Bu kez de millet mi aldatıldı?
Eğer eğitim kurumu çökmüşse, spor da, medya da vs çökmüş ya da çökmek üzeredir. Bu durumda, reformu kim yapacak; diyebilir miyiz ki, neyse ki ortada bir kurum kalmıştır, o kurum da bu reformları yaparak bizleri abat edecektir? Böyle bir şey olmaz, olamaz NOKTA.
Bir bakanın kendi iradesi ile istifasının çalkalandırdığı ülkede, ne hikmetse, adalet, basın gibi çok temel alanlarda büyük atılımların devreye sokulacağı dillendiriliyor. Doğrusu onsekiz yıl tek parti yönetiminin bu aşamada niçin bunları söylüyor olmasını bence kimse anlayamadı. Belki de bu söylemlerle bizim algılayamadığımız gizli dehlizlerde ciddi bir kavga sürüyor olabilir de, bize reform olarak yansıtılanlar bu kez de başkaları ile hesaplaşma olabilir. Gerçekten bu ulusa yazık oldu ve oluyor! Belki de yine aldatılmış olduk, yoksa bu kez millet mi onsekiz yıl parantezinde aldatıldı, göreceğiz. İşin magaziner boyutuna ya da gizli tartışmalara girmek beni aştığı gibi, alanıma girmediğinden bu meseleleri parti ve ailelerle yakın ilişki içindeki değerli haber uzmanlarına bırakarak, ben söz konusu değişikliklerin ve ileri sürülen reform girişimlerinin örtülü amaçları dışında bir işe yarayıp yaramadığı konusunu kısaca tartışmak istiyorum.
Detaya girmeden çok genel havası ile konuya yaklaşırsak, bence yeni bir şey söylenmedi. Çünkü siyasal kadronun binbir çeşit vaatlerinin hemen hepsi, adı üzerinde, ileriye atılmış kanca olarak, vaattir. Kancanın ucuna ne takılırsa, ulusça değil, ama siyasetin aklınca kârdır; kârı çoğaltmak için de kanca sayısını çoğaltmak gerekir. Söz konusu kancaların en önemli özelliği de siyasi konjonktüre tabi olmasıdır. Kâh siyasi ortam çok karardığında, kâh bir seçim olasılığı yükseldiğinde ya da gerçekten hedeflendiğinde kanca sayıları da aynı tempoda yükselir. Kancaya takılmak fazla akıl kârı değildir; çünkü kancaya takılan balık yem bulmaz, yem olur. Geçmişin hem siyasi, hem ekonomik birçok alanında bu trajedilere tanık olduk. Ne var ki, tanık olmadığımız şey, aldanma sayısının artık sayma hafızamızı da aşmış olmasıdır. Böyle bir durum ileriye yönelik pek hayra alamet görülemez, ne yapalım ki durum budur.
Yine detaya girmeden söylemek istediğim ikinci mesele de, adalet, medya, basın her ne ise, konuları ayrı ayrı analiz fevkalade anlamsız ve yetersizdir. Çünkü sosyolojinin çok ünlü yasasına göre bileşik kaplar teoremi çok etkindir, hiç şaşmadan çalışır ve bu konuda da fevkalade işimize yarar. Şunu demek istiyorum ki, eğer reforma tabi tutmak istediğimiz bir ya da birkaç kurum varsa, bunun anlamı hemen tüm kurumların bir şekilde birbirine benziyor olduğudur. Eğer eğitim kurumu çökmüşse, spor da, medya da vs çökmüş ya da çökmek üzeredir. Bu durumda, reformu kim yapacak; diyebilir miyiz ki, neyse ki ortada bir kurum kalmıştır, o kurum da bu reformları yaparak bizleri abat edecektir? Böyle bir şey olmaz, olamaz NOKTA. Anlı şanlı hukukçuların siyasi örgüte akıl vererek tek yönetici sistemini oluşturmalarının sonuçlarını böylece vahim şekilde yaşıyoruz. Demek ki, sistemin çöküşü daha o zamanlardan başlamış ki, böyle parlak akıl veren akıl daneleri bizleri buralara sürükledi. Ne var ki bunda da bir yanlış yoktur, zira bileşik kaplar teoremine göre bu akıl(!) verenleri de suçlamamak, hatta bağışlamak gerekir!
