GÖRÜŞ | Ceza İnfaz Yasası'nda değişiklik tartışmaları III
Manifesto olarak Ceza İnfaz Kanunu'ndaki değişikliğe ilişkin çeşitli kurumlardan hukukçuların görüşlerini derledik.
AKP ve MHP tarafından meclise sunulan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’da ve Bazı Kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısı kamuoyunda çeşitli tartışmalara neden oldu. Daha önce de gündeme getirilen ancak meclisteki partilerin anlaşamaması nedeniyle geri çekilen tasarının, koronavirüs salgını nedeniyle cezaevlerindeki risk durumunun varlığı gerekçe gösterilerek yeniden ele alındığı belirtilmişti.
Söz konusu düzenleme ile cinsel dokunulmazlığa karşı suçların kapsam dahilinde olup olmadığı hususu, tutuklu gazetecilerin, avukatların ve düşünce suçlarından hapiste bulunanların kapsama alınmaması, infazda eşitliğin gözetilmemesi gibi hususlar tepkilere neden birçok çevreden tepkilere neden olmuştu.
Manifesto olarak İnfaz düzenlemesine ilişkin çeşitli kurumlardan hukukçuların görüşlerini derlediğimiz bölümde ilk olarak Yargıçlar Sendikası Başkanı Ayşe Sarısu Pehlivan, YARSAV Eski Başkanı ve Yargıçlar Sendikası Kurucu Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Şükran Eroğlu’nun, ikinci olarak ise Avukatlar Sendikası’ndan Avukat Ertekin Aksüt‘ün değerlendirmelerine yer vermiştik.
Bu bölümde ise Hukuk Defterleri Danışma Kurulu üyesi Yazar Avukat Cem Alptekin’in değerlendirmeleri bulunuyor:
İrdeleyeceğimiz konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, en sonda söyleyeceğimizi baştan söyleyelim: Demokrasilerin olmazsa olmazı olan kuvvetler ayrılığını tasfiye ederek tek adam rejimine geçen siyasi iktidarın, ideolojik/politik hedeflerine uygun olarak araçsallaştırdığı yargı alanında toplumun adalet arayışına cevap veren bir düzenleme yapmasını beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır.
Geçtiğimiz hafta TBMM Komisyonunda kabul edilen ve önümüzdeki günlerde kanunlaşması beklenen (5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve TCK dahil 11 farklı kanunda değişiklik öngören) düzenleme için de durum aynen böyledir. Kamuoyunca örtülü af olarak nitelenen bu düzenlemenin asıl hedefi; kapasitesinin çok üstünde dolan cezaevlerindeki adli mahpusları kısmen tahliye ederek, politik “misafirler” için yer açmaktır. İktidarın bu niyeti çok belirgin olduğu için, bugüne kadar sıklıkla gündeme getirdigi infaz düzenlemesi girişimleri toplumsal muhalefetin tepkisi nedeniyle bir türlü uygulamaya konulamamıştır. Ta ki koronavirüs salgınına kadar… Nihayet, bu ölümcül virüs, iktidara aradığı fırsatı altın tepsi içinde sunmuştur. Şimdi koronavirüs salgınına çözümmüş gibi lanse edilen yeni infaz düzenlemesi, içine virüse önlem diye serpiştirilmiş birkaç kozmetik hükümle, (cezaevlerinin kapısına dayanmış -belki de içeriye duhul etmiş- salgına karşı kesinlikle işlevsiz olan) o eski niyeti (biraz daha iyileştirilmiş haliyle) hayata geçirecektir.
Oysa Türkiye’nin, şu an infaz yasası ile vakit öldürmek yerine, (cezaevlerinde eli kulağında olan kitlesel ölümleri engelleyebilmek adına, hemen şimdi (politik tutuklulardan başlayarak, yaşlı, hasta, hamile ve çocuklu kadın mahpuslarla devam edecek şekilde) kitlesel biçimde uygulanabilecek radikal bir tahliye planına ihtiyacı vardır. Tam bu noktada, her türlü önleme rağmen ülkenin en ücra köşesine dahi ulaşan salgının cezaevlerine ulaşmadığını, ulaşmayacağını iddia etmek, eğer kötüniyetli bir çaba değilse, büyük bir saflıktır. Mahpusların yaşamı ve sağlığı devletin koruması ve güvencesi altındadır. Koronavirüs sizin yasa çıkarmanızı beklemez!.. (Üstelik o yasa bu derde kesinlikle derman da olamaz.) Maalesef bu konuda altın değerinde bir 25 gün kaybettik. Cezaevlerinde ölüme doğru ilerleyen geri sayımı durdurmak için yargı görevli ve yasal mevzuat da fazlasıyla yeterliyken; bu bu adımı atmak için yasal bir düzenleme beklemek tam bir gaflettir. Kaldı ki o yasal düzenleme doluluğu makul seviyeye çekecek sayıda toplu bir tahliyeyi sağlamadığı gibi, içerideki esas çoğunluğu oluşturan politik tutukluları ve hükümlüleri de kapsamamaktadır.
