Baş eğmeyen bir kadın: Suat Derviş...
Yaptığı Sovyetler Birliği gezisinin ardından herkes bir şeyden emin oldu: “Suat Derviş bir ‘Kızıl’dı.” Üstelik dönemin TKP MK üyesi Reşat Fuat Baraner ile evlenmesi, durumu artık açıkça ortaya koymaktaydı.
Suat Derviş’in mücadelesi esasında çok eski tarihlerde, Osmanlı döneminde başladı. 1901 yılında doğduğunda babası ona Hatice Suat ismini koymasına rağmen nüfus memuru Suat’ın erkek ismi olması dolayısıyla Hatice Saadet olarak kayda geçirdi ismini. Ama o isim, “Suat”, dönüp dolaşıp yine de buldu onu.
Daha genç yaşında, kalemi eline alıp şiirler ve romanlar yazmaya başlayan, meşhur Mehmet Rauf’un övgüler yağdırdığı Derviş, eserlerinin ilk döneminden itibaren kadının toplumdaki yerini sorgulamaya başladı. Hem de bu işin hiç de popüler olmadığı, kadınların esamesinin okunmadığı bir dönemde.
Öte yandan, Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel’in yayımladığı, çocukluk arkadaşı Nazım Hikmet ve sol camianın pek çok başka değerli isminin yazı yazdığı Resimli Ay’da yazmaya başlaması, onu iyice sol düşüncenin çerçevesine soktu. Tan gazetesinde kadın sayfası hazırlarken aynı zamanda dış politika editörlüğü de yapıyordu. Yaptığı Sovyetler Birliği gezisinin ardından herkes bir şeyden emin oldu: “Suat Derviş bir ‘Kızıl’dı.” Üstelik dönemin TKP MK üyesi Reşat Fuat Baraner ile evlenmesi, durumu artık açıkça ortaya koymaktaydı. Suat Derviş’in tefrikaları ve romanlarıysa sadece bir kadının değil; Marksist bir kadının, bir toplumcu gerçekçinin gözünden çıkıyordu.
Tan gazetesi baskınının gerçekleşmesinden ardından çalıştığı gazetenin kapanmasıyla birlikte, “Niçin Sovyetler Birliği’nin dostuyum?” başlıklı yazı serisi yayımlayan birine artık tüm gazetelerin kapısı da kapalıydı.
Dindar, muhafazakâr, mukaddesatçı olarak anılan Demokrat Parti rejimi 1944 TKP Tevkifatları sırasında Baraner ve Suat Derviş’i de hapse attı. Derviş bu sırada hamileydi ve şiddete dayanamayıp çocuğunu düşürdü. 8 ay sonra onu salan ama eşini salmayan Adnan Menderes istibdadı, Suat Derviş’e ve Baraner’e doğmamış evlatlarını borçludur her şeyden önce. Baraner ise Atatürk’ün kuzeni olmasına rağmen, bunu hiçbir yerde söylememeye özen göstermiş ve işkence görmüştür.
Derviş büyük psikolojik ve fiziksel rahatsızlıklar geçirmiştir bu sürede. Reşat Fuat ise, 1950’ye kadar içeride tutulmuştur. 1951 yılında tekrar içeri alınınca, ikilinin aldığı karar uyarınca Suat Derviş, İsveç’e, ablasının yanına, yerleşmiştir. Derviş, bu dönemde müstear isimlerle pek çok yazı yazdı. Yurt dışında olmasına rağmen politik çalışmalara katıldı. 1963 yılında Baraner’in hapisten çıkışının ardından da ülkesine döndü ve aynı sene yazdığı Fosforlu Cevriye sadece Türkiye’de değil, Avrupa çapında ün kazandı.
Öte yandan, Derviş hayatının sonuna kadar politik mücadele verdi. Devrimci Kadınlar Birliği’ni kurmasına rağmen dernek hemen kapatıldı. Ve ölümünden daha bir sene önce evinde devrimci gençleri sakladığı gerekçesiyle, 1971 yılında ve 70 yaşındayken yine tutuklandı.
Günün kendisi hakkındaki en tartışılan konusuna gelirsek; hem komünist hem feminist olunamayacağı ön kabulünden yola çıkarsak Derviş’in partili mücadele verdiği, devrimci gençlere yol gösterdiği, bir komünist olduğu açıktır. Derviş kadın sorununa bir Marksist gibi eğilmiş, bir komünist gibi eylemde bulunmuş, sınıf eşleştirmeci bir kadın sorunu perspektifini hiç edinmemiştir. Kesişim noktaları insanların kimliğini değiştirmez. Komünistleri feminist yapmaz; herkesi olduğu gibi görmek gerekir. Derviş’in kadın sorunu konusunda mücadelesi, sosyalizme her zaman çıpalıdır…