Hangi strateji?

Belirsizlik artıp anti-kapitalist eğilimler güçlense de, sermaye iktidarları için yeni arayışlar da hız kazanıyor. Bu yeni arayışlar büyük oranda belirli özellikleri giderek sivriltiyor. Borçların yönetimi, tekellerin finansal ihtiyaçları ve arzın sürekliliği ihtiyacı her kriz sonrası ortaya çıkan temel tartışma başlıklarını oluşturuyor.

Salgınla yaşamaya alıştığımız bugünlerde “normalleşme” tartışmaları da çoktan başladı. 1 Haziran itibariyle pek çok sektörde “işbaşı” başlayacak. İşbaşı yapılmasıyla birlikte “ikinci bir dalga gelir mi, gelmez mi?” konusu da tartışılmaya başlanırken, salgının yarattığı yüklerin ekonomik ve sosyal yansımaları ne olacak sorusunun cevabı belirsizliğini koruyor.

Merkez kapitalist ülkelerde bu belirsizlik sosyal hareketlenmeyi de ateşlerken, emperyalizmin kalesinde sular durulmuyor. ABD sokakları, yıllardır birikerek gelen sorunların yansımalarını birer birer yaşıyor. 90’lı yıllardan bu yana emperyalist merkezlerden bağımlı ülkelere dünyanın dört bir yanında görülen kitle hareketlerin sınıfsal öğeleri, kimi anlarda ulusal, etnik, cinsel ya da başka türlü öğelerin arasında silinip gitse de, hareketlerin anti-kapitalist eğilimleri her daim bulundu. Bugün de bu eğilimler ağırlıklarını hissettiriyor.

Belirsizlik artıp anti-kapitalist eğilimler güçlense de, sermaye iktidarları için yeni arayışlar da hız kazanıyor. Bu yeni arayışlar büyük oranda belirli özellikleri giderek sivriltiyor. Borçların yönetimi, tekellerin finansal ihtiyaçları ve arzın sürekliliği ihtiyacı her kriz sonrası ortaya çıkan temel tartışma başlıklarını oluşturuyor. Aynı 2008 krizinde olduğu gibi, COVID-19 salgını sonrası da dünya ekonomisini ve sosyal yaşantısını etkisi altına alan belirsizlik, temelde kapitalist üretim ilişkisinin tezahürü olan bir dizi sorunu da yaşantımıza dayatmış durumda.

***

Bu şartlar altında oluşan yeni arayışların en çok yoğunlaştığı nokta krizin bundan sonraki safhasının nasıl idare edileceği ile ilgili. Hemen hemen tüm sermaye grubu bu sürecin ardından “nasıl bir stratejiye” sahip olunacağına ilişkin bir öngörü çizmeye çalışıyor. Daha önce de ifade ettiğimiz bu stratejilerin üç temel sacayağı var; borçların yönetimi, “stratejik olarak belirlenen” sektörlerde kamu ağırlığının arttırılması ve parasal genişlemenin sağlanması. [1]

Yeniden düzenlemeciler” olarak ifade ettiğimiz bu kesimlerin genel stratejisini uluslararası sermaye gruplarından olan McKinsey beş adımda gerçekleşeceğini ifade ediyor. McKinsey’e göre “5-R” olarak ifade edebileceğimiz bu adımlar, çözüm, esneklik, dönüş, tekrar düşünme ve reform adımlarını içeriyor. McKinsey raportörlerine göre, buradaki en önemli adım “reform” adımı ve bu adım için mutlak bir stratejik dönüşüm gerekiyor. [2] Stratejik dönüşümlerin bizim bahsettiğimiz dönüşümleri içeriyor olması tesadüf değil.

Bir süredir bahsedilen bu dönüşümlerin temel öğesini kuşkusuz kamu gücü oynayacak. Salgınla birlikte ortaya çıkan ekonomik maliyet, arz ve talep şoklarını da içeren ardışık bir krize dönüşmüş durumda. Bu noktada tekellerin ihtiyacını duyduğu temel şey; kârlarının sürekliliğini sağlamak için finansal genişlemedir. Bu genişlemede, borçların devlet tarafından satın alınmasından, vadesi ve faizleri düşük kredilere ve hatta hibelere kadar farklı yollar bulunuyor.

Sermaye iktidarları bu araçları aynı anda kullanıyor. Deutsch Bank’ın Avrupa Komisyonu’nun verilerinden derlediği bilgilere göre 750 milyar Avro‘luk kurtarma paketinin 500 milyar Avroluk kısmı hibeleri içerirken, 250 milyar Avro’luk kısmı ise kredilere karşılık geliyor. Devreye giren kurtarma paketinin geri ödemesi yeni vergiler, çevre ve teknoloji vergileri ve acil durum fonları ile sağlanacak. [3] Bu vergilerin nereden alınacağı sorusuna yanıt verilmese de, emekçilerin yarattığı değerlere daha fazla el konulması dışında pek seçenekleri bulunmuyor.

Bir anlamda 2008 krizi sonrası ortaya atılan ve geliştirilen reçetelerin daha gelişmiş versiyonları ile karşı karşıyayız. 2008 krizi sonrası ortaya çıkan büyük bedel, devletin özel sektörün oluşturduğu borçlara el koyması, ertelemesi ve yeni bir ödeme planı çıkartmasıyla aşılmaya çalışılmıştı. Başta ABD’de olmak üzere, el konulan borçlar karşılığında büyük paralar piyasaya sürülmüş, büyük riskler barındıran finansal ürünler (kaldıraç ürünleri, emeklilik fonları, yatırım ve kredi bankacılığının birleştirilmesi vs. gibi) yerine Merkez Bankaları’na ağırlık veren para politikaları devreye sokulmuştu. Genişleyen SWAP işlemleri piyasası, 2008 krizi sonrası Dünya’nın en tipik özelliklerinden birini içermektedir.