Diğer taraftan, salgın nedeniyle zorunlu olan toplu tahliye uygulaması ile yargı ve ceza adaletini sağlamak adına yapılacak olan infaz düzenlemesinin yöntemleri, zamanlaması, amaç ve hedefleri de çok farklıdır. Bu iki farklı uygulamanın bir kanun düzenlemesi kapsamında birlikte ele alınması ise her şeyden önce kanun yapma tekniğine ve pratiğine de tamamen aykırıdır. Nitekim bu aykırılık mevcut yasa teklifinin gerekçesinden başlayarak tüm maddelerine de yansımış; hem deve hem kuş olma iddiasındaki düzenleme ne deve ne de kuş olmayı başaramamıştır. Haliyle bu yasa teklifi ne salgına, ne infaz sorununa, ne cezaya dönüşen haksız tutuklamalara ve mahkumiyetlere; ve ne de cezevlerinde (artık insanlık dramlarına yol açan) doluluk oranına kalıcı çözüm olmayı da başaramayacaktır.
Kanun teklifinin detaylarına gelecek olursak…
Öncelikle hükümlü ve tutuklular hakkında idarece yapılan işlemler veya faaliyetlere ilişkin şikayetlerde infaz hakimliği yetkili kılınmıştır. Ardından, “Canavarca hisle” işlenen suçlara, çıkar amaçlı suç örgütü üyeliğine, tefeciliğe ceza artışı; basılı yayınların cezaevine girişine ise sınırlama getirilmiştir. Kasten öldürme; üst soya, alt soya, eşe veya kardeşe, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumdaki kişiye karşı işlenen kasten yaralama ve sonucu nedeniyle ağırlaşmış yaralama, işkence, eziyet suçu ile cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar; özel hayatın gizliliğini ihlal, uyuşturucu veya uyuşturucu madde ticareti ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar (ki, politik mahpusların büyük bir çoğunluğu bu torbaya sokulmuş olup) denetimli serbestlik kapsamı dışına çıkarılmıştır. Bu suçlar hariç olmak üzere; hasta, hamile ve engellilere (tutuklama yerine) adli kontrol şartı; bazı suçlarda açık cezaevine geçiş kolaylığı ve infaza bir yıl ara verme imkanı; çocuğu olan kadın hükümlüler için şartlı tahliye, çocuk hükümlüler içinse ceza indirimi getirilmiştir. Bunun yanı sıra, infaz hakiminin onayına bağlanan şartlı tahliye sürelerinde de hükümlüler lehine bir düzenleme yapılmıştır. Doğrudan koronavirüs salgınına ilişkin getirilen yenilikler ise şunlardır: Salgın halinde; hükümlüye derhal telefon ve faks hakkı, izinlilere gecikme hakkı, açık cezaevindekilere de izin imkanı…
Bu arada, 28.06.2014 tarihinden önce işlenmiş olmak kaydıyla, (kapsam dışı bırakıldığı savunulan) uyuşturucu imalatı ve satışı ile cinsel suçlara gelen indirim de iktidarın niyeti açısından oldukça dikkat çekicidir.
Teklifin, TBMM’de bu şekliyle kabul edilmesi halinde (ki, öyle de görünüyor), gerçekleşecek tahliyelerin bir kısım mahpusu (ve ailesini) sevindireceği, tıka basa dolu cezaevlerindeki yoğunluğu (virüs tedidine çare olmamakla birlikte) geçici olarak azaltacağı ve kısmi iyileştirmeler getireceği muhakkaktır. Ancak, hal böyle de olsa, yukarıda izah edilen nedenlerle; bu yeni düzenleme mahpusları ölümcül pandemiden korumayacağı gibi; ülkemizdeki yargı bağımlılığı ve yerleşik ceza infaz politikaları kökten değişmediği sürece; bu tür palyatif “çözümlerle” yurttaşların adalet çilesi ve arayışı da bitmeyecektir.