Benim alanın eğitime şöyle bir bakarak, daha derinlemesine inmeye çalışalım. Onsekiz yıllık tek parti iktidarında kesinlikle hatırlayamadığım kadar bakan değişti, üniversitelerden binlerce akademisyen atıldı, şimdi de pandemi nedeniyle geçtiğimiz on-line eğitim sisteminden verim bekliyoruz. Üstelik bu sistemin alt-yapısı da ortadadır. Bu alt-yapı sadece internet ağları sistemi olmayıp, öğrencilerin ev koşulları, ekonomik olanakları vs gibi genel ekonomi ile ilgili çok temel sorunları da var. Bunları bir tarafa bırakalım ve eğitim hizmetinin neden ve nasıl aksadığına bir bakalım. İlk kademede öğrenci bilinci henüz gelişmemiştir, zaten eğitim bu kademede zorunlu olarak sürdürülmektedir. Ona rağmen, öğrenci binaya gider, ama acaba derslere ne kadar dikkatini ve kafasını verir? Üniversiteye geldiğimizde devam ne kadardır, derse ilgi nasıldır? Sanırım, biz tüm bu sorunları ya da konuları, çevreden soyutlanmış şekilde bizzat hizmet alanında ve hizmetle ilgili yerde araştırıyoruz ve olumsuzlukları da o ortamda görmeye çalışıyoruz. Yanlış olan tam da bu bakış açısıdır. Bu sorunu anlatabilmek için eğitim çok güzel bir örnek olduğu için eğitimi seçtim.
Peki, eğitim ne işe yarar? Diyelim ki, eğitim olgun ve dürüst insan yetiştirmeye; mesleğe bilgili insan yetiştirmeye; araştırmacı yetiştirmeye, görevine sıkı sıkıya bağlı ve ehil insan yetiştirmeye yarar. Bunlara daha bir dizi ana ya da detay sebep eklenebilir, ama bu kısa ve öz tahlil için bunlar yeterlidir. Düşünürüz ki, eğitim alan bir kişi bu saydıklarımıza ve sayabileceklerimize sahip olarak gelecek nesli ayağa kaldıracaktır. İşte yanlış tam da bu noktada yapılmaktadır. Yanlışı net anlatabilmek için basit bir yatırım faaliyetini ele alalım. Bir müteşebbis getiri sağlayamayacağı bir alana girer mi, bu alana yatırım yapar mı? Tabii ki, hayır. Bu örneğin eğitimle ilgisi şuradadır. Eğitim de bir yatırımdır, ileri yaşamda güçlü bir gelecek kurmaya ve gelir elde etmeye yönelik yatırımdır. O zaman, doğru ve olması gereken bakış açısı eğitimden ileriye bakış olmayıp, ileriye ait bekleyişten şimdiye yansıtılan görüntü olmalıdır. Nitekim talebeler niçin felsefe bölümünü seçmezler ki, çünkü felsefe ile düşünce sistemi oluşturulabilir, fakat para kazanılamaz. Felsefe ile devlet adamı olunabilir, fakat çağımızın kapitalizminin buna değil, iş ve piyasa manevralarını maharet sayan siyasetçiye ihtiyacı vardır. Hal böyle olunca, örnek aldığımız eğitimde öğrencilerin şimdiki heves ve gayretlerinin geleceğe ait beklentilerinin bugüne indirgenmiş değeri olarak alınması gerektiği ortadadır. Bunu işletme yatırımları için şöyle ifade edebiliriz. Müteşebbisin geleceğe ait yatırım kararında rol oynayan etmen geleceğe ait gelirinin bugünkü kapitalize değeridir. Toplumu yönetmeye soyunanlar etiği değil de piyasa numaralarını siyaset diye halka yutturmaya çalışırsa talebe eğitimden kuru diplomadan başka ne amaçlar ki!
