Evde kalamayanların hikayesi -4
Evde kalamayanların hikayesinde ne de zor bir an değil mi. Hem ülkenizden edileceksiniz hem de edenler sizi evde kalamadığınız bir hayata mahkum edip kuytu bir sokakta kalbinizden vuracak. Böylesi bir alçaklık ancak romanlarda ya da filmlerde olur demeyin.
Sancak Yıldız
Sendika Uzmanı
Alçalma ile yüzsüzlük ikiz kardeş oldu, insanlığın üstüne hücum ediyorlar.Bu iki karakteri temsil etme konusunda iktidar ve patronlar belki de en başarılı dönemlerini yaşıyor diyebiliriz.
O kadar başarılılar ki; kendi romanlarına uygun müthiş karakterler yarattılar. Bu romandan bahsetmezsek insana dair her şeye ayıp etmiş oluruz..
Romanlarını 2000’li yılların başında yazmaya başladılar.
Yazarı seçerken ince elediler, sık dokudular. Pınarhisar süslemeli kabadayılık ruhunu içselleştirmiş birinde karar kıldılar. Yazarın yazma ehliyeti olmadığı kanaati egemen olsa da yazılanın romandan ziyade bir kötülük destanı olduğunu unutmadan tercihte bulunmaları Kasımpaşalı kabadayıyı şanslı kıldı.
Şansını kötü değerlendirmek istemeyen yazar iyi bir yayın ekibi kurdu kendisine. Her konuda en kötüyü ustalıkla işleyecek isimler ile yola çıktı.
Kitabın girişinde okuyucularına kurnazlıkla yaklaşıp güvenmeye ittiler. “Her şey 10 lira” tezgahlarındaki kitapların azımsanmayacak bir rağbet gördüğünü hesap edersek zayıf karnı hemen bulmuşlardı.
Okuduğu her cümlede öteyi beriyi düşünmeden karar veren müzmin okuyucular bir süre sonra ne yazarın önceki kitaplarına baktılar ne de yazdıklarının tutarlı olup olmadığına.
Kitabın içine ülkenin bütün değerlerini koyup kendileri ile birlikte sürüklediler. Nasıl bir rüzgar olduğunu okudukça hissettik. Tahminlerimiz vardı ama kitap, tahminler ve okuma ile diyakronik bir bütünlükte ele alınabilen bir yapıt olduğu için aceleci davranamazdık. Aceleci davranmadık; ancak tedbirsizlik affedilebilir değildi. Affetmediler de..
Okuyucu karşısında kalemi ile değil kibri ile davranan bir yazardan ne beklenebilirdi ki?
Beklediğimiz gibi de oldu. Yazdığı tüm olayları gerçek kıldı. Yarattığı tüm karakterleri okuyucuların penceresinden evine sokuverdi.
Kimler kimler yok ki evlere giren davetsiz misafirlerin arasında..
Ne Ahmet Davutoğlu kaldı girmeyen ne Süleyman Soylu.
Bu iki örneği konudan kopmamak adına tercih ettim; ama doğru seçim haklarında bulunduğumu düşünüyorum. Siz de on sekiz yılı hızlıca aklınızdan geçirince bana katılmıyor musunuz?
İlki savaşın gelişini kapılarda karşıladı, dayanamayınca eliyle aldı getirdi. Bugün azıcık geride kalmadı mı diyenler olacaktır, duymaktayım. İki gün öncesine kadar bu Amerikan palyaçosu benim de aklıma gelmiyordu; fakat Suriyeli gencin kahpe bir kurşunla can verdiği anda ilk aklıma gelenlerden oldu. Yine davetsiz misafir oldu bir anda. Aklıma Ortadoğu’da kurduğu hayaller geldi, onları sınır kapılarında boy gösterdiği anlar takip etti. Böyle bir silsileyi iki gün önceye kadar takip edince Suriyeli bir emekçinin can verdiği yere vardım.
Evde kalamayanların hikayesinde ne de zor bir an değil mi.
