, sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuğuyum. 1983’te anam Arife Önal’ı kaybettim. Okumamıştı ama… Pardon, okumamış yanlış oldu. Okutulmamıştı ama şirin bir kadındı. Bir keresinde komşularıyla toplanmışlar muhabbet ediyorlar. Komşu kadınlar sürekli oğullarıyla övünüyorlarmış ‘Benim oğlum İzmir’e gitti doktor oldu, benim oğlum İstanbul’a gitti mühendis oldu, büyük oğlum Bursa’ya gitti mimar oldu.’ diye. Anam altta kalır mı? O da ‘Benim oğlum da Ankara’ya gitti komünist oldu.’ demiş. Garip anam ne bilsin, komünistliği de doktorluk, mühendislik gibi bir meslek zannediyor.”
Dernek yöneticileri arasında Enver Gökçe’nin de bulunduğu Türkiye Gençler Derneği’ne üye olmuştur ilk olarak. Bu dernek birçok faaliyette bulunur ama bir süre sonra kapatılır. 1951’de TCK’nın 141 ve 142. maddeleri gereğince 38 ay tutuklu kalır. Uzun süre Türkiye Komünist Partisi Ankara İl komitesi içinde çalışmalar sürdürmüştür. Hayatının ilk yıllarındaki gördüklerini, gençlik ateşini, hapishane günlerini hepsini aklına yüreğine koyup, okul sıralarında, sokakta, mısralarında kendisi de cehennem olsa bile, bu yurdu cennet yapabilmek için, yoksul ve onurlu halkı için mücadele etmeyi, fedayı kabul etmiştir. Ama bu ‘Macera değil! Sade yaşamak’tır ve bu ‘Yosun, solucan harcı’ yani aslında bu kadardır, mücadele zaten olması gerekendir, yaşamın içinde vardır. Boşa kürek değildir, salt gençlik değildir. ‘Biz ki/Yarınıyız halkın,/Umudu, yüzakıyız,/Hıncı, namusu…’ dizeleri “komünistler kimdir” sorusuna cevap olmuştur.
Gelin biz son sözü de yoldaşlarına seslenen şaire bırakalım
öyle yıkma kendini
öyle mahsun, öyle garip…
nerede olursan ol
içerde, dışarda, derste, sırada,
yürü üstüne üstüne
tükür yüzüne celladın
fırsatçının, fesatçının, hayının…
dayan kitap ile
dayan iş ile
tırnak ile, diş ile
umut ile, sevda ile, düş ile
dayan rüsva etme beni!