Hal böyle ise, sorun ne eğitimde ne de aksayan sair hizmetlerdedir. Sorun, her bir alan noktasında değil, her alanda ileriye ait beklenti veya olası umuttadır. Eğer ileri beklentisi için insanlarımız gayret vermiyorsa ne eğitimden ne hukuktan ne de tıptan bir medet umabiliriz. Ama toplum bir şekilde gidiyor. Evet, gidiyor da, etik kurallarla mı yoksa kurnazlıkla mı ve bu gidiş acaba gidiş midir? Kurnazlığın içinde gerçeği saklamak, işleri iğreti şekilde yaparak para almak vb gibi etik dışı davranışlar olduğunda toplum çözülür, eğitim çöker, adalet araçsal olarak kullanılmanın da ötesinde organik olarak çöker, hukuk fakülteleri doldur-boşalt durumuna iner, anayasa ya da idare hukuk derslerine öğrenci ilgi göstermez. Toplumda henüz çökmemiş olup görece ayakta durabilen tıp ya da mühendislik gibi alanlara talep olabilir. Ne var ki, siyasi yozlaştırma sözcüğü olan “topal ördek” misali, bir süre sonra o kurumları da çökmeye mahkûm eder. Yurt dışında başarı sağlayan meslektaşlarımızla övünürken biz neyi yanlış ya da eksik yaptık diye bir nebze bile düşünmeyiz. İşte söz konusu düşünmeme durumu da vahim bir hastalığın beyin alanına sıçrama belirtisidir. Parantezciler de bu illetin pençesindekilerdir.
Ne yapalım konusu, yanıtı çok zor bir sorudur. Bilgisayar olsa kapa-aç yaparız, ya da “reset” yaparız. Acaba toplumlarda böyle bir mekanizma yok mudur! Bu kadar umutsuz olmayalım, fakat tek kurtuluş yolu, önce sağlıklı bir ortamda düşünme ve yeniden kurgulama yapma şansını elde etmeliyiz. Ülkemizde olduğu gibi başta ABD’de ve sair kapitalist ülkelerdeki kapitalist iktidarlar akıllıdır(!), hatta seçmeninden de daha akıllıdır, öyle ya, dar sermaye alt-yapısına dayanırken ve onu beslerken ne hikmetse oy tabanını genişletebilmiştir. Aynen istihdam ya da enflasyon paradoksu gibidir. Açıktır ki, bu manevra belli kalitede davranış planlaması etik unsuru dışarda kalmış zekâya dayanır. Böyle bir toplumda öğrenciler çalışacak, hatta birbiri ile kıyasıya rekabetle topluma hizmete koyulacaktır, diye düşünebilir miyiz? Bir kere toplum kavramı bireye indirgendi ve bu gelişme, daha doğrusu çöküş, ne hazindir ki özgürlük olarak algılandı. O zaman durum “hep beraber” sloganından, “tek başıma” sloganına dönmez mi? Sol cenahtaki dostlarıma gıpta ediyorum, hâlâ bu sloganı hem de pek coşkulu söyleyebiliyorlar. Pandemide sağlam kişi niye karşısındakini düşünsün de maskesini takıp oksijen yerine kendi nefesini solusun ki? Toplum yok ki, onun sorumluluğunu alsın! Siyasete bakalım, alın Trump’ı adam bir türlü iktidarı bırakamıyor, sanki otelleri gibi iktidarı da kendi mülkü. Keşke Beyaz Saray’ın tepesine de otellerinde olduğu gibi ismini koydursaydı. Burjuva demokrasisinde siyasi partilerin hedefi iktidara gelmek ve iktidarda olabildiğince kalabilmektir. İyi ama bu iş siyasi etik yollarla ve kamu kurumlarını evimizdeki odalarımız gibi keyfimize göre şekillendirmeden, içini boşaltmadan ve araçsallaştırmadan yapılırsa, bu durum ve davranış siyasi parti için de toplum için de gurur vesilesi olur. Hal böyle değilse, başta eğitimi alalım, yanında, medya, basın, adalet, sağlık hemen hepsinde aynı keyfilik, anı kurtarma ve kendi çıkarını ülke çıkarına denkleştirme parodisi olmaz mı?
Karar size ait, ister yeni parlak vaatlerle bir iki ay daha geçirin, hem de pandemiden dolayı evde oturarak canımız sıkılırken ya da günlük işimizi kaybettiğimizden dolayı açlıktan bir kenarda midemizi dinlerken veya evde erkek şiddeti yaşarken belki biraz avunma vesilesi olur. Ama sonra lütfen “kandırıldım” demeyiniz, çünkü bu iş bir kere olur!