Hem ülkenizden edileceksiniz hem de edenler sizi evde kalamadığınız bir hayata mahkum edip kuytu bir sokakta kalbinizden vuracak.
Böylesi bir alçaklık ancak romanlarda ya da filmlerde olur demeyin.
Bu iktidar heybeti kötülüğünde bir küfür romanı yazıyor.
Seçtiğimiz diğer karakteri kısaca anlatmak bile ince bir mide bulantısını beraberinde getirse de mecburuz, yazmanın bir ahlakı var.
Fethullahçılığı mafyacılıkla aynı tencerede kaynattığı anda yeteneği ile yer buldu kamuoyunda. Kürsülerde bağırdıkça bir davet yolluyordu saray takımına. Hayalleri gerçek oldu. Önce emekçiye karşı ne kadar kötü olunabilir kanıtlaması istendi. Çalışma Bakanlığı onun stajyerliği oldu.
Korkaklığı kalabalıkların içinde saklama eğilimine insanlık yabancı değil. Bu onların en iyilerindendi. İyi deyince huysuz bir kızgınlık oluşmasın. İyilikleri küfür romanlarındaki dünya kıstaslarından kaynaklıdır.
İşçilerin toplantılarında işçilere hakaret edecek cüreti de buldu yazardan aldığı güç ile, emekçiyi boğacak gücü de.
Stajyerliğini derece ile bitiren küçük mafya bozuntusu, önlenemez ve kendi içlerinde yarattığı bir kıskançlık ile yükselişini sürdürdü.
İyi bir mükafatı elde ettiğine yazarı ikna etmiş olacak ki; İçişleri Bakanı olarak karşımıza çıktı bir sabah.
Kendinden emin bir edayla öncelikli sözü başkanlığın muktedirliği idi. Sırayı şaşırmadan Kürtler diye başlayan bir parmak sallama kervanına hızlıca katıldı. Ustaları 90’lı yılların usta katilleri olunca dersini iyi çalışmış bir öğrenciydi.
Tehditleri, parmak sallamaları; yıkılan kentler, kaybolan şehirler, çaresizliğin koro halinde insanlığın boynunu büktüğü bir coğrafya bıraktı birkaç zamanda.
Her yere yetişecek kibri, onu önemli bir karakter kılan yazara minnet sayıyordu, hep öyle davrandı .
Padişahına sadık bir kuldu.
Kriz günlerine geldik böyle serüvenden. Evde kalamayanların hikayesini paylaşmaya başladık bu köşede.
Karşımıza çıkmaması mümkün mü, burada da ilk karşılayanlardan oldu. Facia borazanları çaldırdı ülkenin tepesinde. İlk sokağa çıkma yasağından söz ediyorum elbette.
Basiretsizliği kibir ile yan yana koyun ve geriye doğru bir tarayın zihninizde. Bulduğunuz isimleri hatırlattığım için üzgünüm elbette; ancak sonuç bunu doğuruyor .
Pişkinlik bu düzenin ortak karakteri. Bundan doyasıya zevk alıyorlar. Çünkü insana dair en ufak bir nüveyi taşımıyorlar.
İstifa pişkinliklerinde bulundu bir anda. Sarayın öteki odasından usta pişkinliğin yaratıcılığıyla hamle gecikmedi elbette. Basiretsizlik ne büyülü geliyor saraylılara. Halbuki tarih sarayları ,saltanatları o basiretsizlik anlarında yerle bir eden halklarla dolu .
Evde kalamayanların hikayesinde tuttuğu yer yukarıdaki karakterin yazıya sığmayan başka yönlerini de ortaya koymayı gerektiriyor. Karakter küfür romanının önemli bir kısmı olunca seçicilik daralma getiriyor, mazur görmenizi umut ederim.
Küfür romanları bir akıl dışılık olduğu kadar yürek düşmanıdır da.
Ne aklımız teslim olsun bu düzene, ne de yüreğimiz..