Bilgi çağı (mı?)
Öncelikle, eğer kapitalizm aşırı kâr hırsıyla doğaya saldırmasaydı, onu tahrip etmeseydi, salgına neden olan virüsün doğal yaşam alanını bozmasaydı, yani onu evrimleşip yeni konaklar aramaya itmeseydi, salgın olmayacaktı.
Bilgi çağı kavramı son yıllarda sık sık gündeme geliyor. Aslına bakılırsa başlangıçta sadece teknolojik gelişmenin belirli bir aşamasını tanımlamak için kullanılırken, sonrasında farklı anlamlar yüklenmeye başlandı. Şunu anlatmaya çalışıyorum, kimileri 18. yüzyılın sonlarında buhar gücünün sanayiye uygulanmasıyla üretimde insan gücü azalmaya başlamasına 1. Sanayi devrimi dedi. 19. yüzyılın ilk yarısında ise demir çelik üretimi ve içten patlamalı motorların devreye girmesiyle birlikte seri üretime geçildi ve buna da 2. Sanayi devrimi denildi. Sonrasında ise dijitalleşmeyle ve otomasyon başladı. Bu dönem de 3. Sanayi devrimi veya bilgi çağı olarak adlandırıldı. Ve şu sonuca ulaşıldı: “bilgili olan güçlüdür, güç mülkiyette değil bilgidedir”. Yüklenen farklı anlam, eşitsizliklerin ortadan kalkacağı, teknolojinin herkese refah getireceği idi.
Gerçek hiç de söylendiği gibi olmadı. Aslına bakılırsa, bilim ve teknoloji zaten her dönemde daha fazla kâr etmenin, egemenlik alanlarını genişletmenin, toplumsal tepkileri bastırmanın hem maddi hem de ideolojik temellerinden biri olarak kullanılagelmiştir. Ancak yine de, her teknolojik gelişme veya toplumsal krizde bilgi çağı söylemi gündeme gelmeye devam ediyor ve son zamanlarda da önce yapay zekâ, sonrasında da Covid-19 salgınıyla yine gündemde.
Yapay zekâ ile “bıktırıcı, usandırıcı, can sıkıcı işlerin robotlar tarafından yapılması; insanların vaktini eğitim, kültür ve sanata ayırması, sosyal yaşamların zenginleşmesi” umulurken, kapitalizm dahilinde üç amaç için kullanıldığı anlaşıldı: kârı artırmak, insanları öldürmek (savaş) ve insanları gözetlemek1. Herkes teknolojinin sınıfsal bir karakteri olmadığını, kendiliğinden iyi veya kötü, militarist veya barışçı olamayacağını, ancak teknolojiyi kullanan kişinin ona bu özellikleri verebileceğini bilir ama yine de bu söylem gündeme gelir. Tekstil makinalarının ilk kullanıldığı Manchester’da veya otomotiv sektöründe bant üretimine geçildiğinde de beklenti buna benzer olmasına karşın, geçmişi aratan bir sefalet ve sömürü getirdiği kısa sürede anlaşılmıştı.
Son salgın birçok gerçeği gün yüzüne çıkarttı: Öncelikle, eğer kapitalizm aşırı kâr hırsıyla doğaya saldırmasaydı, onu tahrip etmeseydi, salgına neden olan virüsün doğal yaşam alanını bozmasaydı, yani onu evrimleşip yeni konaklar aramaya itmeseydi, salgın olmayacaktı. Hadi diyelim salgın oldu, eğer kapitalizm yine kâr etmek için sağlık alanını piyasalaştırmasaydı, sağlık, üzerinden para kazanılmayan, sadece ve sadece insanları koruma hedefine yönelik olsaydı, salgın kolaylıkla kontrol altına alınabilirdi. Hadi diyelim sağlık sistemi bozuk ama salgın ortaya çıktığında mutlak zorunluluklar dışında üretim durdurulsaydı, izolasyon tüm topluma uygulanıp, kimsenin geçim sorunu olmasaydı yine salgın bertaraf edilebilirdi. Hadi bu da gerçekleşmedi, eğer aşı ve ilaç geliştirmek için dünyada birbiriyle rekabet içerisinde çalışan merkezler, aşı veya ilaçtan kazanılacak serveti düşünmeden iş birliği içerisinde olsalardı, en azından salgınla başa çıkma konusunda şimdiki durumdan çok daha ileri durumda olunurdu…
İşte bu gerçekler ortadayken insanı aklına “neden” sorusu geliyor. Öyle ya, madem hem sorumlusu, hem de çözümü engelleyen kapitalizm, neden halâ devam ediyor? Geçenlerde bir grup bilim insanı aynı anda tüm dünyada “Covid-19 Manifestosu” adı altında bir bildiri yayınlayarak “şirketleri demokratikleşmeye” çağırdı! Bilgi çağı söylemlerini içeren çağrının garipliği bir yana metin İzzettin Önder’in deyişiyle “hiçbir teorik görüşe oturtulamamış, fevkalade pragmatik yapıda, hatta tutarsız genel ifadelerle göze batan bazı şeyleri sayıp dökmeye çalışmış. Bu niteliğiyle denebilir ki, rapor herhangi vasat bir siyasetçinin söyleyebileceklerinden dahi daha alt düzeyde eklektik bir metin”2 niteliğindeydi. Sanırım, kapitalizmin sorgusu yapılmasın diye şimdiden hazırlık yapıyorlar.
Sözü uzatmamak gerek, teknoloji insanlığın önüne birtakım olanaklar koyar, kriz dönemleri müdahale için olanak yaratır ama tüm bu olanakları kullanmak toplumsal örgütlenmeyi gerektirir. Yoksa teknoloji de, kriz de baskıyı artırmanın, sömürüyü derinleştirmenin bir yolu olarak kullanılır.
Herkesin bildiği de olsa, anımsatmakta yarar var.
1Başkaya F. Robotların “yapay zekası” sizi yeryüzü cennetine taşır mı? Birgün Pazar, 2 Aralık 2018.
2https://gazetemanifesto.com/2020/akademinin-zavalliligi-357799/