Emperyalizm ve İsrail işbirlikçisi Yeni Osmanlı'nın Karabağ serüveni
Türk-İslam sentezinin geçmişte kimin hizmetinde olduğu biliniyor. Bugün de nereye doğru yöneldikleri açık. Azerbaycan’a destek adı altında atılan adımların gittiği yol bu açıdan değerlendirilmeli.
Yeni Osmanlıcılık, AKP iktidarının ve Erdoğan’ın ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanlığının alınması sonrasında iyice yükseltilen bir başlık olarak gündeme gelmişti.
Mimarı olan “hoca” Ahmet Davutoğlu, bugün AKP’ye muhalif, “tek adam yönetimi”ni istemiyor, demokrasiden dem vuruyor, ekonominin yanlış yönetildiğini savunuyor. Bu bir algı yönetimi türü olsa gerek. İktidardakinden tutun muhalefettekine kadar tüm düzen partilerinin en has özelliği bu. Davutoğlu, dış politika ile iç politikanın, ekonominin ve siyasetin ve hatta ideolojilerin sanki birbirinden ayrı bir şekilde değerlendirilebileceğini düşünüyor olabilir. Ama bize göre böyle değil ve her düzlemde bu yaklaşım reddedilmeli. Sermaye iktidarının, halkın düzen karşıtlığına çıkacak tepkilerini ve yaklaşımlarını soğurmak için kullandığı yöntemler bugün muhalefet tarafından da bir güzel kullanılıyor.
Konumuz Davutoğlu değil elbette. Ancak başlıkta bahsettiğimiz Dağlık Karabağ’a dönük bugün AKP-MHP iktidarının ve sermaye devletinin politikası haline gelmiş olan başlıklara nedense Davutoğlu ve düzen muhalefetinin unsurları karşı çıkmıyor. Hatta sonuna kadar destek veriyorlar. Bahaneleri hazır her zamanki gibi: İç siyaset ayrı, ekonomi, dış politika ve “devletin bekası” ayrı… Oysa ortada emperyalistlerin, Türkiye sermaye sınıfının ve onun temsilcisi olan siyasi iktidarın çıkarları olduğu o kadar açık ki.
O açıdan Yeni Osmanlıcılığın kendine Ortadoğu sonrasında Kafkaslar üzerinden yeni bir kanal bulmaya çalıştığını söylemek yanlış olmayacaktır. Ülkemizde de İslamcısı, milliyetçisi, patronu, sosyal demokratı, sağcısı hepsi bu kanalın girişinde kuyruk olmuş durumdalar. AKP’nin en dişli muhalifleri bile konu Yeni Osmanlı olunca yelkenleri suya indiriyorlar hemen.
Ancak, Azerbaycan ile Ermenistan savaşına, savaşın içerisinden ya da tarafların birinin gözünden bakmak yerine başka bir pencereden bakmak gerekirse gerçekleri daha rahat görmemiz mümkün olacaktır.
Bir aya yaklaşan savaşın çıkartılmasında ve sürdürülmesinde başta ABD olmak üzere emperyalizmin bir şekilde rolünün olduğu ya da sonuçlarından en fazla emperyalizmin istifade edeceği gerçeği her geçen gün daha fazla görünür hale geliyor. Ermenistan ve Azerbaycan Dışişleri Bakanlarının Amerika’ya giderek ABD Dışişleri Bakanı Pompeo ile görüşmeleri bunun ilk göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Savaşın çıkmasında Ermenistan’a “küçük bir ders vermek isteyen Rusya’nın örtük onayı olduğu ve önünde sonunda Rusya’nın bu işten kârlı çıkacağına” dair yapılan değerlendirmelerinse ayakları havada kalmıştır. Rusya bu süreçte elbette her iki tarafla da ilişkilerini devam ettirerek kazanımlarını koruyabilir ya da sürecin sonucunda Ermenistan’da daha “Rusya yanlısı” bir hükümet kurulabilir. Ancak Azerbaycan’ın İsrail ve Türkiye üzerinden emperyalizme daha fazla eklemlenmesi için bu savaş önemli bir araç olarak değerlendirilecektir. Dolayısıyla otuz yıllık statükoda olan oynamalar doğrudan Rusya’nın kazanım hanesine yazmayabilir. Tersinden bu sürecin sonucunda kazananın emperyalizm olması çok daha muhtemeldir.