Salgın sonrası dünyada 2008 kriziyle birlikte emperyalist merkezler tarafından uygulamaya konulan “çözümlerin” aynı anda “yaşama” geçirildiğini görüyoruz. Ancak kimilerinin işlevli gördüğü bu çözümler, aslında kapitalizmin tarihsel sınırı nedeniyle daha büyük ve derin krizleri tetikliyor. Nitekim, her kriz sonrası ortaya temel bir eğilim çıkıyor; finans kapitalin daha fazla yoğunlaşması ve merkezileşmesi. Bu durum Fransız ekonomist François Chesnais’ın tespitiyle günümüz kapitalizminin eş anlı ve birleşik bir biçimde geliştirdiği temel karakteridir. [4] Chesnais’ın Günümüzde Finans Kapital adlı eserinde bu tespit, 2008 sonrası dönemde de temel özellik olduğu tespitiyle devam ediyor.

Finans kapitalin yoğunlaşması ve merkezileşmesi eşitsizlikleri beslerken, krizlerden bir avuç kesimin daha zengin çıkmasına neden oluyor. 2020 yılında da benzer bir durum ortaya çıkmış durumda. Dünyadaki tüm ülkeler büyük bir insanlık dramı ile uğraşırken, 25 büyük zengin son iki ayda servetlerine 255 milyar dolar daha katmış durumda. [5]

Belli ki bu isimlerin pek kurtarılmaya ihtiyacı yok!

***

Ancak sermayenin kendi iktidarını sürdürmeye ihtiyacı olduğu kesin. Bunun için başvurduğu yollar, giderek azalsa da, tüm sermaye iktidarları benzer araçlara ve kavramlara başvuruyor. Türkiye de bu durumdan bağımsız değil. Ekonomi yönetiminin son yaptığı açıklamalar, yeniden düzenlemeciler adı verdiğimiz kesimin uygulamaların birebir aynısı. [6] Üstelik Türkiye’nin bu uygulamaları ortaya koymak için ihtiyaç duyduğu finansman hala çok büyük ve elindeki yegane kaynak yukarıda söz ettiğimiz SWAP işlemlerinden elde edeceği dövizler.

Bu imkanların genişlemesinden yer kapma yarışına giren AKP iktidarının sarsıntıyı alabildiğince emekçilerin sırtına atmak için her fırsatı kolladığı apaçık bir biçimde görülüyor. Son TÜİK verileri 2020 yılının ilk çeyreğinin büyüme olanaklarını sonuna kadar emek sömürüsünden elde ettiğini ortaya koyuyor. [7] Ancak bundan sonrası karşı tarafın hamlelerini beklemekle yetinerek iş görülemez.

O yüzden bir kez daha şu soruyu sorma gerekiyor: “Hangi strateji?”

Buna verilecek yanıt sermaye iktidarlarının yanıtıyla aynı olursa, o zaman insanlığı daha kötü günlerin bekleyeceği açık.

İyisi mi şimdiden bu soruya karşı verilecek yanıtın alternatifini güçlendirmek gerekiyor. Önümüzdeki dönemin esas meselesi bu olacak.

Notlar

[1] I.Ildır, Yeniden Düzenleme Önerilerine Karşı Öneriler, Gazete Manifesto, Mayıs 2020, https://gazetemanifesto.com/2020/yeniden-duzenleme-onerilerine-karsi-oneriler-355200/

[2] Sneader K., Singhal S., Beyond coronavirus: The path to “next normal”, Mart 2020, https://www.mckinsey.com/industries/healthcare-systems-and-services/our-insights/beyond-coronavirus-the-path-to-the-next-normal

[3] Koerner K., Boettcher B., Wall M., The Commisions Recovery Plan for Europe, Mayıs 2020, https://www.dbresearch.com/PROD/RPS_EN-PROD/PROD0000000000508542/The_Commission%E2%80%99s_recovery_plan_for_Europe_%E2%80%93_bold_a.PDF

[4] Chesnais, F., Günümüzde Finans Kapital, s.8, 2016, Leiden: Brill

[5] Forbes’un yayınladığı 22 Mayıs tarihli araştırmada, 25 büyük zenginin sahip olduğu şirketlerin temel faaliyet gösterdiği alanlar teknoloji, tekstil ve lüks tüketim malzemeleri firmaları olması şaşırtıcı değil. Ancak daha net olan, bu zenginliğin önemli bir çoğunluğu “yeni fırsatlardan” değil, finansal piyasalardan elde edilmiş olması.

[6] https://www.bloomberght.com/albayrak-stratejik-urunler-haric-ithalat-kolay-olmayacak-2255863

[7] Bunun için büyüme verilerinin karmaşıklığı gözünüzü yanıltmasın. Sadece gelirler üzerinden bile değerlendirildiğinde 2020 yılında kârların artıp, ücretlerin gerilediğini görüyoruz. Eğer detaylı bir yöntemle araştırma yapılacak olursa, bu durumun sömürü oranlarının yükselmesine işaret ettiğini gösterdiği ortaya çıkacaktır.