Bu süreçteki esas hedefin Rusya’nın Kafkaslar’da kuşatılmasında yeni bir adım ve İran’ın kuzeyindeki cephenin emperyalizm lehine tahkim edilmesi olduğu, bunun için de temel aktör olarak Azerbaycan’ın seçildiğini söylemek doğru olacaktır. Askeri zafer kazanması olası olan Azerbaycan’ın hesabına daha fazla işbirlikçilik düşmesi kaçınılmazdır. Bunun sonucu ise Azerbaycanlı emekçi kardeşlerimizin hesabına daha fazla yoksulluk ve sömürü düşmesi anlamına gelecektir.
Ortadoğu’nun “yırtıcı iki gücü” olarak görülen Türkiye ve İsrail’in bu savaşta aynı cephede yer almaları şaşırtıcı görülmemelidir. Buradaki amaç tek başına 5 milyar dolar ölçeğinde olduğu varsayılan silah pazarından pay kapmak olarak değerlendirilemez. Normal koşullar altında, Filistin meselesi ve İsrail’in son dönem başta BAE olmak üzere yaptığı anlaşmalar nedenleriyle farklı kutuplarda yer almaları gereken Türkiye ve İsrail’i Karabağ savaşında aynı cephede buluşturan olgunun emperyalizm olduğunun altını kalınca çizmek gerekmektedir. İsrail’in çıkarı İran’ın kuşatılmasında yeni bir mevzi, Türkiye’nin çıkarı ise Yeni Osmanlı’yı Kafkaslar’a taşıyarak buradan iç ve dış siyasette çıkış yakalamak olarak değerlendirilebilir. Yine bunlarla birlikte içeride sıkışıklık yaşayan Erdoğan ve Netanyahu açısından Azerbaycan ekonomik ve siyasi anlamda bir soluk borusu olacak bu açık.
Ancak meseleyi emperyalizmin çıkarlarından bağımsız bir şekilde ele aldığınızda ortaya çıkacak olan değerlendirmelerin eksikli olduğunun altını çizmek gerekiyor. Türkiye ve İsrail silah pazarından pay kapmak için savaşa girdiler bu doğru. Aynı şekilde iç siyasette ellerini güçlendirmek gibi bir niyetleri de var. Bu da doğru. Ancak başta ABD ve İngiltere’nin ekonomik ve siyasi çıkarlarını, Türkiye ve İsrail’in buralardaki rollerini ya da işbirliğini görmezden gelmek yanlış.
Emperyalizmin çıkarları ise bunların bileşkesinde yer alır. Petrol ve doğalgaz zengini Azerbaycan’ın bu süreçte daha da Amerikancı bir çizgiye çekilmesi, İngiltere’nin çıkarlarının tahkim edilmesi, AB ülkelerinin Rusya’ya doğalgaz bağımlılığının bitirilmesi için Azerbaycan’ın “parlatılmaya” devam edilmesi ve nihayetinde ise yeraltı kaynakları ve boru hatları üzerinden bağımlılık ilişkisinin perçinlenmesi en temel kazanım başlıkları olarak değerlendirilmektedir.
O açıdan Yeni Osmanlıcılık kendine Güney Kafkasya’da yeni bir açılım alanı bulmuş gibi görünüyor. Ve de bunu İsrail işbirlikçiliği ile birlikte yapıyor, belki de gizli pazarlıklarla emperyalistlere verdikleri sözleri yerine getiriyorlar kim bilir.
Türk-İslam sentezinin geçmişte kimin hizmetinde olduğu biliniyor. Bugün de nereye doğru yöneldikleri açık. Azerbaycan’a destek adı altında atılan adımların gittiği yol bu açıdan değerlendirilmeli.
Ve nedense kimse Dağlık Karabağ savaşında İsrail’le yapılan işbirliğini ve çözüm meselesine ABD’nin el atmasını eleştirmiyor. Hatta gündeme bile almıyor. Özellikle “Büyük Türkiye” ve Turancılık konularında mangalda kül bırakmayanların İsrail ve ABD konusundaki sessizlikleri dikkate alınmalı.
Tam tersi kutba gidelim. Savaş karşıtlığı üzerinden etnik milliyetçiliklerden birinin tarafı olan liberal anlayış açısından da emperyalizmin Dağlık Karabağ savaşındaki rolü arka plandadır. Ermenistan’ın Karabağ işgalindeki haksızlığı teslim eden bu yaklaşım emperyalistlerin belirleyiciliğinde bir çözümü adres göstermekten imtina etmiyor.
Sizce bu garip bir durum değil mi?